Merhum Esat Faik Muhtaroğlu hocamızla emeklilik yıllarında yayınlamış olduğu bnirçok kitap üzerine söyleşi yapmıştık. Ta çocukluk döneminden öğretmenlik dönemine ve sonrasına kadar not tutmayı araştırma yapmayı ve Kıbrıs ulusal gazetelerimizde gerek siyasi gerekse sosyal kültürel ve eğitim konularında yazılar yazmayı sürdürmüş bir kişilikti. Muhtaroğlu’nun yazıları 1950’li yıllarda Hür Söz gazetesinde de yayınlanmıştı. Söz konusu uzun yazısında Türkçe Ezân konusu yanında dini bilgileri de okuyucuyla paylaşıyordu. Yazının giriş bölümünü şöyle...
“Hür Söz-27 Mayıs 1951-syf:3
İbadet Lisanı Arapça mı Türkçe mi Olmalı?
-Esat Faik Muhtaroğlu-
Bu günlerde ezanın, Kur’anın ve duaların Türkçe mi Arapça mı okunması lâzım geldiği veya Türkçe okunabilir mi? Mevzuu üzerinde çeşitli mütalaaların ileri sürüldüğü bir mevzu halini almıştır. Fakat biz zannederiz ki bu; dinî bilgisi kıt veya şöyle böyle bir dinî bilgiye sahip kimselerin mütalaa beyan edebilecekleri bir mevzu değildir. Kudretli ve salâhiyetli din bilginleriyle, kalem sahiplerinin bu husustaki fikirlerinden istifade etmek icap eder.
İşte bunu düşünerek; dah... bazı hitaplarla birlikte bilhassa Osman Ergin’in yazdığı Türkiye Maarif Tarihi kitabın 5inci cildinden istifade ederek ve bu mevzuda; lehte ve aleyhte söylenmiş olanların bir kısmını da aynen buraya naklederek Müslüman Türk kardeşlerime faydalı olmağı düşündüm.
.....”
Esat Faik Muhtaroğlu’nun “İbadet Lisanı Arapça mı Türkçe mi Olmalı?” başlıklı yazısının 29 Mayıs 1951 tarihine kadar devam ettiğini belirtmek isterim.
Yine Müftü olayıyla ilgili bir yazımız var sırada. Bu arada yeniden belirtmek gerekirse, Kıbrıs Müftüsü Yakup Celâl Menzilcioğlu hakkındaki şikayet ve eleştiri nitelikli yazılar sadece Kıbrıs okurlarınca ve yazarlarınca ele alınmıyor, artık olay Türkiye basınına da taşınmış oluyordu. Az sonra okuyacağınız yazıdan da anlaşılacağı gibi, Türkiye’de yayınlanan ZAFER isimli gazetenin yazarlarından Bahadır Dülger’in “Kıbrıs’a Nasıl Bir Müftü Gönderilmelidir?” başlıklı yazısına yer veriyordu Hür Söz gazetesi.
“Hür Söz-17 Haziran 1951-syf:2
Kıbrıs Müftüsü
Müftü Bay Celâl Menzilcioğlu’nun zaman ve zemine uygunsuz icraat ve Kıbrıs Türk halkı arasında particilik yaratmak suretiyle Adada husule getirdiği huzursuzluk malûmdur. Bu zihniyet ve hareket tarzına karşı Kıbrıs Türk matbuatının haklı şikâyet ve neşriyatının Türkiye’de akisler uyandırmağa başladığını büyük bir memnuniyetle müşahede etmekteyiz.
“Bay Menzilcioğlu müftü olarak gönderilmeden önce, Zafer’de” KIBRISA NASIL BİR MÜFTÜ GÖNDERİLMELİDİR?” başlığı altında bir yazı yazmış olan Bay Bahadır Dülger’in bu yeni yazısını aynen sütunlarımıza geçirir, haklı davalarımızı destekliyen Zafer ve yazarlarına teşekkürü bir borç sayarız.
“Kıbrıstaki Müslüman Türklerin din işleri anavatandaki anlayışlara göre tedvir etmek maksadiyle adaya bir müftü gönderilmiştir. Birkaç aydan beri, Kıbrıs’ta faaliyette bulunan ve yabancı bir hâkimiyet altındaki bu toprakta, kendisini ana prensiplerin çizdiği yolları takip etmek mecburiyetinden de azade görecek bir haleti ruhiye gösteren müftü efendi, oradaki İslâm-Türk unsuru arasında ciddî bir ihtilâfın müsebbibi olmuştur.
Kıbrıs gazetelerine parça parça intikâl eden tafsilâttan anlıyoruz ki Celâl Menzilcioğlu misafir bulunduğu adadaki Türkler arasında bir çeşit teokratik idarenin kurulması peşindedir. Anavatanda hakim olan ve yaşayış örneklerini anavatandan almak isteyen bütün Türk-Müslüman cemaatlerine hakim olmasını istediğimiz lâiklik prensipini ısrarla ihmal etmeğe çalıştığı ve bunun için Kıbrıs’taki Türk münevverleriyle mücadeleye giriştiği bir hakikattir. Anlaşılıyor ki, müftü efendi, haiz bulunduğu ünvanın kendisine temin ettiği manevi kuvveti bir manivelâ gibi kullanarak, Türk cemaatinin bütün işlerini elinde tutan dinî olduğu kadar dünyevi bir şef payesine yükselmek hevesindedir. Din ile dünya işlerini birbirinden ayırmakta büyük bir isabet göstermiş olan Türkiye’nin Kıbrıs’taki gerileme temayüllerine Celâl efendinin nazik hatırı için müsamaha göstereceği akla bile getirilemez.
Kıbrıs Türkleri, yaban illerden kalmış bütün ırkdaşlarımıza nazaran daha mülâyim ve müsamahakâr bir idarenin verdiği imkânlardan âzami derecede istifade eden ve anavatanla manevî alâkalarını gün geçtikçe daha ziyade sıklaştırmağa çalışan kardeşlerimizdir. Bu sıkı işbirliği onların anavatanın eriştiği inkılâp ve yenilik hamlelerine kısa bir zamanda götürmek gayesini güdüyor. Ta ki orada, münevver, ileri düşünceli mânen yüksek, maddeten refah ve saadet içinde bir Türk topluluğu doğup inkişaf etsin. Kıbrıs münevverleri, bunun için Türkiye’ye tavsiye ediyorlar. Türkiye’nin de imkân bulduğu nisbette Kıbrıs Türklerine karşı alâka göstermesinin tek sebeni yine bundan ibarettir.
Hal böyle iken, aradaki işbirliğinin köhne anlayışların adaya sirayet ettirilmesi için kullanılmasına elbette mesağ (izin) verilemez. Haftalardan beri Kıbrıs gazeteleri, müftü efendinin Kıbrıs’taki münevver Türkleri rencide eden ve inkılâplarımızın ana prensiplerini zedeliyen icraatının havadisleri ile doludur. Bunlardan anlaşılan, Celâl Menzilcioğlu’nun adada başlı başına bir huzursuzluk mevzuu olduğudur.
Alâkalıların bu işle derhal meşgul olmalarını ve adadaki Türkleri birbirine düşürmek ve binnetice istikbal için lüzumlu gördüğümüz birliği rahnedar(zarar vermek) etmek istidadını gösteren sebepleri ortadan kaldırmalarını temenni ederiz.
-Bahadır Dülger-“
Yine Türkiye basınından Menzilcioğlu konusuyula ilgili bir alıntıya daha yer verdiğini görüyoruz Hür söz gazetesinin. Hikmet Bil tarafından kaleme alınan “Cümbüşlü Zurna” başlıklı yazının giriş bölümünde Kıbrıslı Rumların ilhak istemleri ele alınmış ardından konu Müftü Menzilcioğlu’na gelmiştir.
“Hür Söz-19 Haziran 1951-syf:1/4
Cümbüşlü Zurna
-Hikmet Bil-
Türkiye basını, Kıbrıs ile ilgili konularda gayet hassas davranmaktadır. Kıbrıs Türklerinin bütün dahili ve harici meseleleri Türkiyemizin tanınmış kalem sahipleri tarafından bahis konusu edilmektedir.
Müftü Bay Menzilcioğlu hakkında tanınmış muharrir Bay Hikmet Bil’in Gümüşlü Zurna başlığı altında çıkan yazısını ehemmiyetine binaen sütunlarımıza geçirirken, Kıbrıs konusuna hassasiyet gösteren Türk basınına teşekkürlerimizi sunarız.
Şu Yunanlılarda Kıbrıs işinde cıvıttılar. Kör kör parmağım gözüne kabilinden hâlâ:
-İlle de Kıbrıs, diye yazıyor, çiziyor ve bağırıyorlar, olmıyacak duaya: amin demekte acaba ne diye ısrar eder dururlar ki.
.....
Hani son günlerde bizde bir Atatürk düşmanlığı modası türedi ya... İşte ondan bahsetmek istiyorum.
Söz Kıbrıs’tan açıldı da aklıma ne geldi. Şaka maka derken bu moda inanırmısnız ta Kıbrıs’a kadar gitmiş. Orada Menzilcioğlu adında bir müftü varmış.
-Ah madem anavatanda moda olmuş ben ne güne durayım, diyerek vaızlarında o da başlamış Ata’ya veriştirmeye.
İşte size Kıbrıs’ta intişar eden bir gazeteden beş on satır:
“Dün Cuma münasebetiyle Kıbrıs müftüsü Bay Menzilcioğlu Ayasofya Camiinde namazdan evvel mutad vechile vâz-ü nasihatta bulunmuştur.
Müftü efendi, imânın erkânından bahsetmiş, Kuran’ın emirlerine itaatın lüzumunu belirttikten sonra sözü izdivac bahsine intikal ettirerek İslâm cemaatının çoğalması için cariyelerle evlenmeğe de şeri cevaz olduğunu, bunlara da ayni hak, ayni muamelenin yapılması icap ettiğini söylemiştir.
Camide başlarına mendil veya peşkir koyanlara hitap ederek bunun yerine küçük beyaz bir takke giyilmesinin daha iyi olduğunu çünkü namazın başı açık edasının kerahat olduğunu söyliyerek cemaatın sokaklarda da birer takke tedarikini tavsiye etmiştir.”
Türkiye’de Ruhâni kisveye karşı alınan tedbiri kasdetmek isteyen Müftü efendi “Daha dün bu hocaları cübbesinden tutup yerde sürükliyorlardı, dindarlar bu yolda mı hareket ederler, Atatürk kâfirlerin başıdır” diye ilâve etmiştir.
Gördünüz mü Müftü efendinin ettiği haltı? Takke, cübbe derken nasıl zırvalamış. Zavallı Kıbrıslılar, hakikaten hallerine acımamak elden gelmiyor. Bir taraftan Kızıl Papazın hezeyanları, öte yandan moda meraklısı bir softa bozuntusu. İşleri yoksa uğraşsınlar.
Yalnız bu arada şu zevzek softaya hatırlatayım ki anavatanda çıkan bu moda, erkekçe bir moda değildir. Zira, meselâ Salâhaddin âdil Paşa, çizmelerini parlatıp ta kılıncının kınına yürürken şıkırdasın diye madenî para yerleştirdiği zamanlar, Ata’yı üç adım gerisinden takip edenlerdendi.
O vakit Ata’ya dil uzata bilseydi ona elbette erkek derdi. Amma bir ölünün, hem de milletin kalbine gömülü bir ölünün arkasından konuşmaya yeltendiğine göre, ona ayak uyduranlara biz burada genç, ihtiyar, kadın, erkek sadece acıyoruz.”