Değerli arkadaşımız, Kıbrıslırum yazar George Kumullis’in 2 Nisan 2022’de POLITIS gazetesinde Rumca olarak çıkan ve kendisinin ricamız üzerine İngilizce’ye çevirmiş olduğu makalesini İngilizce’den Türkçe’ye okurlarımız için çevirdik. “Neden 1 Nisan’ı kutlamaktayız?” başlıklı bu yazısında, arkadaşımız George Kumullis, şöyle diyor:
*** İtiraf etmeliyim ki 1 Nisan’ın her yıldönümünü kutlama mesajları, gösteriler, danslar ve diğer etkinliklerle neden kultmakata olduğumuzu anlamakta zorlanmaktayım. Bir silahlı mücadelenin ancak sonuçlarıyla yargılanabileceğini unutuyoruz. EOKA’nın amacı ENOSİS idi ve sefil biçimde sınıfta kalmıştı bu konuda... Sözkonusu silahlı mücadelenin sonucu, Zürih-Londra Anlaşmaları olmuştu ki bu da ENOSİS girişimine bir yandan bir mezartaşı olurken, öbür yandan da Türkiye’nin askeri varlığını da geri getirmişti. Bu inanılmaz gelebilir ancak Türkiye’ye herhangi bir durumda, Ankara’daki şeflerin canları ne çekerse onu pişirmeleri için tek yanlı askeri müdahale hakkını biz verdik.
*** Eğer bir insanın evliliği kanlı biçimde ve olaylı bir boşanmayla sonuçlanmış ise, o zaman evlilik yıldönümünde şampanya ve havyarla vahşi bir parti vererek bunu kutlamaz... Küçük Asya’dan 2 milyon göçmenin yakınları, hiç kuşkusuz bizden çok daha sağduyuludur. Onlar 2 Mayıs 1919’da Yunan askerlerinin İzmir limanına ayak basıp da “Yunanistan çok yaşa!” ve “Enosis! Enosis!” diyen coşkulu bir kalabalık tarafından karşılanmalarını kutlamazlar. Küçük Asya’daki Yunanlılar’ın isteği, İyonya’nın “anavatan Yunanistan’la” birleşmesi yani Enosis idi ki bunun 1924’te yer alacak bir referandum sonrasında gerçekleşmesi beklenmekteydi.
*** Yunan diplomatik ve askeri desteğiyle İyonya’nın Yunanistan’la birleşmesi hedefi, Kıbrıs’takiyle aynı idi. Her iki hedefin de gerçekleştirilemez olduğu kanıtlandı ve 1922 ile 1974 sonrası yaşanan Helenizmin epik felaketlerinin en derin nedeni idi... Ve Küçük Asya’nın insanları 2 Mayıs tarihini unutmaya çalışır, yas tutar ve bunu unutmaya çalışırken, bizler de 1 Nisan’ı abartılı biçimde kutlamaktayız!
*** EOKA’nın sürekli değişimini incelemek, kalbinizi dondurur ve bu noktada yapmak istediğiniz son şey, bunu kutlamak olur. EOKA’nın yol açtığı pek çok trajediden birisi de EOKA-B’nin kurulmasıydı. EOKA-B’nin, EOKA’dan kaynaklandığı çok iyi bilinmektedir – liderin kendisi, bölgelerin başkanları ve askerlerin kendileri böyleydi... Yunanistan cuntası, 15 Temmuz’daki işgali, EOKA-B’den gerekli yardımı almamış olsaydı, başaramazdı. Siyasi mücadele yerine askeri mücadeleyi seçerek EOKA, her iki işgalin de (Yunan ve Türk) yolunu açmış ve bunların gerçekleşerek yurdumuzun yarısını kaybetmemize yol açmıştır.
*** EOKA mücadelesi hiç kuşkusuz pek çok kahraman yaratmıştır. Ancak bu kahramanlıkların hem ödülü yoktu, hem de 160 bin yurttaşımızın yerinden edilmesine katkıda bulunmuşlardı... Hiç kuşkusuz mücadelenin ölümcül kurbanları, savaşan genç insanlardı: Patlayan her bombanın Kıbrıs’ı Yunanistan’a daha da yakınlaştırdığına inanarak hayatlarını feda etmişlerdi, oysa patlayan her bir bomba, Enosis’in tabutuna çakılan bir çiviydi...
*** Bir de şu vardır ki Atina’da EOKA’yı kuran bir avuç aşırı sağcı insanın kurmuş oldukları bu örgütün, uluslararası sömürgeci karşıtı hareketle en ufak bir ideolojik bağları yoktu... EOKA’nın kurucularının biyografilerini okuyan herhangi bir demokrat insan dehşet içinde kalacaktır – çünkü bu kurucuların tümü de monarşistler ve faşistlerdi, bazıları ise (örneğin Grivas gibi, Vezanis gibi) çok iyi bilinen düşmanla işbirliği yapan hainlerdi. İdeolojileri de milliyetçilik, şovenizm, yobazlık, soya dayanma ve anti-komünizmin bir karmasıydı... O nedenle EOKA üyelerinin sadece aşırı sağdan seçilmeleri de anlaşılabilir oluyor.
*** Nikos Kranidiotis’in de belirttiği gibi, “EOKA’ya savaşçı toplamak, Kıbrıslı gençliğin muhafazakar üyeleri tarafından yapılmış, özellikle dini örgütlere ve kiliseye ait örgütlenmelere üye ergenler arasından seçilmişler, böylece sağcı ideallerin “vatanseverlik” idealleri ve Kilise’nin mutaasıp geleneklerini içselleştirmişlerdi... Grivas, socuların EOKA’ya katılımlarını dışlamıştı. Böylece bu örgüt, tek yönlü bir karaktere sahipti ve kendi döneminin kurtuluş hareketleri çerçevesinin dışında kalmıştı mücadelesi de...” (“Zor yıllar – Kıbrıs 1950-1960” – ESTIA yayınları, sayfa 74-75).
*** O nedenle 1958 yılında EOKA’nın soculara karşı cephe açması ve soğukkanlılıkla çok sayıda solcuyu öldürmesi de şaşırtıcı değildir. Şanslıydık ki eylemleri 1959 yılı başlarında, Zürih-Londra Anlaşmaları’yla birlikte sona ermişti, aksi halde felaket sonuçlara yol açacak bir iç savaş çıkabilirdi...
*** Sol’un bu hareketten dışlanması yalnızca bu mücadelenin bir zaafı değil, aynı zamanda Doğu ile Batı’nın uluslararası çelişkilerine bu hareketin karıştırılması anlamına gelmekteydi. Yine N. Kranidiotis’in kitabından bir alıntı yapacağım: “Bu mücadele, benzer mücadelelerin sömürge-karşıtı karakterini kazanmamıştı ve özellikle ilk aşamalarda self-determinasyon prensibine de dayanmıyordu – ilk aşamada talep, Yunanistan ile birleşme idi ki buna Amerika da, Büyük Britanya da, Türkiye de, Sovyetler Birliği ve Birleşmiş Milletler de sıcak bakmıyordu – bu da Yunanistan ile Türkiye arasında ve nihayetinde Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler arasında ölümcül bir çatışmaya yol açacaktı...” (“Zor Yıllar” – sayfa 77).
*** Kıbrıs’taki derin devlet, tarihi gerçeklik ile milli söylem arasındaki açığı korumaya çalışır. O nedenle her sene düzinelerce papağanı işe alır ve onlar da milyonlarca kere “Eğer EOKA mücadelesi olmamış olsaydı, bugün özgürlük içinde nefes alamayacaktık” diye tekrar ederler ve bunun gibi benzer şeyler söylerler... Tabii ki! Faşist Adolf Hitler’in “Mücadelem” adlı kitabında yazmış olduğu gibi, “Eğer kitlelerin sempatisini kazanmak istiyorsanız, o zaman onlara en aptal ve en ilkel yalanları söylemek zorundasınız...”
(George Kumullis’in 2 Nisan 2022’de POLITIS gazetesinde Rumca olarak çıkan ve kendisinin ricamız üzerine İngilizce’ye çevirmiş olduğu makalesini İngilizce’den Türkçe’ye tercüme eden: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
Kıbrıslırum yazar Mihalakis Çapparillas, “Melandra House”ı ziyaret ederek yazdı:
“Mustafa, Melandra’daki evini unutamadığı için aynısını yaptırdı...”
Maraşlı Kıbrıslırum yazar Mihalakis Çapparillas, ALITHIA gazetesinde 27 Mart 2022 tarihinde yer alan yazısında, Mustafa ve Leyla Kıralp çiftinin Mağusa-Salamis yolundaki “Melandra House”ını kaleme aldı... Mustafa Kıralp’ın Melandra’daki evini unutamadığı için aynısını yaptırdığını, burasının çok etkileyici bir yer olduğunu kaydeden Mihalakis Çapparillas, “Melandra House’ın taştan yapıldığını, modern Kıbrıs’ın trajik tarihinin önemli bir parçası olduğunu” kaydetti ve Leyla Kıralp’ın öyküsüne de yer verdi...
Melandra House’la ilgili olarak Çapparillas, özetle şöyle yazdı:
*** Leyla, 10 Ekim 1981’de Baf’ın Melandra köyünden mimar Mustafa ile evlendi. Mustafa’nın ailesine ait ev, büyük bir avluya sahipti ve taştan yapılma bir evdi... O da evine geri dönmek istiyordu ancak bir çözüm için umutlar tükenirken, evinin tıpkısının aynısını inşa etmeye karar verdi. Mustafa herşeyi planlamıştı...
*** Doğup büyüdüğü evi hiç unutamamıştı... Tüm paralarını harcayarak bu evin aynısını inşa ettiler. Ön tarafına kültürel mirasla ilgili bir müze kurdular. Burada Kıbrıs Cumhuriyeti armalı eski bir çeşme, bir yağ değirmeni, işlemeleri örtüleriyle demir bir garyola, bir de beşik var... Sanki de 20nci yüzyılın başlarında eski bir Kıbrıs avlusundaymış gibi hissedersiniz burada. Buraya barışın simgesi olarak zeytin ağaçları da ektiler...
*** Tüm bunları ortak yurdumuza yönelik sevgiyle yaptılar, annelerinin ihanetine uğramış olan ortak yurdumuz için sevgiyle... Burasının adını “Melandra House” koydular. Burası Melandra Kültür Merkezi’dir. Giriş ücretsizdir. Tek oğlucukları Şevki, Yunan dili edebiyatı okudu ve halen Lefkoşa’da bir üniversitede profesördür. Tüm aile bu güzel evde yaşıyor ve Leyla gelenlere kendi yaşam öyküsünü, kaybettiği insanların ve yerlerin acısını aktarıyor... Barış ve Kıbrıs’ın yeniden birleştirilmesinden söz ediyor... Oradan geçerseniz, bu evi ziyaret ediniz... Size çok şey hatırlatacaktır...”
GEÇMİŞLE YÜZLEŞME KONUSUNDA DÜNYADA NELER YAŞANIYOR?
“Bosna savaşı kurbanı altı “kayıp” çocuk kimliklendirildi...”
Bosna-Hersek’te yaşanan savaşta “kayıp” edilmiş olan altı çocuğun, 30 sene aradan sonra kalıntılarının bulunarak kimliklendirilmiş olduğu bildirildi.
Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı BİRN’de yer alan habere göre 1993 senesinde savaş esnasında Vitez bölgesinde “kayıp” edilen 13 Boşnak’tan geride kalanlar bulunarak kimliklendirildi – bu 13 kişinin altısı çocuklardan oluşuyordu...
Bosna Kayıp Şahıslar Enstitüsü’nden BİRN’e geçtiğimiz Cuma günü yapılan açıklamada, Vitez belediyesine bağlı Kratine köyünden 17 Nisan 1993’te “kayıp” edilmiş 13 Boşnak “kayıp” şahsın kalıntılarının bulunarak kimliklendirilmiş olduğu belirtildi.
Bosna Kayıp Şahıslar Enstitüsü Sözcüsü Emza Fazliç, yaptığı açıklamada bu 13 kişinin altısının çocuklar olduğunu kaydetti. Fazliç, şöyle dedi:
“1993’te savaş esnasında civar köylerden 30 kişi kaçmıştı ve Kratine köyünden geçmekteydiler, burada durdurulup öldürülmüşlerdi. Onlardan geride kalanlar Mostar bölgesinde 1998 yılında kazılarak çıkarılmıştı. Kurbanların kimlikleri önce DNA analizleriyle belirlenmiş, ardından da aile bireyleri tarafından bu kimlikler doğrulanmıştı.
Fazliç, devamla şöyle dedi:
“Vitez yakınlarındaki Nadioçi’den Salkiç ailesinin beş bireyi bugün Visoko’da resmi olarak kimliklendirildi. Bunlar 1955 doğumlu Emsad ile eşi 1959 doğumlu Nihada idi, ayrıca sekiz yaşındaki kızları Melisa, 12 yaşındaki kızları Nermin ve 14 yaşındaki evlatları Senad da kimliklendirildi. Yine aynı şeklide Edin ve Elvedin Kerimiç’in kimliklendirilmeleri tamamlandı, Adis Salkiç ve kızkardeşi Adisa’nın kimliklendirilmeleri de tamamlandı. Adis, öldürüldüğü zaman henüz 15 yaşındaydı, kızkardeşi Adisa da 12 yaşındaydı. Diğer kurbanlar ise Ramo Osmankeviç, Semir Horo, Abdullah Pezer ve Emel Zatayiç idi... Salkiç ve Kerimiç ailesinden bu savaş kurbanları, 7 Mayıs’ta Vitez’de toprağa verilecek...”
(BİRN’den derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).