Tuncer Bağışkan
İslâmiyeti benimseyen Osmanlıların yeni egemen oldukları ülkelerde kurdukları düzende yerli halklarla birlikte yaşadıkları, vergilerin düzenli toplanabilmesi için onlara karşı mümkün olduğunca adil ve hoşgörülü davrandıkları ve kimliklerinin bir gereği olarak onlara bazı haklar tanıdıkları bilinmektedir. Feodal bir sisteme sahip olan Venedikliler Kıbrıs’ı askeri ve ticari bir üs olarak kullandıklarından, Kıbrıs’ta sosyal, ekonomik ve kültürel konularla pek ilgilenmemişlerdi. Bu nedenle 1571 yılından itibaren Kıbrıs’a hakîm olan Osmanlıların ihtiyaç hissedilen bu konularla ilgilenmeleri gerekiyordu. Böylece çok eskiden beri bir Hıristiyan kültür merkezi olan Kıbrıs, Osmanlı dönemiyle birlikte çok daha farklı bir kimlik ve görünüm kazanma sürecine girmiştir. Bu değişimin de çok farklı nedenleri vardır. Ancak bunun en önemli nedeni, halkın ihtiyaç ve yararını gözeten geleneksel Osmanlı vakıf anlayışının Kıbrıs’ta da kurulmuş olmasıdır.
Genellikle vakıflar sosyal, kültürel, eğitim, dini, beledi ve diğer görevlerin yerine getirilmesi amacıyla maddi durumları iyi olan kişiler tarafından kurulmaktaydı. Oluşturulan vakıfları yöneten kişilere ‘mütevelli’ ismi verilmekte ve bunlar kadılar tarafından denetlenebilmekteydi. Dini hizmetlerin yerine getirilmesi için gereken cami, mescit, Haremeyn ve türbe gibi dini yapıların imarı, gereksinimlerinin karşılanması, bakımı, onarımı ve devamlılıklarının sağlanması için kurulan vakıfların yanı sıra, bu gibi tesislerde görevlendirilecek imam, müezzin ve türbedar gibi din görevlilerinin geçimlerinin sağlanması amacıyla da vakıflar kurulmuştur. İçme suyu temini için yapılan kuyu, su kemeri ve çeşmeler, temizlenmek için yapılan hamamlar, ibadet için yapılan tekke, mescit ve camiler, eğitim için oluşturulan mektep, medrese ve kütüphaneler, ticaret için yapılan çarşı, arasta ve bedestenler, konaklamak için yapılan hanlar ve bunlara ek olarak daha nice mimari eserler vakıf geleneği sayesinde ortaya çıkmıştır.
DEĞİŞİK VAKIFLAR
Kurulan vakıflar kendi aralarında çeşitli kısımlara ayrılırken, en önemlileri arasında Mazbuta (Mazbut) Vakıflar, Mülhaka (Mülhak) Vakıflar, Meşruta Vakıflar, Meşruta olmayan Vakıflar, Müstesna Vakıflar ve Hayrat Vakıflar yer almaktadır. Vakıf geleneğinin Kıbrıs’taki ilk temsilcileri arasında Sultan Selim, Lala Mustafa Paşa, Sinan Paşa, Arap Ahmet Paşa, Cafer Paşa, Okcuzade Mehmet Paşa, Sefer Paşa ve Frenk Cafer Paşa Vakıfları gösterilmektedir. İlk olarak “Aya Sofya Cami-i Selim Vakfı” kurulmuş ve bu vakfa geliriyle destek olabilmek için Lefkoşa’da yapılan Büyük Han, dükkanlar, ambarlar, sular, değirmenler, araziler ve çiftlikler dahil edilmiştir. Yine Lala Mustafa Paşa Vakfı arasında Büyük Hamam, Ömerge Hamamı, Ömeriye Bahçesi ve debbağhane yer alırken, Sinan Paşa Vakfı arasında da Limasol’daki Pir Ali Dede Tekkesi ile Mağusa’daki dükkânlar yer almıştır.
Kıbrıs’ta vakıf geleneğinin bir sonucu olarak oluşturulan cami, medrese, kütüphane ve benzeri hayır kurumları, değerli şahsiyetlerin yetiştiği birer ilim, sanat ve kültür merkezi haline gelmiştir. Kıbrıs’ın Osmanlı idaresine girmesi üzerine II. Selim’in meydana getirdiği kurumlar konusunda Nevîzade Atâi şöyle demiştir: “978(1571) senesinde adanın fethi tamamlanıp idari ve ilmi makamlar laik olanlara verildi. Kılıç ile fethedilen Kıbrıs adasında yaptırılan mescitler, camiler, medreseler, kiliseler ve çeşit çeşit hayır kurumları, tarif ve tasnif edilemeyecek kadar çoktur”.
Osmanlı döneminin ilk yıllarından başlayarak vakıf olarak kurulan çoğu zaviye, cami ve mescit, değişik nedenlerle günümüze kadar ulaşabilmiş değildir. Bu nedenle haklarındaki bilgiler genellikle vakıf kayıtları ile İngiliz Sömürge dönemi kaynaklarına dayanmaktadır. İngilizlerin talebi üzerine Osmanlı Evkaf Nazırı Abdülhalim Efendi’nin Kıbrıs Mutasarrıflığı’na ilettiği 16 Şevval 1296 H (20 Eylül 1879) tarihli yazısında belirtilen 131 kalemdeki Evkaf malları listesi, Kıbrıs genelindeki Evkaf mallarının sayısını tam olarak yansıtmamakla birlikte, 1883 tarihinde M.B. Seager tarafından “Reports of the Evkaf Properties Cyprus” adıyla yayınlanmıştır. Bu listedeki vakıf emlakin arasında 81 cami, 5 mescit, 6 medrese, 2 okul, 7 tekke, 1 çiftlik, 2 türbe, 1 hücre, 1 çeşme ve 25 değişik vakıf yer almaktadır. 1835 yılı itibarıyla Lefkoşa’da 10 cami bulunduğu bilgilerine de rastlanmaktadır. Yine 1931 yılı itibariyle, eksik bilgiler içermesine karşın, Kıbrıs’ta 202 cami ile mescit, 15 tekke ve 8 medrese bulunduğu kayıtlara girmiştir.
TEKKELER
Antik kentlere Türk-İslam karakteri kazandıran mimari yapılar arasında bir kültür merkezi olarak hizmet veren tekkelerin ayrı bir yeri vardır. Kıbrıs’taki şehir merkezleri ile yakın çevrelerinde bulunan bu tekkeler, kendilerine özgü bir yapıya sahiptirler. Bu yapılar genellikle adına inşa edildikleri şahısların makam veya türbeleri, zamanla etrafları ile bitişiklerine inşa edilen ibadet ve merasim mekânları, derviş hücreleri, misafirhane ve şeyh dairelerinden oluşmaktadır. İçlerinde bulunan mezarları adak amacıyla da ziyaret edilen tekkelere en güzel örnek Lefkoşa’da Mevlevi Tekkesi, Larnaka’da Hala Sultan Tekkesi ile Zuhuri Tekkesi, Mağusa’da Kutup Osman Tekkesi, Baf’ta Hasan Ağa Tekkesi ve Timbu (Kırklar köyü) yanındaki Kırklar Tekkesi’dir.
CAMİYE ÇEVRİLEN KATEDRAL VE KİLİSELER
İslamiyet’i benimseyen Osmanlıların ele geçirdikleri şehirlerin en büyük ve en önemli mabedini, mimari ve sanat özelliklerini mümkün olduğunca koruyarak, mihrap, minber, minare, şadırvan gibi eklentilerle camiye çevrildikleri bilinmektedir. Bu nedenle ilk olarak Lefkoşa’daki St. Sophia, St. Mary Augustinian, St. Katerin ve Mağusa’daki St. Nikolas Katedralleri camiye çevrilerek ibadete açılmış ve sürekliliklerinin sağlanması amacıyla adlarına vakıflar da oluşturulmuştur. Kıbrıs genelindeki Latin veya Ortodokslara ait 23 kilise veya katedral camiye dönüştürülürken, 9 caminin ise ortaçağ kilise kalıntılarının üzerlerine inşa edildiği de belirlenmiştir.
YENİ İNŞA EDİLEN CAMİ VE MESCİTLER
Osmanlı döneminde Osmanlı-Türk mimarisinin en kabarık örneklerini oluşturan mütevazi cami, mescit ve türbeler de inşa edilmiştir. Bayraktar burcundaki türbe ile Mağusa Akkule girişindeki mescit ilk örnekler arasında yer almaktadır. XX. yüzyılın başlarına ait köy camilerinin tamirleri ile yönetim şekline ilişkin bilgilerimiz Evkaf arşiv belgelerine dayanmaktadır. 11 Ocak.1904 tarihi itibariyle köy camileriyle ilgili olarak üst düzey bir hükümet görevlisinin talep ettiği bilgilere karşılık olarak İngiliz Evkaf Delegesi W. Collet’in vermiş olduğu 18.1.1904 tarihli yanıt aynen şöyle: “Bizim düşüncemize göre köy camisi, köydeki herhangi bir camidir. Yaklaşık tamamının bazı bağış kaynakları vardır veya vardı. Eğer bunların düzenli olarak tamirleri yapılırsa, yıllık tamirleri 10 şilin ile £3.- arasında değişmektedir. Bunların büyük bir bölümü köylülerin belirledikleri mütevelliler tarafından yönetilmektedir. Diğerleri ise Evkaf’ın resmi mütevellileri tarafından yönetilir. Eğer cami Meşruta Vakıf ise, mütevellisi Vakfiye şartnamesinin kurallarına göre belirlenir ve Kadı’nın görevi ise kimin mütevelli olma hakkına sahip olduğu konusunda karar vermektir. Evkaf İdaresi sadece yönetim bozukluğu olduğunu kadıya ispatlayabileceği güncel konularda devreye girebilir. Memurlar cami gelirlerinden ödenirler, bazı durumlarda köylüler katkıda bulunurlar; ayrıca bazı durumlarda Evkaf da katkıda bulunur. Köy camileri şimdilerde okul ücretlerini ödemekle de yükümlü olduklarından, genellikle camilerin tamiri için gerekli paranın büyük bir bölümü bu şekilde tükenmektedir. Yaklaşık olarak 170 köy camisi ve mescidi vardır.”
EĞİTİM MERKEZLERİ VE KÜTÜPHANELER
Kıbrıs’ın Osmanlı idaresine girmesiyle birlikte Osmanlının İslamiyet temeline dayalı eğitim şekli de adaya girmiştir. İlkin 1573 yılında oluşturulan ve “mahalle mektepleri” adıyla bilinen sıbyan okullarının eğitimleri sadece dine dayalıydı. Genel olarak mektepler cami veya mescitlerin yanlarına inşa edilirken, bazen bitişiklerindeki bir oda da mektep görevi görmekteydi. Daha sonra bu mahiyet değiştirmiştir. Bu mekteplerin öğretim süreleri prensipte üç yıl olmasına karşın, öğrenciler 10 yaşına kadar da bu mekteplere devam edebilirlerdi. 1800-1878 yılları arasında 29 Vakıf Sibyan okuluna karşın, 41 Hususi İptidai (sıbyan okulu) bulunmaktaydı. Bunlardan ikisi kasabalarda, 39 tanesi ise köylerde yer almaktaydı. 1938 yılında iptidai okullarında bir değişikliğe gidilerek eğitim süresi 4 yıla çıkarılmış ve bunun iki yılı “Sınıf-ı Evvel”, 2 yılı ise “Sınıf-ı Sani” olarak iki bölüme ayrılmıştır.
Sibyan okullarının yanı sıra 1573 yılında medreseler de kurulmaya başlanmıştır. Bunlar, Sıbyan mektebinden mezun olanların gittikleri ve giderleri vakıflar tarafından karşılanan okullardı. Tedrisat süreleri kesin olmayıp, başarı elde edilinceye kadar devam eden bir eğitimden sonra “icazet” denen bir diploma almaya hak kazanılırdı. Zaman sürecinde genellikle cami çevrelerinde oluşan ve toplu olmaları itibariyle “külliye” olarak bilinen yapı grubunun bir parçası olmuşlardır. Kıbrıs’ta ilkin Sultan Selim Lefkoşa’da “DÜR-ÜL HEDAYA” medresesini inşa etmiş, ardından da diğer medreseler inşa edilmiştir. 1920’li yıllarda lise dengindeki Sultaniye’nin oluşturulması ve Türkiye’deki proğram ile müfredatın Kıbrıs’ta da uygulanmasıyla medreseler tarihe karışmış olur.
Mektepler dini eğitim verdiklerinden ibadet yerlerinin yanlarında oluşturulurlarken, mekteplerin bir parçası olan kütüphaneler de yine ayni şekilde ya ibadet yerlerinin içinde, ya da çevrelerinde oluşturulurlardı. Çok sayıdaki kütüphane arasında sadece ismi bilinenler arasında; Aziz Efendi Tekkesi Kütüphanesi, Ayasofya Camisi içinde Lala Mustafa Paşa tarafından kurulup Sultan III’ üncü Murad tarafından geliştirilen Muradiye Kütüphanesi, Arab Ahmet Paşa Camisi hatibi Ahmet Efendi’nin kurduğu kütüphane, Halveti tarikatının Yiğitbaşı kolundan Tireli Ömer Efendi’nin dervişleriyle birlikte tekkelerinde kurdukları kütüphane, Mevlevihane Kütüphanesi, Bursalı İsmail Hakkı Efendi’nin oluşturduğu Celveti şeyhlerinden Kutup Şeyh Osman Fazlullah Efendi Kütüphanesi ve Kıbrıs Müftülerinin nezaretinde bulunması itibariyle Müftü Medresesi olarak da bilinen Ayasofya Camisi yanındaki Kıbrıs Merkez Medresesi’nin kütüphanesi yer almaktadır. Bugün Kütüphane olarak en iyi bilinen Lefkoşa’daki II.Sultan Mahmut Kütüphanesidir.
HANLAR
Ticaret merkezlerinde yapılan hanlardan günümüze sadece anıtsal olma özelliklerini koruyan Lefkoşa’daki Büyük Han ile Kumarcılar Hanı gelebilmiştir. Bunlar merkezi Bursa olan Osmanlı han tipinin sade ve güzel örnekleri olup, Osmanlının yayıldığı değişik coğrafyalarda asırlarca tekrarlanmış olmaları itibariyle dikkat çekicidir. Kumarcılar Hanı, bir ortaçağ mimarisinden yararlanılarak gerisine inşa edilmiştir. Hemen yanındaki Büyük Han ise, büyük bir açık avlu etrafında, önleri çapraz tonozlu revaklar ve bunların gerisinde de tonozlu odalardan ibaret iki katlı bir yapı olması itibariyle, Anadolu’daki Osmanlı ticari hanlarının bir benzeridir. Revak kemerlerinin bindirme sütun şeklinde oturtulduğu ayaklar, Osmanlıların tarihi çevreden etkilendiklerinin bir işaretidir. Hanın doğu girişindeki revaklara, dışa açılan bir sıra dükkân inşa edilirken, hanın alt katları ticarethane, üst katları ise otel gibi kullanılmıştır. Hanın en önemli özelliği ortasında bir köşk mescidinin olmasıdır.
HAMAMLAR
İslamiyet’te temizliğe önem verilmesi itibariyle, Osmanlı İdaresinin ilk yıllarından hemen sonra hamam inşa etme faaliyetine girişildiği anlaşılmaktadır. Kıbrıs’ta ilk hamamın ne zaman yapıldığı şimdilik kesin olarak bilinmemektedir. Yine de Osmanlı İdaresinin ilk yıllarında kurulan ve Lala Mustafa Paşa Vakfı’na ait olan Büyük Hamam ile Ömerge Hamamı’nın ilk yapılanlar arasında yer aldığı sanılmaktadır.
Kıbrıs’taki Osmanlı hamamları, soyunmalık (camekan), soğukluk ve sıcaklık olarak üç ana bölümden ibaret olmaları itibariyle Klasik Devir Osmanlı hamamlarının plan şemasını devam ettirmektedir. Bu hamamlar, sıcaklık bölümlerinin düzenleniş şekline göre bir kaç tipe ayrılmaktadır. En çok rastlanan tip, Büyük Hamam, Mağusa Cafer Paşa Hamamı ve Ömerge Hamamında olduğu gibi kubbeli bir merkezi mekan etrafında simetrik eksenlerine göre düzenlenmiş, tonozlu dört eyvan (sofa) ile bunların aralarında kubbeli köşe odalarını (halvet) ihtiva eden haçvari planlı tiptir.
DÜKKAN, ÇARŞI, ARASTA VE BEDESTEN
Türk-İslam mimarisinde ticareti öngören dükkân, çarşı, arasta ve bedesten gibi tesisler de kentlerde yerlerini almışlardır. Genellikle vakıf yoluyla inşa edilen bu yapılar şehirlerde büyük camilerin yanlarında ve/veya külliyelerin çevrelerinde ticaret merkezi olarak bir gelişim süreci izlemişlerdir. Ancak Lefkoşa’daki bedesten bir kiliseden dönüştürüldüğünden Anadolu’daki Osmanlı döneminin çok kubbeli bedestenlerinden ayrılmaktadır. Selimiye meydanı civarında halkın her türlü ihtiyacını karşılayan çeşitli pazar yerleri de vardı. Suk-u Sultani olarak bilinen bu yerler arasında, Bedesten’in yanı sıra, Büyük Pazar, Kuyumcular Çarşısı, Balık Pazarı, Kadınlar Pazarı ve büyük bir olasılıkla XVI. Yüzyıl çarşısının bir devamı olan Arasta Çarşısı da bulunmaktaydı.
SU KEMERLERİ
İnsan yaşamının devamı ile İslâmi kurallarda gerçek temizlik akarsuyla sağlandığından, Osmanlıların ele geçirdikleri ülkelerde su tesislerini öncelikle yaptırdıkları veya mevcut su sistemini elden geçirip kullanıma soktukları bilinmektedir. Kıbrıs’ın Osmanlı İdaresi’ne girdikten sonra su vakıfları kapsamında kentlerin su ihtiyacını karşılayan çeşmeler ile su kemerleri de yapılmıştır. Günümüze kadar gelen vakıf belgeleri ile kalıntıları arasında su vakfı kapsamına giren Lefkoşa Arabahmet Paşa su kemerleri ile Silihtar su kemerleri, Mağusa Cafer Paşa vakfı su kemerleri, Lefke Ebubekir Efendi Vakfı su kemerleri, Lapta su kemerleri, Baf Sancak Beyi Mehmet Bey Ebubekir vakfiyesi su kemerleri ve Larnaka Ebu Bekir Paşa vakfı su kemerleri yer almaktadır.