Kıbrıs’ta verem hastalığına karşı oluşturulan hastane: Athalassa…

Sevgül Uludağ

Ulus IRKAD

Geçen hafta Çarşamba akşamı (28 Ağustos 2024), Mağusa Bandabuliya Kültür Merkezi’nde, Kıbrıslı Rum film yönetmeni Argyro Nikolau arkadaşımızın senaryosunu ve yapımcılığını yaptığı, Kıbrıs’ta verem hastalığına karşı 1930’lu yıllarda mücadele veren Dr. Takis Evangelidis adlı Kıbrıslı doktorun nasıl bir hastahane oluşturarak hastalığı yenmeye çalıştığı ve hastalık riskini azalttığını, yaklaşık 25 dakika tutan kısa metrajlı filminde izledik. Kısa filmin adı “Athalassa”… Kıbrıs’ın geçmişiyle yüzleşmemizi, geçmişte neler yaşandığını görmemizi sağlayan kısa bir film bu…

Bayan arkadaşımız Argyro Nikolau, film sonunda bizlere verdiği bilgilerde bayağı arşiv taraması yaptığını, bu konuda Dr. Takis Evangelidis’in ailesinden hem maddi, hem de arşiv olarak çok faydalandığını anlattı. Bunu bayağı masraf yapıldığını da ima ederek söyledi. Fakat açıkça yazayım filmi izlerken ses ve görüntü kalitesi, filimde yer alan sanatçı ve figüranların en detaylarına kadar bizlere 1930’lu yılları canlandıran rolleri ve de kostümleri, beni oldukça etkiledi. Sanki de bir Hollywood filmi izler intibası edindim. Bu arada Argyro arkadaşımız, filminde birkaç tane de Kıbrıslıtürk sanatçıya ve figürana da yer verdi ve bu anlayış filmin kalitesini daha da artırdı. “Athalassa” 1930’lu yıllardan sonra devrin İngiliz Hükümeti tarafından ruh ve sinir hastahanesine dönüştürüldü ve verem hastahanesi de Ciberunda köyünde başka bir hastahane olarak, Trodos dağları zirvesinde, temiz havası olan köyde faaliyet gösterdi. O zamanki İngiliz Hükümeti’nin bu konudaki hassasiyeti ise bana göre övgüye değer. Hastahane hala daha orada faaliyet göstermektedir.

FİLMDEKİ ÖYKÜ ATHALASSA’DA BAŞLIYOR

Dr. Takis, verem hastalığının ortadan kalkması için fedakarca hastaları için mücadele etmektedir. Bu arada hastahanede Rum ve Türk hastalarla aynen 1930’lu yıllardaki nörsler gibi, 30’lu yılların kostümleri içinde, hastaların rahatlaması için, onunla mücadele veren İngiliz ve Kıbrıslı sağlık memurları bulunmaktadır. Bu arada sık da olmasa, bazı devlet memurlarının müdahalelerine rağmen, Dr. Takis, hastalarının rahatsız edilmesini istemez. Hatta bir hastasının nişanlısının ona gönderdiği bir boşanma mektubundan da rahatsız olur. Hatahanede gene Kıbrıslılar için mücadele veren İngiliz doktorlar ve hükümet memurları da bulunmaktadır. Dr Takis tüm hastalarını iyileştirilmesi gereken hastalar olarak görür, onların en küçük sorunlarıyla da ilgilenir ve herkese eşit davranır. Bana oldukça etkileyici gelen filmin gerçeği budur. Dr. Takis’in tüm Kıbrıslıları eşit görmesi ve onları Türk veya Rum olsun kucaklaması…

İnanır mısınız? Filmin sonunda onda da verem belirtileri başlarken, mücadelesini bırakmadığı, bu hastalığın ortadan kalması için canla başla mücadele etmeye devam etmesi yanında, onun kendisini sadece bir Kıbrıslı olarak görüp vatandaşlarına bir hümanist doktor olarak ayrım yapmadan davranması beni çok etkiledi.

Film bittiği zaman hem Argyro kızımızın bu başarısını tebrik ederken hem de gözlerimden dökülen yaşlara da engel olamadım. Film beni insancıl duygular bakımından çok etkiledi.

Filimde rol alan tüm sanatçı ve figüranlarla bu başarılı filim yapımcısı kızımızı bir defa daha tebrik ediyorum…

ARGYRO NİKOLAU KİMDİR?

Kıbrıslı bir film yönetmeni, yazar ve araştırmacı olan Argyro Nikolau, New York’ta yaşıyor. Kendine ait internet sitesinde yazdığına göre, filmleri Avrupa ve ABD’de çeşitli festivallerde gösterilirken, kendisi de New York, Atina ve Kıbrıs’ta çeşitli film ve görsel sanat programlarının küratörü olarak faaliyet gösteriyor.

Argyro Nikolau’nun makaleleri American Historical Review, Boston Art Review gibi dergilerde yayımlanmış. “Knowing Displacement” başlıklı kitabında ise yerinden edilenlerin filmlerde, edebiyatta ve görsel sanatlarda nasıl ele alındığını anlatıyor.

Argyro Nikolau doktorasını Harvard üniversitesinden almış ve Harvard’ın en prestijli ödüllerinden olan Bodoin Ödülü’nü de kazanmış. Halen Princeton ve Kolombiya Üniversiteleri’nde edebiyat ve kültürel tarih ile film incelemeleri dersleri veriyor.

Avrupa Film Akademisi, Kıbrıs Film Yönetmenleri Birliği, Görsel Sanatlar ve Sanat Teorisyenleri Derneği üyesi olan Argyro Nikolau’nun ilk uzun metrajlı filmi “Excavators” (“Şirolar”) 2023’te Karlovy Vary Estern Promises sanayi bölümünde Connecting Cottbus Ödülü’nü kazanmış. Halen Bard College’de İnsan Hakları ve Sanat Merkezi’nde konuk öğretim görevlisi…

“ŞİROLAR”…

Argyro Nikolau’nun “Şirolar” başlıklı filmi kuşaklar arası anıların acılarını ve aile tarihine dair çirkin gerçekleri kaçınılmaz biçimde ortaya çıkarma sürecini ele alıyor. Filmde Klio adlı bir sanatçı ailesinin muhalefetine karşın “kayıp” ninesine dair gizemleri araştırmaya girişiyor ve gerçeği kazarak ortaya çıkarmanın acılı ve insanın hayatını değiştiren bir çaba olduğunu farkediyor.

Athalassa filminden bir sahne


***  GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR KİTAPLAR…

“Sözlü tarih tanıklıkları: İstanbullu Rumlar ve diasporası…”

Beste NASIR/Gazete DUVAR

Kendisi de İstanbullu bir Rum olan Dr. Kornilia Çevik Bayvertyan'ın Paros Dergisi'nde 'Yüzler ve İnsanlar' başlıklı röportajlarının bir araya getirilmesiyle oluşturulan '21. Yüzyılın İstanbul'unda Rumlar' adlı kitabı, Paros Yayıncılık etiketiyle okurlarıyla buluştu. İki ciltten oluşan bu kitap, sözlü tarih çalışmalarının da bir örneği aynı zamanda.

… Aynı zamanda sözlü tarih araştırmacısı da olan Bayvertyan'ın '21. Yüzyılın İstanbul'unda Rumlar' adındaki kitabı, işte bu sözlü tarih çalışmalarının İstanbul'daki Rum topluluğuna uygulanmasının bir örneği aslında. İki ciltten oluşan bu kitap, oldukça geniş bir yelpazede İstanbullu Rumları ve diasporasını odağına alıyor. İstanbullu Rum topluluğunun üyelerinden felsefeci, psikolog, masalcı, yazar, oyuncu, akademisyen, şef, doktor, gazeteci, öğretmen ve daha başka pek çok meslek alanlarından kişilerin Bayvertyan'ın oldukça ayrıntılı sorularına verdikleri cevapların toplamından oluşan röportajların gözlerimizin önüne serildiği kitapta, İstanbullu Rum topluluğunu tanıma olanağını yakalıyoruz. Kitap boyunca, röportaj yapılan kişilerin hayat hikayelerinin izini sürerken bir yandan onların çizdikleri hayat yolları hepimize de yol gösteriyor.

''HER ŞERDE BİR HAYIR VAR' DEMEYİ ÇOK ERKEN YAŞTA ÖĞRENDİM'

Kitapta Prof. Dr. İoanna Kuçuradi, İstanbullu bir Rum kadın felsefeci ve akademisyen olarak karşımıza çıkıyor örneğin. Kendisiyle yapılan röportajdan etnik kökeni ne olursa olsun bir insanın vatanının doğup büyüdüğü yer olduğunu ve bunun için de kafalara düşmanlık sokulmaması gerektiğini ama sokulmuşsa da, eğitimle ve düşündürülerek bu düşmanlıktan çıkılabilmesi için onlara yardım etmenin gerekliliğini öğreniyoruz. Kuçuradi, ayrıca, olabildiği kadar çok sayıda insana insan haklarına dayalı bir düzen kurabilmeleri için de yardım etmenin önemli olduğunun altını çiziyor. Dolayısıyla, bu konuda eğitimini tamamlamış kişilere ihtiyacımızın olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz.

Aslında her satırında öğrenebileceğimiz çok şey saklı olan bu röportajda Kuçuradi, "Her şerde bir hayır var" demeyi çok erken yaşta öğrendiğini de dile getiriyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: "(...) Karşılaştığınız bir güçlüğün üstesinden gelince, daha da güçlü oluyorsunuz. İnatla umutluyum. Bu umudun kaynağı, değer bilgisi ve şimdi birçoğu benim gibi beyaz saçlı olan öğrencilerimdir. Bu çabalarla dünyayı cennete dönüştüreceğimizi düşünmüyorum. Ama daha çok sayıda insanın, insana yakışır şekilde yaşayabilmesinin olanaklı olduğunu düşünüyorum."

Röportajın tamamı dikkatle okunduğunda, Kuçuradi'nin hayat hikayesi hakkında birçok ipucu daha okuruyla buluşmayı bekliyor. Öğrencilerinden ben de, bu yazımda daha fazla ipucuna yer vermeyip olabildiği kadar çok sayıda insanı kitapla buluşmaya davet ediyorum.

21. Yüzyılın İstanbul'unda Rumlar, Kornilia Çevik Bayvertyan, 492 syf., Paros Yayıncılık, 2018.

'BİZİM HEM MENŞEİMİZ HEM MESLEĞİMİZ BİRÇOK SENARYO YARATMAYA AÇIK'

Şef Maria Ekmekçioğlu da gastronomi alanında dersler veriyor ve aynı zamanda yine bu alanla ilgili kitapları var. Özellikle Rum mutfağının ülkemizde önde gelen temsilcilerinden Ekmekçioğlu, yemek yapmayı annesinden, anneannesinden ve kayınvalidesinden öğreniyor. Bir anlamda, onlar kendisine el veriyor. Dahası Ekmekçioğlu, bu röportajı verdiği sıralarda yeni bir kitap yazdığını belirtiyor ve kitabında büyükannesini anlatırken kendisinden bir "büyücü" olarak söz ettiğini dile getiriyor. Bunun nedenini de o zamanlardaki yaşıyla da bağlantısı içinde şöyle açıklıyor: "(...) küçük yaştaki aklımla gözümün önünde, kocaman tencerelerin-kazanların içine gömülmüş bir kadın bana bir büyücüyü anımsatırdı. O kazanların içerisinde reçeller pişerdi."

Başka bir yandan, Ekmekçioğlu, süngerci, Girit'te yaşayan, anne-baba ve üç kızdan oluşan bir ailenin farklı bölgelere göçmek durumunda kalmasının beraberinde getirdiği hikayesini anlatıyor ve Girit'te yaşayan kızın restoranında da bulunabilme olanağını yakaladığı için sözlerine şunları ekliyor: "(...) Bu şekilde birçok hikâye mevcut. Bizim hem menşeimiz hem mesleğimiz birçok senaryo yaratmaya açık. El ele verirsek kültürel mirasa katkımız olacak çalışmalarda bulunabiliriz. Bu durumu değerlendirmemiz lazım."

Uzun yıllar Selanik'te yaşayan Ekmekçioğlu'nun aile üyelerinden annesini, ağabeyini, büyükannelerini ve dedelerini erken yaşlarda kaybettiğini yine bu röportajından öğreniyoruz. Kaybettiği yakınlarıyla ilgili şunları dile getiriyor Ekmekçioğlu: "(...) Ancak yemek aracılığı ile anılarını yaşatmış sayılırım. Ağabeyimi anımsadığımda onun sevdiği bir yemeği yapardım mesela. Benim soframda sembolik olarak, anneme, babama, ağabeyime ait her daim fazladan bir sandalye ve bir tabak vardır. Hatta bazen çok sayıda misafirim olup da sandalyeye gereksinim duyduğumda, yine boş bir tabak daima bulundururum."

Hem Türk hem de Rum mutfağına ait yemekleriyle ünlenen Maria Ekmekçioğlu'nun hayat hikayesine daha yakından bakmak isteyenler, kitapla buluştuklarında daha fazla ipucu bulabilecekler.

'ÇOCUKLUĞUM SOKAKTAKİ ÇOCUKLARA, OKUDUĞUM VE DİNLEDİĞİM MASALLARI ANLATMAKLA GEÇTİ'

Son olarak, biraz da, öğretmenlik mesleğinin duayenlerinden ve neşesiyle, pozitif enerjisiyle gençlere aynı zamanda "iyi yaşam" dersi de veren Sultana Abacı'nın hayat hikayesine kulak verelim mi?

Yıllarca Rum okullarında öğretmenlik yapan Sultana Abacı'ya aslında bir "masalcı" da diyebiliriz. Çünkü, bol bol kitap okuyan Abacı, şunları söylüyor Bayvertyan'a verdiği bu röportajda: "Küçüklüğümden itibaren çok okurdum. Çocukluğum sokaktaki çocuklara, okuduğum ve dinlediğim masalları anlatmakla geçti. Eve gitme vakti geldiğinde, eğer masal bitmemişse çocuklar arkamdan ağlardı."

Öğretmenliği sevgiyle, bütün benliğiyle yaptığının ve dünyanın temelinin sadece "sevgi" olduğuna inandığının da altını çizen Abacı, "Öğlenden sonraları ders yapmazdım. Daha çok eğitici faaliyetlere ağırlık verirdim. Şarkılar öğretir, hikayeler anlatırdım. Masal ve hikâye çocuğun hayal gücünü besleyen faktörlerdir" diyor ve daha başka pek çok şeyi de hepimize hem anlatıyor hem de öğretiyor röportajıyla.

'21. Yüzyılın İstanbul'unda Rumlar', daha pek çok hayat hikayesiyle okurlarını buluşturmak için hepimize göz kırpıyor. Ben örneklerimi daha fazla çoğaltmayayım; siz kitapla buluşun öyleyse.

(GAZETE DUVAR – Beste NASIR – 29.8.2024)