“Kıbrıs’ta aşırı sağcı eğitim sansürü ve yozlaşma...”

Sevgül Uludağ

 “Yozlaşmanın kök saldığı Kıbrıs hükümeti, ders kitaplarından sayfaları yırtmakta ve ressam Yorgos Gavriel’e sansür uygulamaya çalışmaktadır...”

 

Dr. Miranda Hristu

***  Yozlaşmanın kök saldığı Kıbrıs hükümeti, ders kitaplarından sayfaları yırtmakta ve ressam Yorgos Gavriel’e sansür uygulamaya çalışmaktadır...

Kıbrıs’ta aşırı sağcı ELAM partisi büyümekte, hükümet yolsuzluk skandallarıyla çalkalanmakta ve Eğitim Bakanlığı ise sırf Atatürk’ten söz ediyor diye ders kitaplarından sayfaları yırtmaktadır. Ressam ve öğretmen olan Yorgos Gavriel, provokatif sanatı aracılığıyla bu dönemin ruhunu yakalamakta ancak “milli karakterlere hakaret etmek” gerekçesiyle disiplin eylemleriyle karşı karşıya kalmaktadır.

***  Kıbrıs’ta “Kıbrıs Milli Halk Cephesi – Ethniko Laiko Metopo” yani ELAM, Mayıs 2021’deki Kıbrıs parlamentosu için seçimlerde temsiliyetini ikiye katlamış ve %6.78 ile 4 milletvekili çıkarmıştır. ELAM, Yunanistan’daki Altın Şafak’ın bir devamıdır, aşırı sağcı, yerelci ve göçmen karşıtı bir partidir, iki toplumlu, iki bölgeli federal bir çözüme de katı bir muhalefet etmektedir ki bu çözüm şekli, 1970’lerden bu yana yerleşmiş çerçevedir Kıbrıs’ta.

***  Daha da önemlisi Altın Şafak örgütünün neo-Nazi sembolizmini ve şiddet dolu patlamalarından kaçınarak kendini gizlemekte ve bir defasında Kıbrıs Başpiskobosu’nun belirtmiş olduğu gibi kendilerini “iyi çocuklar” imajıyla takdim etmeye çalışmaktadır.

***  Kıbrıs’ın bu “ciddi” Altın Şafakçıları, şimdilerde parlamentoda “nüfus/demografi sorunu”na ilişkin bir ad hoc komitenin başkanlığını yapmaktadır – bunu da halen iktidarda bulunan merkez sağ partisi DİSİ’ye parlamentoda liderliği ele geçirmesinde yardım ederek yapmıştır. Bu hareket de ELAM’ın “yasadışı göçmen” dedikleri göçmenlere ve mültecilere yönelik sözcüklerini de yansıtmaktadır.

***  “Faşizm nedir...” başlıklı internet sitelerindeki makalede ELAM, “Faşizm, bir ülkenin düşük doğum oranı nedeniyle tehlikeye girmesidir, yurttaşlarının kendileri temel şeylerden mahkum iken yasadışı göçmenleri kabul etmeye devam etmesidir ve sizin “konukseverliğinizin” sınırlarını açıkça tüketmiş olmalarına rağmen üstüne üstlük kendilerine para da vermenizdir...” diye yazıyor.

***  ELAM’ın bu çarpıtıcı sözcükleri, kendi etnik kimliğini 1974 göçmenlerinin yaşadığı acı ve travma üstünde kurmuş olan bir ülkede insani acılara ilişkin kamuoyu tartışmalarını sağ çizgiye doğru itmektedir.

***  Mültecilerin gemilerini yasadışı biçimde Lübnan kıyılarına doğru kovalayan veya aşırı sert Kıbrıs güneşi altında denizde çocukları bekleterek onları tehlikeye sokan yetkililere ilişkin haberler karşısında yakın geçmişte İçişleri Bakanlığı, hükümeti savunmaya geçmiştir. Bu aynı bakan apartheid politikalarına da bulaşarak bir bildiri yayımlamıştı ve iltica etmek isteyenlerin bir köye yerleşmelerine izin verilmediğini belirtmişti, bakana göre bu mültecilerin gelişi “sosyal problemlere” ve “nüfus değişimine” yol açıyordu... 

***  ELAM’ın sloganı “ülke, din, aile”dir ve Hristiyan değerlere bağlılık iddia edenlerin bu ikiyüzlülüğünü, Yorgos Gavriel’in resimlerinden birisi açıkça sergiliyor: Bu resimde İsa, bir mülteci kampında görülüyor... Gavriel’in resimlerinden çoğu provokatiftir, İsa’yı çıplak olarak gösteriyor veya Başpiskobos’un üstüne işeyen bir köpek çiziyor mesela...

***  Eylül 2021’de Eğitim ve Kültür Bakanlığı, Gavriel’in Eğitim Hizmetleri Komitesi’ne giderek özür dilemesi gerektiğini, “sivil ve dini kurumlara hakaret, dini smebollere ve Kıbrıs’ın tarihi-milli karakterlerine hakaret” gerekçesiyle disiplin suçlamalarıyla karşı karşıya kalacağını duyurdu.

***  Kamuoyunun şiddetle buna karşı çıkması üzerine Cumhurbaikanı’nın kabinesi, bu soruşturmayı iptal etti. Ancak hükümetin bu tavrı zaten açığa çıkmıştı çünkü konu taa Avrupa Parlamentoso’na kadar gitmişti ve Avrupa Parlamentosu Kültür ve Eğitim Komitesi Başkanı da, Gavriel’in ifade özgürlüğüne yönelik ihlallere ilişkin kaygılarını dile getirmişti.

***  Aynı dönemde Eğitim Bakanlığı yetkilileri Oxford Üniversitesi Yayınları tarafından liseler için çıkarılan İngilizce Dili Ders Kitabı’nda kendilerince bir hata keşfettiler, bu kitapta “Türkiye’nin en büyük kahramanı” yazıyor ve Atatürk’ün bir fotoğrafı gösteriliyordu. Bu da bazı üst düzey yetkilileri kızdırmış ve o sayfanın kitaplardan yırtılması için bir emir yayımlamışlardı. Bakanlık durumu kurtarmak maksadıyla kitabın tedrisattan kaldırılacağını ve neden bu kitabın seçilmiş olduğuna ilişkin karar verme süreçlerinin soruşturulacağını duyurdu. Tüm bunlar olurken ise ELAM, Gavriel’in sansüre uğratılmasında ısrar ediyordu...

***  El Cezire televizyonunun “Kıbrıs Dosyası”na ilişkin yakıcı videosunda, o dönemin Kıbrıs Parlamentosu Başkanı olan şahıs, gizlice videoya alınmıştı, elinde şarap bardağı vardı, varılan anlaşmayı göz kırparak kabul ediyordu – bir diğer önde gelen avukat ise bir başka sahnede, “This is Cyprus!” diyordu (“Kıbrıs budur işte!”)...

***  Bu videodaki çerçeve şuydu: Kılık değiştirmiş gazeteciler sözde bir gizli anlaşma aypıyorlardı ve bu çerçevede Kıbrıs’ın hukukçularının ve yetkililerinin, tartışmalı bir milyardere bir pasaport sağlamak maksadıyla yasaları çiğneyip çiğnemeyeceklerini belgeliyorlardı... Bu pasaport sağlama işi sözde Kıbrıs Yatırım Programı çerçevesinde yapılıyordu. Buldukları yanıt, evet kesinlikle yasaları çiğneyeceklerdi hukukçular ve yetkililer bunun için...

***  El Cezire’nin videosu ortaya çıkınca, Anastasiadis’in hükümeti bu programı iptal etmeye ve bir soruşturma yürütmeye koşturdu. Cumhurbaşkanı kendini bu fiyaskodan uzak tutarken, yozlaşmaya karşı gruplar ise ailesinin hukuk firması aracılığıyla “Altın pasaportlar”la bağını ortaya koymaktaydılar.

***  Ancak Anastasiadis, tümüyle açığa çıkmıştır bu konuda: Avrupa Parlamentosu’nda Pandora Belgeleri konusundaki bir karar taslağı, siyasi liderlerin tartışmalı işlemlerle bağlandığı mali dökümanlara işaret ediyor ve bunları “kınıyor”...

***  Kıbrıs’taki yozlaşmanın derinliği, Makarios Druşodis’in “Çete” adlı kitabında da detaylandırılmıştır. Araştırmacı bir gazeteci olan Druşodis, 2013’teki Avrupa grubu pazarlıklarında ön saflardaydı ve ona göre Anastasiadis, o dönemde kendi zengin Rus oligark müşterilerinin çıkarlarını, kendi halkının iyiliğinden önce tuttuğunu ortaya koyuyor.

***  Druşodis’in bir ulusal TV programına çıkarak Pandora Belgeleri’nde ortaya konanların, kendi “Çete” kitabında öne sürdükleriyle nasıl güçlendiğini aktarması bekleniyordu ancak son anda onun bu programa çıkması iptal edildi. Yerel medya da, onun kitabını ilginç biçimde görmezden geliyor...

***  İlginç biçimde 2020 yazında, tam da Druşodis’in “Çete” kitabı yayımlanmadan birkaç ay önce, yıllardır devam eden ve evindeki güvenlik sistemi ile belgelerine sızıldığını açıklamıştı... Druşodis’in “Krans Montana’daki Suç” başlıklı bir sonraki kitabında da Anastasiadis’in müzakerelerden kaçındığı ve iki devletli çözümü onun önermiş olduğu ortaya konuyor...

***  Ortaya dökülen bu olaylar, sıradan bir kayırmacılık değildir Kıbrıs yaşamında – yüzyıllardan bu yana devam eden birşeydir. Sarah Kendzior’un ABD politikalarını “Hiding in Plain Sight”ta (“Gözönünde Saklanmak”) tarif ettiği şekilde,  “hükümet aslında uluslar ötesi bir suç örgütüdür ve hükümet rolü oynamaktadır” – ve Kıbrıs’ı da aynı düzeye koyuyorlar... İlginç biçimde ELAM, Pandora Belgeleri’nin parlamentoda tartışılmasına, Anastasiadis’in partisiyle birlikte red oyu vermiştir.

***  Ancak bir de umut ışığı vardır: Os Dame (“Yeter!” demektir), ortaya çıkmıştır – ilerici gençlik gruplarının çok sıkı bağlarla bağlı olmayan bir organizasyonla bir araya getiren bu grup, hükümetin yolsuzluklarına ve ırkçı politikalarına karşı mitingler düzenlemiştir. Şubat 2021’de polis onların barışçıl bir mitingini dağıtmak gerekçesiyle basınçlı su kullanmış ve pek çok insanın yaralanmasına, bir şarkıcının da kısmi olarak kör olmasına yol açmıştır. Gavriel bu sahneyi de yakalamıştır: O günlerin Adalet ve Kamu Düzeni bakanı olan şahıs, (ki kendisi Anastasiadis’in kızlarının yakın arkadaşıydı), şarkıcının yaralı bedeni üzerinde durmaktadır.

***  Tüm bunlar ELAM’ı birincil bir konumda buluyor: kullandıkları dil, hükümetin en üst düzeylerine kadar sızmış durumdadır ve Anastasiadis’in Kıbrıs sorununu ele alış biçiminde muhalefetlerini sürdürmektedirler. Bu arada Kıbrıslırum toplumunu aşındıran nihilizmden ve düşkırıklığından beslenmeye devam etmektedirler... Bunlar da “ulusal çıkarların”, bazı politikacıların kendi kişisel çıkarlarından sonra geldiğini anlamaktan kaynaklanıyor...

https://rantt.com/the-rise-of-far-right-educational-censorship-and-corruption-in-cyprus?fbclid=IwAR13Ky4rCZrM9B8g8eNPTjnSdteRePExN9tD-U-oE72Iw6pTK5G0nD775X0

(Centre for Analysis of the Radical Right – Radikal Sağı Analiz için Merkez CARR’da yer alan Dr. Miranda Hristu’nun 15 Aralık 2021 tarihli bu yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).


BASINDAN GÜNCEL...

“Evimizde isim günü kutlamaları...”

Sosi Antikacıoğlu

Bugünlerde doğum günü kutlamaları yediden yetmişe herkes için sıradan oldu ama eskiden sadece çocukların doğum günü kutlanır, yetişkinler için bunun sözü bile edilmezdi. Ermenilerin ise kutlama konusunda bir ayrıcalığı vardı. Her azizin özel gününde onun adını taşıyan yetişkinlerin ‘isim günü’ kutlanırdı. Bizim ailede aziz ismi taşıyan dedem Agop’tu ve Aralık ortalarında bir cumartesine düşen Surp Agop (Aziz Agop) günü her yıl büyük bir tantanayla karşılanırdı evimizde.

Surp Agop Ermenilerin en önemli azizlerinden biri olduğu için eskiden onun adını taşıyanlar çoktu ve onların isim gününde evden eve tebriklere gidilir, cemaat içinde yoğun bir hareketlilik olurdu. Sabahleyin de İstanbul’daki bütün Ermeni kiliselerinde aziz onuruna ayin yapılırdı. Günümüzde durum değişik. Şehrimizdeki Ermeni sayısı azaldı, Agop ismi artık pek az kullanılıyor, bütün kiliselerde ayin yapacak sayıda da din adamı yok ama ufak çapta bile olsa Surp Agop kutlama geleneği hâlâ devam ediyor.

Nuh’un gemisi

Nuh’un gemisinin kalıntılarının Ağrı Dağı’nın tepesinde bulunabileceğini ilk ileri süren Surp Agop’dur. Tufana inanmayanlara aksini ispat etmek üzere uzun süre dağı karış karış gezen aziz rivayete göre bir gün bitkin bir şekilde yerde kıvrılmış uyurken bir melek gelip gemi kalıntısını nerede bulabileceğini söylemiş ve aranan kanıt böylece bulunmuş. Bu kalıntı günümüzde Erivan yakınlarındaki Eçmiadzin’de, dünya Apostolik Ermenilerinin ana kilisesinde sergilenmektedir.

Aziz dördüncü yüzyılın ortalarında ölür ve yaptırmış olduğu kiliseye gömülür. Nusaybin 363 yılında Persler tarafından fethedildiğinde Surp Agop’un mezarı açılır ve kemikleri şehirden göç edenler tarafından ilk önce Urfa’ya sonra İstanbul’a getirilir, zaman içinde de dünyanın dört bir yanındaki Ermeni kiliselerine dağıtılır. Günümüzde Amerika ve Kanada dahil muhtelif ülkelerdeki kiliselerde Surp Agop’un olduğu rivayet edilen kemik parçaları muhafaza edilmektedir.

Azizin adını taşıyan dedem Agop’a gelince, o ismini taşıdığı azizden çok farklı biri, dünyevi keyiflerin insanıydı. Eğlenceyi, yemeyi içmeyi, şarkılar söylemeyi seven şen bir adamdı ve evimizde onun isim günleri tam gönlüne göre kutlanırdı. Aynı evde yaşardık, ben onun sonsuz şımarttığı ilk torunu, gözünün bebeğiydim.

Dedemin hikâyesi

Dedem, Gelibolulu hâkim ve Abdülhamit’in Hazine-i Hassa Vekili Kaspar Efendi ile İsguhi Çınaryan’ın oğlu olarak 1886’da doğmuş. İyi eğitim almış, genç yaşta ticaret hayatına atılmış. Tekirdağlı Agopoviç ailesinin güzeller güzeli kızı Mannig’le evlenmiş. Evliliklerinin ilk yıllarında Gelibolu’da, 1915’den sonra İstanbul’da yaşamışlar ailecek. Rahat bir hayatları olmuş, varlıklıymışlar. Anlatılanlara göre evlerinde dillere destan, yüzlerce misafirin ağırlandığı Surp Agop davetleri verilirmiş zamanında. O davetlerden tek bildiğim ana yemeğin hep anneannemin ünlü bıldırcınlı pilavı olması. Benim aklımın ermeğe başladığı yıllarda ise ailem artık orta halliydi, anneannem ölmüştü, ama Surp Agop kutlamaları o kadar kalabalık olmasa bile hâlâ benim çocuk gözüme göre görkemli şekilde yapılırdı. Yemek konusuna gelince, insanlar değişik saatlerde gelip gittikleri için açık büfe şeklindeydi ve büfenin her yıl vazgeçilmezi dedemin çok sevdiği ıspanaklı börekti.

Bu kutlamaların en önemli özelliği davetle olmamasıydı. Hazırlıklar kaç kişinin geleceği bilinmeden yapılır, ismin sahibine saygı göstermek isteyen herhangi bir kişi o gün kapıyı çalıp tebrike gelebilirdi. Bu da sosyal açıdan son derece farklı kişilerin beraber oturup vakit geçirdiği ilginç bir ortam yaratırdı. Örneğin bizdeki kutlamalarda Ermeni toplumunun üst düzeyinden sayılan bazı kişiler, piyanist annemin sanatkâr arkadaşları, gazeteci babamın yazar çizer dostları, dedemle babamın iş yerlerinde çalışanlar, evin yardımcısının aile fertleri hepsi tebrike gelip eşit izzet ikram görürlerdi. Emekçiler kalantor hanımlarla beylerden çekindikleri için kapıya yakın iskemlelerin ucuna eğreti bir şekilde tünemeye çalışırlardı. Bizimkiler onları rahat ettirmek için özel çaba gösterir, daha rahat yerlere oturturken bazı hanımlarla beylerin bu kaynaşmadan hoşnut kalmadıkları yüz ifadelerinden belli olurdu. 

‘Hent’ Bercuhi

Çocukluğumun Surp Agop’larının müdavimlerinden bazılarını hiç unutmadım, bunların başında da Hent (Deli) Bercuhi gelir. Her isim gününde muhakkak dedemin elini öpmeye gelirdi. Annemden biraz büyüktü ve hayatını şapkacılık yaparak kazanırdı. Deli olarak tanımlanma nedeninin zamanın geleneksel kadın normlarına uymaması ve aklına geleni rahatça söylemesinden dolayı olduğunu ancak çok sonradan anladım.

Dedem varlıklı günlerinde uzak akrabası Bercuhi’nin ailesi sıkıntıdayken onlara yardım etmiş, o da bunu hiç unutmamış, hep müteşekkirdi dedeme. Benim hayran olduğum omuzlarına dökülen lüle lüle platin sarısına boyanmış saçları vardı. Kıpkırmızı ruj sürer, rengârenk açık saçık giyinir, bol takıp takıştırırdı. On parmağında on Beyoğlu taşlı yüzükle gezerdi. Hafifmeşrep olduğu, genç adamlarla düşüp kalktığı konuşulurdu ama ben etraftayken insanlar kaş göz işareti yapıp birbirlerini susturdukları için o konunun ayrıntılarını bilmezdim, ama bir kez “Kimsenin kocasına yan bakmaz!” diyerek annemin onu koruduğunu duymuştum. Bercuhi güler yüzlü, şen şakraktı. Kapıdan içeri girer girmez “Agop Enişteciiiiim!” diye bir çığlık atar, koşarak gidip ilk önce elini sonra iki yanağını şapur şupur öperdi. Herkese yapıldığı gibi o da buyur edilir, hemen ikram tabağı verilirdi eline. Ailede lakabı ‘hent’di ama hepimiz severdik Bercuhi’yi, hele ben geldiğinde bayram eder, gider dizinin dibinde otururdum. Bir keresinde kapıyı çaldığında ben açmış ve sevinçle içeriye “Dedeeee, Hent Bercuhi Tantig geldi!” diye seslenmiştim. Bunu duyan Bercuhi alınacağına bir kahkaha atmış ve “Bak böyle ileri geri konuşursan sana da deli derler ileride bilmiş olasın ha!” demişti bana.

Bercuhi hiç çekingenlik yapmaz, boş bir koltuk bulunca gider en güzel yere kurulurdu. Bunu gören birkaç kendini soylu addeden kişinin ağzı hafif büzülmeye başlardı. Cin gibiydi Bercuhi, hemen durumu fark eder, kendince dalgasını geçerdi o ağız büzenlerle. Örneğin her hareketi ölçülü biçili kibirli Sırpuhi Hanım vardı. Kocası bankerdi ve yardım işlerine bol bağış yaptığı için her ortamda kabul görürlerdi karı koca. Bir keresinde Sırpuhi Hanım tuvalete gitmek için koltuğundan kalkınca Bercuhi gitti onun yerine kuruluverdi. Sırpuhi dönüp orası benim yerimdi diye ikaz edince de “Hayrola, koltuklar numaralı mı?” diye sorup hiç istifini bozmadı, kadın da naçar gidip başka yere oturdu.

Bercuhi arada bana takılır, “Kız nedir bu seni rahibe gibi giydiriyorlar lâcivert elbise siyah pabuç, yok mu şöyle bir kırmızı kurdelen getir de saçına bağlayayım” der, bazen de tuttururdu illa ki “bunun kulaklarını deldirin küpesiz kız mı olur” diye. Ortaokul yıllarımda bir gün geldiğinde, “Çok ders çalışıyor bu kız olmaz ki, baksanıza kitap okuya okuya yüzü kâğıt rengi olmuş biraz dışarı çıksın iki oğlan görsün yüzüne renk gelsin,” deyince ben kendimi savunmak için “Yok Bercuhi Tantig, ben oğlanlara bakıyorum,” deyivermiştim. Bu lafıma misafirlerin bir kısmı kahkahalarla gülerken diğerleri yüzlerini karartarak kaşlarını çatmışlardı.

‘Mıymıy Jirayr’

Benim için o kutlamalara gelen en eğlenceli tip Hent Bercuhi ise en sıkıcı olanı da ‘Mıymıy Jirayr’dı. Jirayr yakışıklı sayılabilecek eli yüzü düzgün adamdı ama boynu bükük gezerdi, hep mutsuzdu. Karısı onu bırakıp başkasına kaçmıştı ve yıllar geçtiği halde Jirayr etrafındakileri esir alır eski karısını anlatır dururdu. Diğer ziyaretçiler onun yanına oturmamak için akla karayı seçerlerdi. Evliyken onu seviyor mu diye karısını nasıl denediğini anlatarak söze başlardı Jirayr: Sabah işe giderken kravatını özellikle çarpıtır, bakalım düzeltecek mi diye beklermiş. Akşam yorganı üstünden atar, uyanık beklermiş kadın bir ara yorganı üstüne örtecek mi diye. Hep ters giden, devamlı değiştirdiği işleri de diğer favori konusuydu.  Bir ara toptan peynir alıp perakende satıyor, biz de o kazansın diye berbat peynirler yiyorduk. Allahtan o iş uzun sürmedi ama o günden sonra masamızda tatsız tuzsuz bir şey olduğunda hemen birbirimize “Yoksa Mıymıy Jirayr şimdi de bunu mu satıyor?” diye sorardık.

Surp Agop’dan aklımda kalan aile geleneklerimizden en hoşuma giden misafirlerin dedemin şerefine birkaç kez kadeh kaldırıp hep bir ağızdan “Hip hip hip hurra!” diye bağırmalarıydı. Bir iki de şarkı söylenirdi o kutlamalarda muhakkak. Bunlar, oradaki çoğu kişinin bildiği neşeli Ermenice şarkılardı. Artık hiçbirinin ne melodisini ne de kelimelerini adamakıllı hatırlıyorum ama bir tanesinde birkaç kez kahkaha atar gibi “Ha ha ha!” denildiği hâlâ kulaklarımda çünkü o kısma ben de heyecanla avaz avaz katılır, o sırada da ‘Hent Bercuhi’nin tempo tutan ellerinde parıldayan yüzükleri seyrederdim hayranlıkla. Unutamadığım başlıca anım ise günün odağı olan dedemin bana her gözü takıldığında sevgiyle parlayan gözleri ve “Gel bakalım Sosicik, hadi gel kucağıma,” diyen sesi...

(AGOS – Sosi ANTİKACIOĞLU – 19.12.2021)