Cemal Mert
Kuzey Kıbrıs’ta örgütlü bulunan sol partilerin genel seçimlerde aldıkları oy oranları geçmiş uzun yıllar boyunca toplamda %35 – 40 civarını aşamamıştır. 2000’li yıllarda kabaran toplumsal muhalefet hareketinin çözüm ve Avrupa Birliği momenti ile örtüştüğü 2003 ve 2005 genel seçimlerinde bu eşik aşıldı. CTP bu sayede hükümetin büyük ortağı konumuna gelebildi. 2009 genel seçimleri ile yine eski klasik tabloya dönülmüş oldu: %60 sağ oylar, %40 sol oylar.
Kuzey Kıbrıs’ta seçim yoluyla hükümete gelmeyi hedefleyen sol partiler bu sonuçların analizini yapmak durumundadırlar. Acaba ülkemizin nesnel koşulları mı bu sonuçları doğuruyor yoksa sol partilerin öznel zafiyetleri mi bu sonuçları ortaya çıkarmaktadır? Bu soruya ek bir soru daha ilâve edebiliriz: Acaba sol partilerin, sol kimliklerinden kopmadan, ülkemizin koşullarında hükümete gelebilmelerini sağlayacak bir siyasal program ve toplumsal taban var mıdır? Bu sorulara verilecek yanıtlar sol partilerin seçim stratejilerinin omurgasını oluşturacaktır.
Benim görüşümce, Kuzey Kıbrıs’ta sol içerikli bir programı taşıyıp hükümete gelmek nesnel olarak olanaklıdır. Bu programı taşıyacak toplumsal taban 2000’li yılların başından beri oluşmuş durumdadır.
Bugün iktidarda olan Ulusal Birlik Partisi hükümetinin TC destekli olan ve olmayan tüm icraatları, siyasal, ekonomik ve toplumsal alanları Kıbrıslı Türkler aleyhine düzenlemektedir. Kıbrıslı Türklerin toplumsal varoluş mücadelesinin nesnel zemini budur. Toplum iki ana gövdeye bölünmüştür. Bir cephede işbirlikçi UBP hükümeti ve yandaşları, Kıbrıslı Türkleri yok oluşa sürükleyen statükoyu sürdürmeye çalışıyor; diğer cephede ise Kıbrıslı Türkler, toplumsal varoluş mücadelesi veriyor. Her cepheye kısmen veya tamamen entegre olmuş ya da entegre olamamış toplumsal ve siyasal özneler ise kendilerini konumlandırmaya çalışıyor. İşte solun iktidara gelmesini olanaklı kılan nesnel zemin ise budur.
Önce, “Sol hükümetin temel parametreleri ne olmalıdır?” sorusunu başlıklar halinde yanıtlamaya çalışayım: Kıbrıs’ta federal ilkelerde bir çözüm ve AB’ye katılmak için kesintisiz mücadele; çözüme kadar olan süreçte Kuzey Kıbrıs’ta sürdürülebilir bir sosyo-ekonomik yapı oluşturma mücadelesi; sayılan iki ana parametre üzerinden örülecek sosyo-kültürel bir toplumsal varoluş mücadelesi; Kıbrıslı Türklerin (tüm KKTC yurttaşlarının) siyasal iradesini güçlendirmek ve savunmak; siyasal irademizi egemen kılacak şekilde Türkiye Cumhuriyeti ile olan ilişkilerin iki eşit devlet düzleminde yeniden tanzim edilmesi mücadelesi; çevreci bir ekonomik anlayışı hakim kılma mücadelesi; cinsiyetçi ve ayrımcı toplumsal anlayışlara karşı mücadele; dayanışmacı, eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik bir siyasal sistem için mücadele; askeri bürokratik vesayeti ortadan kaldırmak için sivilleşme mücadelesi; toplumun güçsüz kesimlerini koruyan bir sosyal devlet inşa etme mücadelesi; kamu kaynaklarının tüketilmesine ve yağmasına dayanan verimsiz bürokratik devlet sisteminin tasfiyesini sağlama mücadelesi.
Anımsanacağı üzere 2000’li yılların başında KKTC statükosunun sürdürülemeyeceğinin ayan beyan ortaya çıkması üzerine kabaran toplumsal muhalefet hareketinin, 2002’de Annan Plânı’nın ortaya çıkması süreci ile örtüştüğü dönemde de yukarıda sıralanan sol hükümet parametreleri gizli ya da açık toplumsal bilince yükselmiş ve kitleselleşmişti. Bu süreci iyi yöneten Cumhuriyetçi Türk Partisi, CTP– Birleşik Güçler konseptini formüle ederek sol tarihimizde büyük ve yaratıcı bir açılım yapmıştı. Bu sayede tarihimizde ilk kez sol bir parti hükümeti kontrol eder bir pozisyon kazanmıştı.
Yazının başında sorduğumuz sorulara bu tespitler ışığında yanıt verebiliriz artık. Evet, ülkemizde sol partiler sol bir programla iktidara gelebilecek toplumsal tabana nesnel olarak sahiptirler.
Bu aşamada Birleşik Güçler Konsepti, yeni koşullarda yeniden sentezlenmelidir. Solun iktidara yeniden gelmesinin asgari koşulu budur.
2011 yılı koşularında Birleşik Güçler’in bileşenleri hangi toplumsal kesimler olacaktır diye tanımlamamız gerekmektedir. Esasen solun hükümet programının ana parametrelerini açımlamamız durumunda bu toplumsal kesimler ortaya çıkacaktır. Birleşik Güçler’in başlıca toplumsal bileşenlerini şu şekilde sıralamak mümkündür:
v Sosyo-ekonomik yapının krizinden ötürü mağdur olan kamu çalışanları,
v Özel sektörde çalışan emekçi sınıf ve kesimler,
v Emekçi köylü ve tarım kesimi,
v İzole ekonomik yapı mağduru olan ve büyüme potansiyeli daralmış büyük sermaye sınıfı,
v KOBİ işletmecisi küçük sermaye sahipleri,
v Gelecek kaygısı yaşayan gençlik kesimleri,
v Siyasal iradesi gasp edilen ve toplumsal kimlik ve kültür kaybından endişe duyan toplum kesimleri,
v Çevreci hareketler,
v Feminist hareketler,
v Cinsiyetçiliğe karşı çıkan ve cinsel tercih özgürlüğünü savunan toplum kesimleri,
v Toplumun, “mali disiplin” politikaları nedeniyle mağdur olan güçsüz kesimleri,
v Çeşitli ayrımcılıklara uğradıklarını düşünen ve müstakbel Birleşik Kıbrıs’ta AB vatandaşlığını kazanacak olan KKTC yurttaşı Türkiye kökenliler,
v Militarizm ve şovenizm karşıtı federalist barışçı güçler.
Yukarıda sıralanan toplumsal özneler bu aşamada farklı sağ veya sol politik yapılanmalara dâhil olmuş olabilirler. Ancak bu kesimlerin tümü ile statükoyu temsil eden Ulusal Birlik Partisi hükümeti arasında gerçek bir antagonizma(karşıtlık/çelişki) vardır. Bu durumda, statüko karşıtı bu kadar farklı toplumsal özneyi eşitlik temelinde bir araya getirip iktidar yolunu açmak sol partinin yeteneğine kalmıştır.
Birleşik Güçler Konsepti kapsamında bir araya gelecek olan toplumsal öznelerin sol hükümet parametreleri ışığında ayrıca belirli ittifaklar oluşturması da gerekmektedir. Solun, yerel ve dışsal ittifakları dışında en önemli ittifak öznesi olması gereken AK Parti üzerinde durmak gereklidir. Toplumun siyasal iradesini ön plânda tutarak, Türkiye ile iki eşit devlet anlayışını savunarak ve bunun gerektirdiği dik duruştan taviz vermeden ittifak yapılacak en önemli dışsal özne AK Parti hükümetidir. Bunun yanı sıra Türkiye’de ulusalcılıktan arınmış tüm diğer siyasal ve toplumsal özneler de ittifaka dâhil edilmelidir. AK Parti hükümetinin dayattığı neoliberal ekonomik önlemlere bakılarak ötesini görmeden Ak Parti karşıtlığına düşmek, hem çözüm çabalarına hem de sürdürülebilir bir ekonomik yapının oluşturulması çabalarına ket vuracak siyasal bir öngörüsüzlük olacaktır. Küresel kapitalizme entegre olmuş ve ulusalcılık konusunda özerklik kazanmış bir konumda olan AK Parti ile olan çelişkili pozisyonumuzdan çözüm ve ekonomik gelişme adına pozitif enerji üretmeyi de başarmak durumundayız.
(*)Yazıyı fazla uzatmamak ve yanlış anlaşılmalara yol açmamak adına, bu yazıyı okuma zahmetine katlanan okuyucuya Gaile dergisinde geçmiş haftalarda yayımlanan “Kıbrıs’ta Sol ve İktidar ya da ‘Yöneten Sol’ Olmak” ve “KKTC’de Statüko Nedir ve Nasıl Bertaraf Edilir?” başlıklı yazılarımı da bu yazı ile birlikte okumalarını öneririm.