Merhaba sevgili okur,
Sen bu mektubumu bir kafede cep telefonundan okurken ben belki yan masada oturuyor olacağım.
Sen bunu bilmiyorsun. Oysa sen günlerdir arkadaşlarınla içki masalarında, yemek sofralarında, belki internet sayfalarının yorum kısımlarında, benden ve benim gibilerden bahsedip duruyorsun.
Benim hâlime hayret ediyorsundur. “Bu sapkınlığı aklı başında insanlar nasıl seçebilir?” diye düşündükçe adeta küçük dilini yutuyorsundur. “Normal miyim değil miyim? Doğuştan beridir böyle miyim? Yoksa sonraları mı buldu beni bu illet” diyerek önüne gelene soruyorsundur.
Belki de biz çok yakın iki dostuz. Senelerdir yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmese de aslında benimle ilgili herşeyi bilmiyorsun. Bir gün tüm cesaretimi toplayıp sana “Ben aslında erkeklerden hoşlanıyorum” desem, kim bilir seni kastettiğimi sanıp nasıl korkarsın. “Ama sen hiç de kadın gibi davranmıyorsun, görünmüyorsun, ama sen çok okumuş birisin, senin ne saygın bir işin var, ne güzel çocuksun, ama sana kız mı yok istesen” dersin. Önce anlamış gibi yapar, bir defa zoraki sarılır, sonraları hayatımdan yavaş yavaş silinir gidersin.
Belki kardeşi tam da benim yaşadıklarımı yaşadığı halde bunu farketmeyen saygıdeğer bir köşe yazarısın. Birkaç milletvekili çıkıp benim aşk yaşayabilme hakkımı tanıyan bir yasa geçirmek istedi diye durmadan “ülkede başka sorun mu kalmadı,” “bizim devletin gücü ancak buna mı yetiyor” tarzı şeyler yazıyorsun.
Belki de çocuklarımızın geleceği için tutundukları, örnek aldıkları, çok sevdikleri bir öğretmensin. Sınıfta bir çocuk, diğerini ‘kılıbık’ diye ezerken, düzeltmek yerine, üstüne bir de gülüyorsun.
Sevgili okur, ben ve benim gibiler, biz varız. Biz hep var olduk; ne zamandır bizi farkedin diye bekliyoruz. Biz hapiste çürümekten korktuğumuz için ağzımızla söyleyemediğimizi farkedin diye senelerdir size gözlerimizle yalvarıyoruz.
Biz var ya, bu yazdığınız herşeyi okuyoruz. Bazılarımız 50 yaşında ve en az 35 senedir kendimizi, kullanılmamış bir çeyiz gibi dolaplarda, çekmecelerde saklıyoruz. Bazılarımız 14-15 yaşında, yolun başında, ve siz öğrenirseniz ne olacak diye çok, çok, çok korkuyoruz.
*
Sevgili okur, izin verirsen sana dost demeliyim. Çünkü olur da bir gün tanışırsak, senin de beni böyle görebilmeni isterim. Dostum, ben de bir zamanlar 14-15 yaşındaydım. Hislerimin kadınlara değil, erkeklere yöneldiğini hissettiğimde dünyam nasıl baş aşağı döndü, biliyor musun? Ergenlik çağı eşcinsel olmayan gençler için bile ne kadar buhranlı bir süreçken, ben o karanlıkta nasıl dayandım tahmin edebiliyor musun?
Ben dostum, geceleri büyüdüğümde çok zengin olup kendimi tedavi ettirme hayalleriyle uykuya dalardım. O zamanlar 13 yaşındaydım. En yakın erkek arkadaşlarımın yanında benim ne zavallı, ne zayıf, ne çürük, ne sapık olduğumu anlarlarsa diye nasıl da korkardım. Üstelik en yakın arkadaşlarım 14 yaşında, bazıları abileri, bazıları babaları eşliğinde geneleve giderken. Sonra bunu sınıfın ortasında, kahramanca anlatırken. Bu kahraman gibi kutlanırken. Anlıyor musun? Vücutları duygusuzca satın alan ve kullanan kişiler pohpohlanırken, ben sevgiyi, aşkı, hemcinsime hissettiğim için suçlanıyordum.
Dost; belki de sen benim canımdan çok sevdiğim babamsın. Senelerdir benim iyiliğim için yapmadığını bırakmadın. Beni en iyi okullarda okuttun, elimden tuttun, beni içinde bulunduğu topluma değer veren, sevgi dolu bir insan yaptın.
Yine de ev içinde sohbetlerde bazıları için “ibneler” diyorsun. Karıncaya bile zarar vermeyen sen, bu insanlar için nasıl beddualar ediyorsun. Ben ve benim gibiler, biz, oradayız, duyuyoruz, ama susuyoruz, bilmiyorsun.
Aslında biz kimiz, biliyor musun?
Biz kendi evimizin mahreminde bile aşık olduğumuz insanla elele tutuşabilmek için perdeleri kapatan;
Ercan’da sevgilimizi başka bir ülkeye uğurlarken birbirimizi öpemeyeceğimizi, doya doya sarılamayacağımızı, son anlarımızda birbirimizin omzunda ağlayamayacağımızı bildiğimiz için, daha evden çıkmadan vedalaşan;
anne babamızın, akrabalarımızın, nene ve dedelerimizin yıllardır bitmek tükenmek bilmeyen “ne zaman evleneceksin?” sorularına senelerdir, ah kaç defa, kaç defa, utangaç sessizliklerle cevap verenleriz. ‘Evlenemeyeceğim’ bile diyemeyen, bu işin içinden nasıl çıkacağımızı bilemeyenleriz. Üstelik bazı durumlarda, belki 2-3, belki de 10 senedir süren bir ilişkimiz olmasına rağmen ve hayatımızı birlikte paylaşmak istediğimiz insanı bulduğumuza eminken dahi….
Zorla evlendirilenlerimiz var, dostum. Hiç suçu olmayan kadınlara hiç hak etmedikleri acılar yaşatan. Bu zoraki evlilikler için kendini tamamlayan insanı terk edenler.
Görev icabı çocuk yapan, ama kısacık ömründe bir kere de birazcık aşk, birazcık tutku, birazcık kendi vücudunu deneyimleyebilmek için tanımadığı, bir daha görmeyeceği insanlarla karanlık arabalarda, kuytularda sevişen.
Biz, senin diş doktorun, bakkalın, kuaförünüz, sevgili okur. Biz senin politikacın, avukatın, şoförünüz.
Sen sevgilini elinden tutunca sokakta, ne güzel görünüyorsun. Facebook’a yüklediğin fotoğraflarda sevgilinle ne güzel gülümsüyorsun.
Biz birlikte yemek pişirirken bile paranoyak hissedip perdeleri kapatıyoruz. Biz dünyanın en mutlu, en huzurlu ilişkisini yaşarken, anne-babamızla bunu paylaşabilmek için dayak yemek, zorla “tedavi ettirilmek”, evlatlıktan reddedilmek riskini göze alıyoruz. Bazılarımız anne babamızı çok üzeceğiz diye sus pus olup bütün hayatımızı vicdan azabıyla geçiriyoruz.
Biz kendimizi nedense senelerdir hep sizin ağzınızdan dinliyor, hep sizin gözünüzden görüyoruz. Siz bizi anlattıkça bize, biz nasıl da ince ince elenip, küçülüyoruz. Biz nasıl da senelerdir, sizin yüzünüzden, kendimizden tiksinip iğrenmek zorunda bırakılıyoruz.
Biz, ben, bu yazıyı yazıp ailemize, arkadaşlarımıza göstermek için ölürken, bugün artık seneler süren bir mücadele sonrası olduğum kişiden utanacak hiçbir şey olmadığını anlamışken, hatta gurur duyduğum ne kadar çok başarım varken, “Bak, ben neler çektim ama nasıl da toparladım kendimi, nasıl da kendi kendime yetebilen bir birey oldum, nasıl büyüttüm kendimi tüm zorluklara rağmen” demek isterken, kendi acılarımıza da zaferlerimize de kendi imzamızı atamıyoruz.
*
Sen belki şimdi bir kafede bu yazıyı elindeki gazeteden okuyorsun. Bir bak bakalım, ben gerçekten de yan masada mıyım, sevgili okur? Gözlerimle sana beni anla diye yalvarıyor muyum? Kimbilir, şimdi sen artık bunları okudun ya; ben artık sana dost diyebilir miyim, sevgili okur?