Selin Girit
Güzelyurt'ta portakal ve limon ağaçlarıyla çevrili, üç odalı bir evde 66 yaşındaki Kıbrıslı Türk Abdullah Cangil'le konuşuyoruz.
Bir ağaca uzanıp kopardığı mandalinaları tadına bakmam için avcuma bırakırken, bütün bu ağaçları, çiçekleri kendi elleriyle diktiğini anlatıyor.
Abdullah Cangil bu eve Türkiye'nin 1974'teki Kıbrıs harekatını takiben yaşanan nüfus mübadelesi sonrasında taşınmış.
O dönemde 165 bin Kıbrıslı Rum evlerini geride bırakmış, yaklaşık 40 bin Kıbrıslı Türk de gerek 1963-64'te yaşanan olaylar gerekse mübadele nedeniyle göç etmek durumunda kalmıştı.
Abdullah Bey de işte onlardan biri. 1974'te henüz 24 yaşındayken Güney Kıbrıs'ın Baf kentine bağlı Ayvarvara köyündeki hayatına, evine veda etmiş, Güzelyurt'a gelmiş.
"1974'ten beri bu evde yaşıyorum. Baf'taki evimizde bir Rum aile oturuyor. Biz de burada Rumlara ait bir evdeyiz. Hepsiyle tanışıyoruz, görüşüyoruz, misafir oluyoruz, çok iyi dostluklarımız var."
Abdullah Bey, zaman zaman evinin Rum sahipleriyle şakalaştıklarını da anlatıyor.
"'Anlaşma olursa nasıl yapacağız?' diyorlar bazen. 'Bize epey kira borcunuz birikti, 40 yıl kadar...' diyorlar. Biz de 'İçine masraf ettik evin, bir orta yolunu buluruz' diyoruz."
'Gelecek nesillerin geleceği, küçük çıkarlarımızdan önemli'
Peki ya varılacak bir anlaşma sonucu Güzelyurt el değiştirirse ya da 40 yıllık evi Kıbrıslı Rum sahiplerine geri verilirse?
Abdullah Bey evine veda etmenin kendisi için bir sorun olmayacağını söylüyor:
"Bir gün bir anlaşma olacaksa haliyle evimizi bırakıp gitmemiz söz konusu olabilir. Bu hep aklımızda var. Gelecek nesillerin istikbali, geleceği bizim küçük çıkarlarımızdan daha önemlidir. 40 yıldır yaşadığımız evden çıkmamız çocuklarımızın istikbalinin yanında çok küçük, çok gereksiz kalıyor bence."
Ama bu evden çıkmaları durumunda kendilerini nasıl bir geleceğinin beklediğinin de belli olması gerektiğini, kendilerine bunun açıkça anlatılması ve güvenceler verilmesi gerektiğini düşünüyor.
"Buradan çıkacak insanların nereye nasıl gideceği, nasıl yerlere yerleştirileceği çok önemlidir. Yoksa 74'te insanların kendi yerlerinden göç ettikleri zaman yaşanan travma bir kez daha yaşanacak, bu kaçınılmazdır."
Müzakereler tarihinde ilk harita takası
Güzelyurt'un akıbeti, İsviçre'nin Cenevre kentinde halen yürütülen Kıbrıs görüşmelerinin en çetrefilli konularından biri.
Güney Kıbrıs lideri Nicos Anastasiades, Güzelyurt'un tamamının Kıbrıslı Rumlara verilmemesi durumunda herhangi bir anlaşmanın söz konusu olamayacağı uyarısında bulunmuştu. Ancak bazı Kıbrıslı Türkler için bu kabul edilemez konulardan biri.
Cenevre görüşmeleri, Kıbrıs'ta barış için yıllar sonra ele geçen en önemli fırsat olarak nitelendiriliyor. Ancak görüşmelerde beklenen hızda ilerleme kaydedilebilmiş değil ve bir anlaşmaya varılması umudu giderek azalıyor.
Buna karşın Kıbrıs'ın 50 yıllık müzakereler tarihinde ilk kez Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum heyetler harita takası gerçekleştirdi, birleşik federal bir Kıbrıs'ın iç sınırının nasıl çizileceğine dair görüşler somut bir şekilde ortaya konuldu.
Haritaların ayrıntıları henüz kamuoyuyla net olarak paylaşılmadı, ancak Kıbrıslı Türklerin kontrolündeki toprakların Ada'ya oranının yüzde 37'den yüzde 29,2'ye çekilmesinin önerildiği belirtiliyor.
Güzelyurt'un sınırın ne tarafında kalmasının konuşulduğu ise henüz bilinmiyor.
Ancak Kıbrıs görüşmelerindeki tek mesele toprak ya da mülklerin paylaşımı konusu değil.
Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin, yani Kıbrıs'ın garantör üç ülkesinin dışişleri bakanları bugün Cenevre'deki görüşmelere dahil oluyorlar. Hatta Başbakan Binali Yıldırım'ın da düzenlenecek beşli konferansa katılması ihtimali var.
Yetki paylaşımı ve güvenlik sorunları
Aşılması gereken başlıca sorun ise hem yetki paylaşımının nasıl gerçekleşeceği hem de güvenlik konusunda nasıl bir anlaşmaya varılacağı.
Türkiye'nin Kuzey Kıbrıs'ta halen yaklaşık 35 bin askeri bulunuyor. Yunanistan ve Güney Kıbrıs, Türk askerinin tamamen Ada'dan çekilmesi gerektiğini savunuyor. Türkiye'nin bunu kabul etmesi ise hiç kolay değil.
Geçmişte yaşadıkları mezalimi unutmayan Kıbrıslı Türkler de Türk askerinin tamamen çekilmesini istemiyor ve Türkiye'nin güvencesini hissetmeyi talep ediyor.
Kıbrıs'ta geçmişin yaraları, çatışmaların üzerinden onlarca yıl geçmiş olsa dahi hala sarılabilmiş değil. İki toplumda da birbirine karşı belli bir güvensizlik hissediliyor.
Uzlaşılan listeye göre kayıp sayısı 2001
Ada'yı etnik olarak ikiye bölen Birleşmiş Milletler kontrolündeki tampon bölgede bulunan Kayıp Şahıslar Komitesi, bu karşılıklı güvensizliğin ve bunun nasıl aşılabileceğinin bir anıtı gibi duruyor.
Kayıp Şahıslar Komitesi, BM'nin de katılımıyla, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum liderler tarafından 1981 yılında, iki toplumlu bir kurum olarak tesis edilmişti.
Komitenin amacı 1963-64 ve 1974 yıllarındaki çatışmalarda kaybolan ve öldürüldüğü düşünülen Kıbrıslıların kalıntılarını bulmak, teşhis etmek ve ailelerine teslim etmek.
Kıbrıslı Türk ve Rum liderler arasında yapılan müzakereler sonucu üzerinde uzlaşılan listeye göre, Kıbrıs'ta 2001 kayıp kişi bulunuyor. Gerçek rakamın ise çok daha yüksek olduğu sanılıyor.
Kayıp Şahıslar Komitesi, kayıp bir kişinin kalıntılarını ilk kez 2007 yılında gün ışığına çıkarmış ve ailesine teslim etmişti.
O tarihten bu yana 750 kayıp kişinin kimlikleri belirlendi, kalıntıları ailelerine verildi.
Komite şu ana dek binin üzerinde sahada kazı çalışmaları yapmış durumda ve çalışmalar halen devam ediyor.
'Duygusal olarak çok zorlandığımız anlar oluyor'
Güzelyurt'taki eski bir Ortodoks mezarlığında bir buldozer başında kazı çalışmalarını denetleyen iki toplumlu arkeologlar ekibinde Kıbrıslı Rum Rania Michail de var.
Buradaki kazı çalışmaları altı ay önce başlamış. Şimdiye dek 25 kayıp kişinin kalıntılarına ulaşmayı başarmışlar. Rania, bunlardan 12'sinin Rum askeri, 12'sinin yaşlı kadınlar olduğunu, birinin ise sadece bazı kemiklerine ulaşılabildiğini söylüyor.
"Bazen duygusal olarak çok zorlandığımız anlar oluyor. Özellikle de bir çocuğun kalıntılarını bulmuşsak," diyor.
"Beş yıl önce ilk kez bir insanın kalıntılarını gördüğümde, hayatımın en sarsıcı anını yaşamıştım. Paramparça olmuştum. O gece gözüme uyku girmemişti. Ama zamanla alıştım. Şimdiye kadar 100'ün üzerinde kayıp kişinin kalıntılarını çıkardım. Kadınlar, askerler, çocuklar, Türkler, Rumlar, her kesimden insanlar…"
Kayıp Şahıslar Komitesi'nin BM kontrolündeki tampon bölgesinde bulunan ana binasında da arkeologların laboratuvar çalışmaları yürütülüyor.
Kalıntıları dikkatle inceleyerek yıkıyor, kurutuyor, tasnif ediyor, vücut parçalarını yeniden bir araya getirmeye, kalıntıların kimliklerini, aidiyetlerini tespit etmeye çalışıyorlar.
Masaların üzerine serili kafataslarının, kemiklerin yanında toplu mezarlarda bu kişilerin üzerinden çıkan eşyalar da duruyor. Birinin bir çift eski çorabı, bir diğerinin iç çamaşırı, bir başkasının çakmağı, ya da kıyafetinin cebinden çıkan solmuş bir sevgili fotoğrafı...
"Burada yaptığımız şey Kıbrıs'ta barışın sağlanması için çok önemli," diyor Kıbrıslı Türk arkeolog Uyum Vehit.
"Kıbrıs'ta neredeyse her ailede bir kayıp insan var. Eğer kalıntılara ulaşamazlarsa, yakınlarını törenle toprağa veremezlerse bu konuyu kapatamıyorlar kendi içlerinde, hep açık bir yara olarak kalıyor," diye konuşuyor.
'Belki gelecek kuşaklar barışı görür'
68 yaşındaki Kıbrıslı Rum Kyriacos Solomi, Lefkoşa'nın güneyindeki evinde oturmuş, 1974'te öldürüldüğünü söylediği kardeşi George'un kalıntılarının bulunmasını bekliyor.
"Barışçıl bir insandı. Herkesle kaynaşır, hayatı severdi. Hoş, sağlıklı, iyi görünümlü, yakışıklı, 24 yaşında genç bir adamdı," diye kardeşini anlatırken gözlerinin dolmasını engelleyemiyor.
Bir elinde George'un askerdeyken çekilmiş bir fotoğrafı var, diğerinde Rum hükümetin kendisine verdiği sertifika. Zamanın darbeci Rum hükümetine, kardeşinin cepheye sürülmesine neden olanlara ateş püskürüyor.
"Acımız çok derin. Belki bir gün yaramız kapanır ama izi hep kalacaktır," diyor.
Ancak Kyriacos kardeşini kaybetmiş olsa da barışa inancını yitirmemiş. Buna karşın barışın bir gün Kıbrıs'a gelip gelemeyeceğinden hiç emin değil.
"Bu adada yaşamanın başka yolu yok. Biliyorum zaman geri alınamaz, ölenler geri gelmez. Ama barış için mücadele etmek zorundayız," diye konuşuyor ve şöyle devam ediyor:
"Ama barışın hemen yarın gelebileceğini sanmıyorum. Belki gelecek kuşaklar barışı görür. Eğer iki toplumun tarih kitapları nefret yerine sevgiyi öğretirse belki bir şeyler değişir.
"Televizyona bakın, kiliseyi dinleyin. Herkes nefret saçıyor. Bu ada üzerinde birbirimize nefret duyarak barış içinde yaşayamayız ki."
(BBC – Selin GİRİT – 12.1.2017)