Tuncer Bağışkan
18 Mayıs günü dünyada olduğu gibi Kıbrıs’ta da “Uluslararası Müze Günü” olarak kutlanırken, 18-24 Mayıs günlerinin ise “Müzeler Haftası” olarak kutlandığından bugünkü yazımı da bu konuya ayırmayı uygun gördüm. Aslında bu yazımı 2000 yılındaki ‘Müzeler Haftası’ vesilesiyle gerek gazeteci-yazar İlter Veziroğlu ile yaptığım söyleşiye, gerekse zamanın Eski Eserler ve Müzeler Dairesi müdürü için kaleme altığım yazıya dayandığını da belirtmeden edemeyeceğim.
DÜNYADA VE KIBRIS’TA ‘ULUSLAR ARASI MÜZE GÜNÜ’ VE “MÜZELER HAFTASI”
1977 yılında ICOM (Uluslar arası Müzeler Konseyi) tarafından alınan bir kararla 18 Mayıs’ın “Uluslararası Müze Günü” olarak kutlanması öngörülmüştü. 1982 yılında “ICOM Türkiye Milli Komitesi”nin aldığı bir kararla da 18-24 Mayıs günleri Türkiye’de “Müzeler Haftası” olarak kutlanmaya başlanmıştı. Kıbrıs’ta ise bu konuyu ilk kez, İsmail Bozkurt’un Turizm ve Kültür Bakanı görevinde bulunduğu 1986 yılında gündeme getirmiştim. O sırada bakanlık müdürü ise kadim dostum Hasan Kahvecioğlu idi. Ve bu konuda aldığımız ortak karar, 18-24 Mayıs’ın “Müzeler Haftası” olarak Kıbrıs’ta da kutlanmasıydı. Ancak daha sonraki yıllarda bu hafta bazen farkındalığı yaratmak için nitelikli etkinliklerle dolu dolu kutlanırken, bazen günleri bile unutulmuş, bazen ise bu haftaya inanmağını kamuoyuna aleni açıklayan ‘ilgilisiz ilgililer’ bile kurumda boy göstermişti. Gerçi bir tek arkeoloji müzesi bile bulunmayan “KKTC’nin başkenti Lefkoşa’da tam teşekküllü, çağdaş ve merkezi bir arkeoloji müzesinin ivedilikle inşa edilmesi için her türlü acil önlemin alınması” şeklinde bir kararın gerek 1-4.Şubat.1983 tarihlerinde gerçekleştirilen “Kültür-Sanat Danışma Toplantısı”nda, gerekse 3-6 Mart.1998, 21-25 Mayıs.2001 ve 3-7 Nisan.2006 tarihlerinde gerçekleştirilen Kültür-Sanat Kurultaylarında oybirliğiyle alınmış olmasına karşın, bu kararın yaklaşık 30 yıldan beridir hala daha uygulanmamış olmasının, KKTC’deki “Müzeler Haftası” kutlamalarının artık “Dostlar alışverişte görsün” darbı meselinden öte bir anlam ifade etmediği kendiliğinden anlaşılmaktadır.
Bugüne kadar gerek Kıbrıs arkeolojisi, gerekse Kıbrıs müzeciliğinin tarihi geçmişi detaylı olarak incelenmiş değildir. Bu konuyu ilkin 1986 yılında Turizm ve Kültür Bakanlığı’nın yayınladığı Kültür Dergisi’nin 2’inci sayısındaki “Kıbrıs’taki Eski Eser ve Müzecilik Etkinliklerinin Tarihçesi” başlıklı yazımda ana hatlarıyla el almıştım. Bugünkü yazımızın daha detaylı bir şeklini ise 1991 yılındaki Dünya Müzeler Haftası’nda kaleme alarak değişik yerlerde yayınlanmasını sağlamıştım. Belki bu yazımız bir gün araştırmacılarımız tarafından daha da detaylandırılıp yayınlanır diyelim.
Genel anlamda müzecilik çalışmaları, geçmiş kültürlere ait kalıntıların değişik amaç ve kaygılarla müze adı verilen yapılarda biriktirilmesi ve sonuç olarak da insanlığın bilgi ve istifadesine sunulması olarak kabul edilmektedir. Konuya bu noktadan bakıldığında M.Ö 750 yılında başlayan arkaik devirden itibaren tapınak ve adak yerlerine konan adak eşyaları buralarını, tam anlamıyla olmasa bile, bir müze haline getirmekteydi. Özellikle Ay. İrini (Akdeniz) ile Arsos (Arçoz) tapınaklarında bulunan sayısız heykel, figürin, çanak, çömlek ve ziynet eşyaları, sözü edilen müze olayına bir örnek sayılmaktadır. Daha sonraki Helenistik ve Roma Devirlerinde, yollara, evlere, gymnasiumlara, tiyatrolara, yapı cephelerine ve değişik mekânlara konan görkemli heykeller de bu yerleri bir açık hava müzesi durumuna getirirken, her karış toprağı geçmişin izlerini taşıyan adamızın da bir “Açık Hava Müzesi” olduğunu vurgulamamız gerekiyor.
KIBRIS’IN ESKI ESERLERI VE YURT DIŞINA KAÇIRILMALARI
Bugüne kadar Kıbrıs’ın geçmişiyle ilgili olarak saptanan veriler, günümüzden yaklaşık 10200 yıl önce adamıza gelen insanların kültürel faaliyetlere başladıklarını ve adanın zamanla değişik medeniyetlere ev sahipliği yaptığını ortaya koymaktadır. Bu nedenle Kıbrıs kültürlerine ilgi duyan çoğu seyyahlar ile yazarlar Kıbrıs’ı ziyaret etmişlerdir. Kıbrıs’tan söz eden en eski yazar, M.Ö 66 yılında Kapadokya’nın Amaseia kentinde doğan tarihçi Strabon olmuştur. Daha sonraki yıllarda ise Mısırlı Claudius Potolemaios, L. Makhaireas, Drummond, Pococke, Hogart, Albert de Luynes, G. Jeffery, Dr. E. Gjerstad, Miss du Plat Taylor, R.Gunnis, Porphyrios Dikaios, Vassos Karageorghis ve daha niceleri Kıbrıs’ın eski eserleri hakkında bilgiler vermişlerdir.
Kıbrıs’ın ‘kutsal topraklara’ (Kudüs’e) gidiş-geliş yolları üzerinde bulunması, Ludolf von Suchen, Felix Faber gibi birçok yabancı seyyahın M.S XIV-XV. yüzyıllarda Kıbrıs’a gelmelerine neden olmuştur. Ülkelerine döndüklerinde gördüklerini kitaplaştırmaları üzerine, birçok meraklı Kıbrıs’a gelmeye ve adanın tarihi zenginliklerini yağmalayarak ülkelerine götürmeye başlamışlardır. 1542 yılında Kıbrıs’ı gelen İsveçli seyyah Jecicus de Megen’in kitabında, Salamis mezarlık alanındaki bazı mezarların, altın, gümüş ve kıymetli taşlardan yapılmış eski eser bulmak amacıyla soyulduklarından söz etmiştir.
Osmanlı dönemindeki arkeolojik eski eselere ilişkin ilk bilgilerimiz 1865-1875 yılları arasında Kıbrıs’ta çeşitli mezarları talan eden General Louis Palma di Cesnola’nın 1877 yılında yayınladığı “Cyprus” isimli kitabına dayanmaktadır. Eski eserlerin ellenmediğinden, ilk kazının 1866 yılında kendisi tarafından başlatıldığından, Osmanlı makamlarının yabancılara antika veya maden arama izni vermediklerinden, kaçak kazıların Rum köylüler ile yabancılar tarafından yapıldığından ve Türklerin bu mezarları fetih veya Arap akınlarında şehit olanlara ait olduklarına inancıyla kazmadıklarından söz etmiştir. Cesnola Kıbrıs’taki antik mezarları gerek kazmada, gerekse kazılarda bulduğu eski eserleri yurtdışına çıkarmada yerel Osmanlı görevlileri ile Müslüman sivilleri bir engel olarak görmüş, bu nedenle de bu işleri İstanbul’daki Osmanlı idarecilerinin verdikleri fermanlara dayandırmış, ya da kaçak olarak yürütmüştür. Yazılı kaynaklardan Cesnola’nın bir tek seferde 35 bin adet eski eseri Kıbrıs’tan Londra’ya taşıdığı ve bunların bir bölümünü satmak suretiyle külliyetli miktarda kazanç sağladığı bilgileri edinilmektedir. Bu eski eserlerin bir bölümü halen British Museum, Viktoria ve Albertf Müzesi, Oxford Ashmolean Müzesi, Cambridge Fitzwilliam Müzesi, New York Metropolitan Sanat Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzesi, Stanford Üniversite Müzesi, Fransa Lur Müzesi ve Atina, Berlin ve Boston Müzelerinde bulunmaktadır. Kıbrıs arkeolojisine ilmi bakımdan büyük katkı sağlayan ve Kıbrıs’tan yurtdışına kaçırılan birçok eski eseri inceleyen arkeolog Paul Astrom, Stanford Üniversitesi Müzesinde bulunan Cesnola Koleksiyonunu inceledikten sonra kaleme aldığı “Corpus of Cypriot Antiquities” serisindeki kitabının önsözünde, “Kıbrıs’a ait eski eserler XIX. Yüzyılın başından itibaren beş kıtaya yayıldığından bunların tümünün incelenmesi mümkün olmamaktadır” demesi, o dönemlerdeki eski eser faaliyetlerinin büyük oranda kaçakçılığa yönelik olduğu yönündeki bilgileri pekiştirecektedir.
Osmanlı İmparatorluk toprakları dahilinde bulunan eski eser ile müze hizmetlerine bir düzen getirilmesi amacıyla ilk kez 1874 yılında Osman Hamdi Bey tarafından yürürlüğe konan “Asarı-ı Attika Nizamnamesi” Kıbrıs’ta da yürürlüğe girmiştir. Bu yasaya göre Kıbrıs’ta izinli olarak arkeolojik kazı yapan yabancıların buldukları eski eserlerin üçte biri kazı yapana, üçte biri kazının yapıldığı arazinin sahibine ve üçte biri ise devlete ait sayılıyordu. Ancak Kıbrıs’taki yoksulluk ile Osmanlı İmparatorluğunun çöküş sürecinden yararlanan yabancılar, devlet ile toprak sahiplerinin paylarına düşen eski eserleri de satın alarak yurtdışına kaçırma imkânını iyice değerlendirmişlerdir.
KIBRIS’TA KURULAN İLK MÜZELER
Kıbrıs’ta gerçek anlamda ilk müze 1883 yılında Lefkoşa Viktorya sokağındaki 7 numaralı evde kurulmuştur. Depo niteliği taşıyan bu müzede ilkin yabancı kazılardan devletin payına düşen 6000 civarında eski eser sergilenmekteydi. Ancak zamanla bu müzede çoğalan eski eserler merkezi bir müzenin kurulmasını zorunlu hale getirmiştir. Böylece Baf Kapısı yanındaki şimdiki arkeoloji müzenin ilk temelleri 1908 yılında halkın maddi katkılarıyla Kraliçe Viktoria’nın anısına atılır. Başlatılan müze inşaatı 1909 yılında tamamlanarak ziyarete açılır.
1878 yılında başlayan İngiliz Sömürge Dönemindeki müze hizmetleri 27 yıl süreyle Osmanlı dönemine ait Asarı-ı Attika Nizamnamesi ile yürütülmüştür. Ancak bu nizamname 1905 yılında çıkarılan yeni bir yasayla yürürlükten kaldırılır. Yürürlüğe konan yeni yasanın yürürlükte kaldığı 1935 yılına kadar eski eser ve müze hizmetleri yarı resmi olan ve onayla seçilen üyelerden oluşturulan bir komite tarafından yürütülür. Bu komiteye ise Kıbrıs Yüksek Komiseri başkanlık etmekteydi. Bu dönemle ilgili mevcut kayıtlardan, arkeolojik kazı yapan yabancıların buldukları eski eserlerden müzeye gerekli olmayanların komite kararıyla yurtdışına çıkartılmasının serbest olduğu bilgileri edinilmektedir. Ancak 1935 tarihli Eski Eserler Yasası’nın yürürlüğe girmesiyle bu komite dağıtılmış ve yerine Eski Eserler Dairesi kurulmuştur. XIX. Yüzyılın başına kadar eski eserlerin talanı ve define arayıcılığı şeklinde gelişme gösteren eski eser kazıları, XX. yüzyıl’ın ikinci çeyreğinden itibaren ilmi bir karakter kazanmaya başlamıştır. Kıbrıs’ta arkeolojinin babası sayılan Sir John Myres, General Louis Palma di Cesnola’nın Kıbrıs’tan kaçırıp Metropolitan Müzesi’ne sattığı eski eserleri tipleri ile dönemlerine göre sınıflandırmakla kendinden sonra Kıbrıs’a gelen İsveç Arkeoloji Heyeti’ne temel oluşturmuş olur. Böylece 1927-1931 yılları arasında E. Gjerstad başkanlığında Kıbrıs’ta sürdürülen İsveç arkeoloji heyetinin kazılarıyla Kıbrıs’ın bugünkü arkeoloji kronolojisi de belirlenmiş olur. Ada genelindeki eski eser alanlarının saptanması amacıyla 1955 yılında kurulan “Arkeolojik Yüzey Araştırmaları Şubesi” sorumluluğuna Dr. H.W. Catling getirilir. 1914 yılından itibaren her yıl yayınlanan “Eski Eserler Dairesi Rapor” dergisine, 1949 yılından itibaren dairenin yıllık çalışmalarını yansıtan “Kıbrıs Antikalar Dairesi Yıllık Raporu” dergisi de yayın hayatına kazandırılmak suretiyle müzecilik çalışmalarına bir ciddiyet kazandırılır.
TÜRK İDARECİLERİN ESKİ ESERLERE BAKIŞ AÇILARI
İngilizler ile Rumlar Kıbrıs arkeoloji ile müzeciliğine ilgi duymalarına karşın, Türkler 1961 yılına kadar bu konuyla pek ilgilenmemişlerdir. O dönemde arkeoloji mesleği, köylerde ‘mezarcı’ olarak tabir edilen kişilerle eş tutulduğundan bu mesleğe ilgi duyulmamış, bunun yerine serbest meslek, memurluk ve özellikle de ‘muallimlik’ itibar görmüştür. Arkeolojik dönemlere ait kültürlerin Yunanlılara ait olduğu görüşünü benimseyen Türk toplumunun ileri gelenleri, 1571 tarihinden itibaren Kıbrıs’ta köklü bir Türk kültürünün bulunduğunu kanıtlama gereği duymuşlar ve bu nedenle de bir Türk müzesinin açılmasına karar vermişlerdir. Böylece 1961 yılında faaliyete geçen zamanın Türk Cemaat Meclisi, bir müzeci olan zamanın Konya Müze müdürü Mehmet Önder’i Kıbrıs’a davet etmiştir. Yapılan inceleme sonucu Evkaf’a ait terk edilmiş durumdaki Lefkoşa Mevlevihanesi’nin bir Türk Müzesi olarak düzenlenmesinin uygun olduğu saptanmış ve 1962 yılında restorasyonuna başlanmıştır. Tekkenin bir Türk Etnoğrafya Müzesi olabilmesi için gerekli olan malzemeler gerek yurtiçinden, gerekse Konya’dan sağlandıktan sonra burası 30.4.1963 tarihinde “Kıbrıs Türk Müzesi” adıyla ziyarete açılmıştır. Müze açıldıktan sonra, müzenin oluşumuna emek veren zamanın Türk Maarif Müdürlüğüne bağlı özel Eğitim Şube Memuru ve resim öğretmeni Cevdet Çağdaş buraya “müze mesulü” olarak atanmıştır. Böylece Kıbrıs Türk Müzeciliğinin ilk adımı atılmış ve bunu 1.Ağustos.1968 tarihinde Mağusa’da açılan Cambulat Müzesi izlemiştir. Ancak daha ziyade Türk etnoğrafyasına yönelik olan bu müzecilik çalışmaları ne yazık ki 1975 yılına kadar arkeolojiye kaydırılamamıştır. Resmi arşiv belgelerinden, Lefkoşa’da açılan Türk Müzesi’nin 1975 yılına kadar sırasıyla Türk Maarif Müdürlüğü, İktisadi İşler Üyeliği, Ticaret Endüstri ve İstatistik Dairesi Müdürlüğü, Maliye ve İktisadi İşler Üyeliği, Ticaret Endüstri ve Turizm Üyeliği, Turizm ve Enformasyon Üyeliği ve Turizm ve Tanıtma Üyeliği gibi üyeliklere bağlı bir şube olarak faaliyetlerini sürdürdüğü ve 1966 yılından itibaren Kıbrıs’a gelen arkeologların istihdamına cevap vermeyen iki kişilik bir arkeolog kadrosuna sahip olduğu bilgileri edinilmektedir. Resmi kayıtlara göre 1975 yılı itibarıyla, bilimsel niteliği olmayan kişilere eski eser kazı izni verilirken, ele geçirilen eski eserleri yurtdışına pazarlayan en az 12 eski eser tüccarına da eski eser ticaret izni verilmiş durumdaydı.
Eski eser ile müzecilik alanında kapsamlı çalışmalara 1975 yılında başlanmıştır. 20.7.1974 sonrası Kıbrıs’ın kuzeyinde kalan kültürel mirasın tamamının Türk Müzesinin kontrolüne girmesi, bilgili ve bilinçli müze kadrolarının oluşturulmasını gündeme getirmişti. O dönemde bu denli ağır bir görevin sorumluluğu kısa bir süre Ayer Kaşif’e verilmiş, bir süre sonra da bu görev Türkiye’den sözleşmeli olarak getirilen arkeolog Nurettin Yardımcı’ya devredilmişti. 1975-1977 yılları arasında sürdürülen çalışmalarla Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Müdürlüğü kurulmuş, 35/75 sayılı Eski Eserler Yasası ile buna bağlı tüzükler çıkarılmış, eski eser hizmetleri bölgelerde kurulan Şube Sorumluluklarıyla yaygınlaştırılmış, işsiz, başka dairelerde ve yurtdışında çalışan arkeologlar yeni kurulan daire çatısı altına alınmış, arkeolog, sanat tarihçi ve mimarların meslek içi eğitimleri Ankara, Eski Yapar ve Antalya’da yapılmış, Kıbrıs’ın kuzeyinde kalan tüm taşınır eski eserler toplanarak envanter kayıtlarının yapılmasına başlanmış, taşınmaz eski eser alanlarından saptanabilenler tescil edilmiş, eski eser kaçakçılığıyla kıyasıya mücadele edilmiş, eski eser tüccarlarının ellerinde bulunan kültür varlıklar toplanarak bir ticaret metaı olmaları önlenmiş, restorasyon ekibinin ilk çekirdeği oluşturulmuş ve tüm bölgelerde değişik konulu müzelerin açılması çalışmalarına başlatılmıştır. Nurettin Yardımcı’nın 1977 yılından Kıbrıs’tan ayrılmasından sonra kurumun müdürlüğüne çok kısa bir süre vekaleten Turan Katırcıoğlu, daha sonra ise sırasıyla Hasan Şefik Altay, Tamer Gazioğlu, Mehmet İmamoğlu, Ali Dincer, Kemal Mehmetali Aksay, A. Kanlı, İlkay Feridun, Fuat Azimli ve Emine Pilli getirilmiştir.
SON SÖZ
Müzeler ile eski eser koleksiyonları önceleri batılıların egosunu tatmin eden ve para getiren kaynaklar olarak görülmekteydi. Ancak daha sonraları müzelerin bilim, eğitim ve kültür merkezleri haline gelmeleri ve bu doğrultuda ziyaretçilere hizmet sunmaları noktasına gelinmiştir. Müzelerden güdülen amaç; bir yandan kültürel mirasın korunup tanıtılması, bir yandan eski eserler ile müzelere ilginin yaygınlaştırılması, bir yandan genç nesillerin bu konuda eğitilmelerinin sağlanması ve bir yandan da kültürel mirasa sahip çıkma sorumluluğunu taşıyan ilgililerin bu konuda uyarılmalarıdır. Artık çağdaş müzeler, çeşitli bilimsel araştırmalara, kültürel etkinliklere, konferans-panel ve sempozyumlara, açık ve kapalı sergileme salonlarına, tüm müzecilik ile turizm gereksinimlerine yanıt veren ve teknolojik gelişmelerle kucaklaşan eğitim kurumları olarak görülmektedir. Böyle bir yapıya sahip olmayan müzelerin çağdışı kalacaklarına ve bunlardan gerekli yararların sağlanamayacağına şüphe yoktur. Geçtiğimiz yıl itibarıyla Kıbrıs’ın kuzeyinde 29 adet değişik konulu müze bulunmasına karşın, KKTC’nin başkenti Lefkoşa’da 30 yıldan beridir bir tek merkezi arkeoloji müzesinin bile bulunmayışı bir devlet ayıbı olarak görülmektedir. Ayrıca, konulu müzeler arasında yer alan ve malzeme zengini olduğumuz tren müzesi, maden müzesi, güzel sanatlar müzesi ve daha nice konulu müzelere gereksinim duyulduğu da bir gerçektir. Bu arada sergilemeleri eskiyen ve çağdaşlık adıyla ziyaretçileri yanılgıya düşüren müze sergilemelerinin de yeniden gözden geçirilmesi gereği vardır.
Müzelerin bir görevi kültürel mirasın korunması ise, diğer bir görevinin de ‘eğitim’ ve ‘yayın’ olduğunun altını çizerek bu günkü yazımızı da bu şekilde sonlandırmış olalım.