İçime hüzün bulutlarını toplasa da ben bir başka seviyorum bu adada hazan mevsimini… Kavurucu sıcaklar, tatilciler ve yazın onca telaşından sonra benim öz be öz Kıbrıs’ım başlar sonbaharda… Kıbrıs’ın, Akdeniz’in o kendine has güzellikler mevsimi… Deniz bir başka kokar, doğa huzur bulur sanki…
Kıbrıs’ta hazan çokça çalışmak, ürün toplamak ve kışa hazırlanmaktır aslında… Artık elimizin altında yok yok… Dopdolu süpermarketler olsa da bir başkadır sofraya taşınan emek verilen, gönül koyulan bize dair lezzetler… Yüzyıllar boyunca bu adanın topraklarında yoğrulan tatlar…
Bir süredir anne ve babamı izliyorum. Hep bir heyecan hep bir uğraş… 36 yıldır bağlarını, köylerini terk etseler de hala o eski günlerin geleneği sürüyor. Üzüm mevsimi mi; ille ki üzümler bir yerlerden bulunacak… Hatta bu üzüm kendi köylerinden, Trodos’un tepelerinden olursa daha da makbul olur. Hiç üşenmeden yorulmadan onca yolu gidiyor, oradaki dostlarından üzüm alıyor ve başlıyorlar çocukluklarının ve gençliklerinin bağ bozumunu yaşamaya… Üzümler sıkılıyor, üzüm suyu (şıra) elde ediliyor. A topraksız olur mu hiç… İlle ki o şıra farklı bir beyaz toprakla köpürtülüp tortuları alınacak. Toprağı bulmak da bir dert elbette… O özel topraktan buralarda yok ama, hiç sorun değil… Öyle bir heyecan var ki içlerinde, dünyanın öbür ucunda da olsa bulunacak bu toprak. Bulunacak ve şıra kazanına koyup kaynatılacak, Palüze yapılacak.
E Palüze olur da, sucuk olmaz mı? Önceden ipe dizilmiş bademler ve sucuklar Palüze’ye batırılacak sonra da dizi dizi asılıp kurumaya bırakılacak… Palüze’nin en güzel yeri kazanın dibini yemek… Çocuklara haber verilecek, onlar da kazanda kalanları kaşık kaşık yemeye gelecek…
Tabak tabak üstü bademli Palüze’ler dağıtılacak akrabalara ve dostlara… Palüze’den kalan olursa ne mi olacak? O da kurutulup köfter yapılacak…
Bir palüze güzellemesiyle geçer bizim oralarda Eylül ayı… Sonrası mı?.. Hiç bitmez ki hazan mevsiminin meyveleri… Kalan üzümler kurutulup kuru üzüm yapılacak, bir ara ayarlanıp dağlara çıkılacak ve çitlenbik toplanacak, kurutulacak ve tuzlanacak…
Aman ha, samarellayı da unutmayalım. Pastırma sıcakları başlamadan iyi bir et bulunacak, kuzu ya da keçi makbuldür. İncecik parçalara ayrılıp kurutulmaya bırakılacak… Her gün çevrilecek ve tuzlanacak. İyice kuruduktan sonra da haşlanıp kekiklenecek…
Hemen ardından bu adanın kokusuna ve dokusuna işlemiş zeytinler olgunlaşır. Ekimde, zeytin hasadı başlar. Önce acımtırak çakisteslerle dolar sofralar, sonra yağ değirmenlerinin yollarına düşülür. Halis muhlis zeytin yağları çıkarılır, daha da meraklıları bununla da yetinmez kara yağ peşine düşerler. Zeytinler küplenirken, aman ha geç kalmayalım, tarhana da kurutmak gerekir…
Peki, o tadına doyulmaz anne hellimleri?.. Hellimler kazanda kaynarken sıcacık nora dökülen pekmez.. Pekmezli norun tadına doyum mu olur?
Öyle ya Palüze’den sucuktan sonra o enfes demir deposu üzüm pekmezini unuttuk. Peki ya şu kokulu harup pekmezi ve pekmezden yapılan o güzelim porto tatlısı?..
Öyle çok yapılacak iş var ki bu hazan mevsiminde, durmak oturmak yok bizimkilere…
Garip bir hüzün doluyor içime bu çalışkan insanları izlerken hazan mevsiminde… Emekle yoğrulan, hepsi yüzyılların imbiğinden sızıp gelen bu ürünleri kimse hazırlamayacak artık kendi el emeğiyle… Fırından çıkan mis gibi nohutlu ekmekle taze hellim yemenin tadına varamayacak çocuklarımız… Zaman, alışkanlıklar ve yaşam tarzları öylesine hızlı değişiyor ki…
İnternette bilgisayarlarının ekranına “WWW” diye yazıp dünyada sörf yaparken duyabilecekler mi acaba bahçelerindeki fislikan (fesleğen) ve yasemin kokularını?.. Ful kokularını hele?.. Yoksa USB çıkışlarından mı sızacak denizin kokusu?...
(Arşivimden...)