“Kıbrıs’ta barış ve uzlaşı için bir yol...” (1)

Sevgül Uludağ

Barış aktivisti, akademisyen Maria Hacıbavlu, “Green European Journal” dergisine verdiği röportajda, Kıbrıs’ın geçmişine ve geleceğine bakıyor.

Maria Hacıbavlu’yla çok uzun yıllardır tanışıyoruz, birlikte pek çok iki toplumlu grupta ve “Sınırı Aşan Eller” iki toplumlu kadın örgütünde barış için, uzlaşma ve yeniden yakınlaşma, bir barış kültürü yaratmak için gönüllü olarak birlikte çalıştık... Maria Hacıbavlu, yalnızca bir akademisyen değil, aynı zamanda bir barış aktivisti... Son 40 yılını bu konularda atölye çalışmaları yaparak, yazılar yazarak, kitaplar yayımlayarak geçirmiş...

Derginin Ocak 2024 tarihli sayısında yer alan röportajını, okurlarımız için özetle derleyip Türkçeleştirdik... Kıbrıs Üniversitesi’nde Sosyal ve Siyasi Bilimler Bölümü eski öğretim görevlisi de olan Maria Hacıbavlu, Ksenya Samultseva’ya verdiği röportajda özetle şöyle diyor:

“ADADA KİMLİK SORUNU VAR...”

KSENYA SAMULTSEVA: Kıbrıs sorununu, sürüncemede kalmış diğer çatışmalardan farklı kılan nedir?

MARİA HACIBAVLU: Öğelerden biri Kıbrıs çatışmasının ve nedenlerine dair farklılıkların çok köklü olmasıdır. Yüzyıllık dış müdahalelere bir de 1970’li yılların Soğuk Savaş politikalarının katılmasıyla birlikte yerel faktörlerin etkileşimleri sözkonusudur. Buna ek olarak bir de kimlik sorunu vardır: adadaki her bir ana toplumdan biri olan Kıbrıslırumlar’la Kıbrıslıtürkler’in kendilerini nasıl tanımladıkları, etnik kökenlerile bağları ve ilişkileri ve “anavatanları” olan Yunanistan ve Türkiye’ye bağları ve ilişkilerini (kastediyorum).

Kıbrıs’ın anti-sömürgeci bir hareketi vardı, buna Kıbrıslırum örgütü EOKA önderlik ediyordu (Kıbrıslı Savaşçıların Milli Örgütü) ki bu örgüt Kıbrıslıtürkler’le komünistleri dışlamıştı. EOKA’nın vizyonu bağımsız bir ada değildi, “Enosis” ya da “anavatan” Yunanistan ile birleşme idi – bu hedefine de ulaşamadı. Buna yanıt olarak Türkiye’nin yardımıyla Kıbrıslıtürkler de kendi örgütlerini kurarak “taksim” ya da adanın bölünmesini talep ettiler. Britanya sömürgeciliğinin sona ermesi ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1960 yılında kurulmasıyla birlikte, birbirine karşıt vizyonlarla savaşan ancak bunları gerçekleştiremeyen insanlar vardı. Bir yandan yeni kurulan cumhuriyetin iki toplumlu, iktidarı paylaşacak, tek uluslararası kimliğe sahip bir devlet olması öngörülürken, pratikte bu çalışmadı. Cumhuriyet ancak üç sene sürdü: Aralık 1963’te toplumlararası çatışmalar patlak verdi.

Bir diğer önemli öğe de garantör güçlerin rolüdür. Yunanistan, Türkiye ve Büyük Britanya’nın, devletin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını korumaları öngörülmekteydi. Ancak dekolonizasyon gerçekte tam olarak tamamlanmayacaktı. Büyük Britanya’nın adada 99 mil karelik toprak işgal eden iki egemen üssü vardır. Örneğin ne zaman Orta Doğu’da bir sorun çıksa, bu üsler NATO üyeleri tarafından ihtiyaçlarına göre kullanılmaktadır – oysa Kıbrıs bir NATO üyesi değildir.

Son olarak özellikle İrlanda adasıyla kıyasladığımızda, Kıbrıs’ta beklenmedik şey, 2004 yılında Birleşmiş Milletler’in önermiş olduğu Annan Planı’nın referandumdaki başarısızlığıdır. Kıbrıslıtürkler’in yüzde 65’i adanın yeniden birleştirilmesinden yana oy kullanırken, Kıbrıslırumlar’ın yüzde 76’sı buna karşı oy kullanmış ve böylece plan geçmemiştir. Bu çok önemli bir nokta ve kaybedilmiş bir fırsattı çünkü o günlerin uluslararası iklimi, bir çözüme çok uygundu ve Kıbrıs da birleşik bir ada olarak AB’ye katılacaktı. Bunu izleyen şey ise, toplumlararası kutuplaşmanın artması ve bunun da bizi geriye iterek güvensizlik ve korkuları yeniden alevlendirmesi olmuştur.

“AB, DAHA ÇOK ŞEY YAPABİLİR...”

KSENYA SAMULTSEVA: Avrupa Birliği’ne (katılım) çatışmayı ve bugüne kadar bir çözüm arayışını nasıl etkiledi?

MARİA HACIBAVLU: Kıbrıs sorununun ve barış görüşmelerinin BM şemsiyesi altında olduğu gerekçesiyle bugüne kadar Avrupa Birliği pek fazla bir şey yapmadı. Müzakereleri destekledi, bir gözlemci olarak hizmet verdi ama işte o kadar. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin şimdiki Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, AB’nin rolünü derinleştirmeye çalışmaktadır. Ancak şu ana kadar AB tarafından (bu konuda) herhangi bir taahhüt verilmemiştir. Ayrıca hem Türkiye’den, hem de Kıbrıslıtürkler’in şimdiki lideri Ersin Tatar’dan – ki kendisi Kıbrıslırumlar’ca kabul edilmez olan iki devletli bir çözümü ileri sürmektedir – AB’nin müzakerelere doğrudan karışmasına direnç vardır. Kıbrıslırumlar’ın da pek çok Kıbrıslıtürk’ün de, AB’den daha fazla beklentisi vardır.

“AB, BU HATADAN DERS ÇIKARMALI...”

KSENYA SAMULTSEVA: AB’nin gelecekteki rolü ne olabilir? Atabileceği adımlar ya da ortaya koyabileceği projeler var mıdır?

MARİA HACIBAVLU:  Annan Planı’nın başarısızlığı topluma, özellikle de Kıbrıslırum toplumunun bir çözüme hazır olmadığını gösterdi. Bunun için gerekli kültürü yerleştiremedik. İnsanlar iyi bilgilendirilmiş değildir. Genellikle yanlış bilgilendirmeye ya da yarı-gerçeklere dayalı siyasi söylemler ve parti çıkarları onları sürükledi. Referandumdan sonra bir projenin ve bir ekibin parçası olarak pek çok Kıbrıslırum göçmen bölgesini ziyaret ettim ve insanlara tartışılan mülkiyet konusunda (iki toplumdan yerinden edilmiş insanların mülkiyet talepleriyle ilgili olarak) Annan Planı’nın neler getirmiş olabileceğini kendilerine izah ettik. Bu konularda, örneğin iki ana kent ile Kıbrıslırumlar’ın 100 köyünün iadesi konusunda bilgisizlik vardı, planın getirileri konusunda anlayış eksikliği vardı... Gerek Kilise’nin, gerekse yeni seçilmiş Cumhurbaşkanı Tassos Papadobullos’un bölücü söylemleri, bilinmeyene karşı korkuları kuvvetlendirmişti açıkçası. Kıbrıs’ı AB’ye kabul etmekle, Kıbrıslılar’ın yeniden birleşmeye destek verecekleri konusunda düşünmeleri için gerek AB, gerekse BM de yanlış yönlendirilmişti. Arazide olup biteni okuyamamışlar ve birleşik bir Kıbrıs’ın ne anlama geleceğine dair vizyon ortaya koymakta yeterli çabayı göstermemişlerdi. Kıbrıslırumlar’ın ezici çoğunluğu “AB’ye girinceye kadar bekleyelim ve o zaman daha iyi bir çözüm elde ederiz” şeklindeki söyleme kapılıp gitmişlerdi...

Geçmiş hala bugünde yaşıyor ve geleceği dikte ediyor. O geçmişle yüzleşmek, her bir tarafın bu çatışmayı yaratmaktaki sorumluluğuyla yüzleşmek demektir.

Günüzde AB, bu hatadan ders çıkarmalı ve insanları çözüme, yeniden uzlaşmaya, birlikte varolmaya hazırlayacak programları finanse etmeye başlamadılar – bunlar birleşik bir adanın ana unsurlarıdır. Çünkü beğensek de, beğenmesek de burada birlikte yaşayacağız ve her yönden birbirimize bağlı olacağız. Kıbrıs Rumlar’ın, Türkler’in, Ermeniler’in, Maronitler’in, Latinler’in ve diğerlerinin ortak vatanıdır.

“YENİDEN YAKINLAŞMA KONUSU CİDDİYETLE ELE ALINMADI...”

KSENYA SAMULTSEVA: Sürüncemede kalmış pek çok çatışmada tazminat, adalet ve yeniden uzlaşma konularında müzakereler bulunuyor. Kıbrıs’ta bu konular nasıl ele alınıyor?

MARİA HACIBAVLU: İktidarı paylaşma, yönetim, mülkiyet, ekonomi ve benzer konular kadar ciddiyetle ele alınmamıştır yeniden yakınlaşma konusu. Yeniden yakınlaşma çoktan başlamalıydı çünkü Güney Afrikalı rahip ve teolog Desmond Tutu’nun da dediği gibi, böylesi bir süreç uzun vadeli bir süreçtir ve kuşaklar boyu devam eder. Kökleri derinlere inen çatışmalarda ele alınmaış pek çok tarihsel dertler mevcuttur, karşılıklı korkular, adaletsizlik olarak algılanan şeyler, acı dolu hatıralar ve dışlanmalar vardır – bunları uzlaştırmak için birkaç kuşağın geçmesi gerekir. Kayıp şahıslar insani konusu mesela her iki tarafça birbirini şeytanlaştırmak ve yeniden birşeşmeye karşı kullanılagelmiştir – bu da yeniden yakınlaşmaya yardım etmiyor. Bunu ele alarak ortak acıları kabul etmek, yeniden yakınlaşma süreci için yaşamsaldır.

Bir Hakikat ve Yeniden Uzlaşma Komisyonu kurulmasına dair bir tartışma mevcuttur. Birkaç sene önce 50 kadar Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk akademisyen, gazeteci ve yazarla bu konuda röportaj yaptım, onlara göre bu, Kıbrıs’ın ihtiyacı olan birşey değildir çünkü örneğin koşullar Güney Afrika ya da Rvanda’dakinden çok farklıdır Kıbrıs’ta. Bu aydınlar, makro düzeyde yeniden uzlaşma mekanizmaları önerdiler ki buna her bir tarafın öteki tarafa yaptıklarını kabul ederek özür dilenmesi ve müzakere masasında güvenli, dürüst bir ilişki kurulması dahildir. Ayrıca geçmiş ve onun yorumlarını ele alacak farklı süreçlerden de söz ettiler. Geçmiş hala buradadır ve geleceği dikte etmektedir. Geçmişle yüzleşme demek, her bir tarafın çatışmayı yaratmaktaki sorumluluğunu ve kaybını kabul etmek, resmi, düşmanca, cepheleşmeci söylemlerden uzaklaşmaktır.

“EĞİTİMDE TA BAŞINDAN AYRILIK VARDI...”

KSENYA SAMULTSEVA: AB, yeniden uzlaşma ile şiddet, nefret söylemi ve yanlış algılamalar konusunda çok yardımcı olabilir. Birkaç sene önce insanlar iki kuşak boyunca birbirleriyle hiç buluşmamışlardı. Hiç görmediğin “Öteki”ni nasıl algılarsın, yalnızca medyada, politikacıların söyledikleri ya da eğitim sistemiyle onları tanıyorsan?

MARİA HACIBAVLU: Gençler arasında araştırmalar yürütmüş bir akademisyen olarak inanıyorum ki ana konulardan biri her zaman eğitim olagelmiştir. 1960 anayasası, adanın 1974’te bölünmesinden önce, eğitim ve kültürün iki toplumun cemaat meclislerinin sorumluluğuna vermişti. Yani ta başından ayrılık vardı; hiçbir zaman iki toplumun birlikte çalışıp planlama yapmaları, ortak bir müfredat ya da eğitim felsefesi geliştirmeleri için interaktif bir mekanizma mevcut olmamıştır. Her bir eğitim sistemi kendi “anavatanı”na bağlıydı, sivil bir Kıbrıslı kimliği geliştirmeye değil...

Kıbrıs’ın dağlarında, Trodos’ta bir köyde bir atölye çalışması düzenlemiştim. Toplumsal cinsiyet rolleri ve Kıbrıs’ın yakın geçmişi gibi konuları konuşurken, 20’li, 30’lu yaşlardaki genç kadınlar bu konularda okulda hiçbir şey öğrenmemiş olduklarını söylediler. Global tarih ve Türkiye ile Yunanistan hakkında birşeyler öğrenirsiniz okulda. Bunun değişmesi gerekir.  Her iki toplumun paylaşmakta olduğu toprağa yerel bağlılığı nasıl geliştireceğimiz konusu ihmal edilmiştir. Eğitim, çatışmaların çözümünde bir yöntem olarak çok büyük bir rol oynayabilir ve çatışmayı yeniden üretmek için kullanılmamalıdır.

Bu konuları ele alan en önemli insiyatiflerden biri de Tarihsel Diyalog ve Araştırma Derneği AHDR’dır – her iki taraftan eğitimciler birlikte çalışarak Kıbrıs’ın daha kapsayıcı sosyal ve kültürel tarihçesi konusunda materyaller üretmektedirler. Toplumsal cinsiyet eşitliği konuları da ele alınmakta, bir yandan çatışmanın kadınlar üzerindeki etkisi ama aynı zamanda kadınların barış sürecine katkısı da ortaya konmaktadır. Kıbrıs çatışmasında da toplumsal cinsiyet rolleri vardır ve o bakış açısıyla da çatışmayı analiz etmemiz gerekir.


Maria Hacıbavlu


Barikatlar açılmadan önce kadın barış hareketinin bir eylemi...


Ferah Kaya'nın bu resmi, 1963'te Viktorya Sokağı'ndan ve Köşklüçiftlik'ten göç etmek zorunda kalan Kıbrıslı Ermenileri temsilen Nuritsa Nacaryan'ı gösteriyor...

https://www.greeneuropeanjournal.eu/cyprus-a-path-to-reconciliation/

(GREEN EUROPEAN JOURNAL’dan özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

(Devam edecek)