Kıbrıs’tan Ayhan Kaymak geçti...

Sevgül Uludağ

 “Olayları aydınlanmacı göz ve de eleştirel bakışla değerlendiren bir aydının ardından...”

Ulus Irkad

Ayhan Kaymak Bey’i yaklaşık 44 yıldır tanımaktaydım. 1977 yılında Karaoğlanoğlu İlkokulu’nda öğretmenlik stajında iken çocuklarını okutmuş, bu arada sevgili saygıdeğer hanımını da tanımıştım. 1980 sonrasında Mağusa’da öğretmenliğe başladığımda da yollarımız bir kez daha birleşmişti. Geçen sene onu uzun dönem görememiş ve oğlularına da sorduğumda evde olduğunu, sağlığının iyi olmadığını söylemişlerdi. Öncesi Mağusa’da birçok sanat ve sosyal etkinliklerde birlikte olurduk. Mesela Kıbrıslıtürkler’in 1930’lu şiir kuşağından rahmetli Nevzat Yalçın Bey’in Almanya’dan her geldiğinde Kıbrıs Sanat Derneği’nin düzenlediği tüm etkinliklere gelirdi. Bu arada aynı derneğin 1990’lı yıllardan beri de müdavimlerinden biriydi. Her etkinlik sonrasında Ayhan Bey’le önceden günlük olayları ve politik sorunları görüşmek ve tartışmak için bu etkinliklere önceden gider ve en az yarım saat önceden ilgili konularda sohbetler yapardık. Son zamanlarda etkinlikler durmuştu. Hele hele 2003 sonrasında barikatlar da açılıp, Mağusa Kale içindeki tarihi yerler kafeterya veya lokanta olunca, Kıbrıs Sanat Derneği de bundan payını almıştı. Kale içinde o çok sık görülen etkinlikler de olmuyordu artık. Almanya’dan gelip toplanmamıza vesile olan Nevzat Bey’i çoktan kaybetmiştik. O çok sevdiği Kıbrıs’a artık gelemeyecekti. Devamlı buluştuğumuz bir başka yer daha vardı. Ayhan Bey’le; Supermarket’te buluştuk mu muhakkak ayaküstü olayları konuşmaya ve fikir yürütmeye çalışırdık. Olaylara gene o eleştirel aydın bakışıyla açıklamalar getiriyordu.

Biyografisi

Dediğim gibi, son zamanlarda onu görmüyor ama oğlularına sağlığı konusunda devamlı soruyordum. Evde hasta olduğunu söylüyorlardı. Birkaç sene önce de çok sevgili hanımefendi karısını kaybetmişti. Uzun zamandır evde olduğunu ve hafızasında küçük unutkanlıklar olduğunu söylüyordu çocukları. Geçen sene pandemi dönemi gelip çatınca sosyal medyadan vefat ettiğini öğrendim ve çok üzüldüm. Sevgili oğlu Turan Kaymak’ın bana verdiği arşivden onun hakkında vereceğim bilgiler şunlardır:

Ayhan Kaymak 1936 yılında Mağusa’da doğdu. Babası Faiz Kaymak 1940 ve 1950’li yıllarda Doktor Küçük’le birlikte siyasette yer almıştı. Kaymak, eğitimini New York Üniversitesi’nde yapmış, sevk-idare, işletme ve ekonomi dallarında BS ve daha sonra da MBA diplomaları almıştı. Doktora çalışmalarına başladıktan sonra üniversitede ekonomi dersleri vermiş, bölümde araştırmacı olarak görev almıştı. Bu arada ABD’de Equitable ve Prudential Sigorta şirketlerinde emeklilik sigortası programları hazırlamıştı.

1977 yılında Kıbrıs’a dönen Kaymak, PEYAK’ın ilk genel müdürü olarak orada bir süre çalışmıştı. 1980 yılında Mağusa’ya yerleşmiş,  2 yıl yazar olarak Afrika gazetesinde 50’ye yakın makale yazmıştı. 1985 yılında KKTC’nin ilanıyla ilgili olarak “Anayasal Düzen ve Yorumu” isimli bir el kitabı yayımlayan Kaymak, 1985,1995, 2000, 2005 ve 2010 yıllarında Cumhurbaşkanlığı seçimlerdinde aday olmuştu. 1995 seçimlerinde rakip olduğu Denktaş’a hoşgörüyle şunları yazmıştı (30 Nisan 1995):

“Vatandaşın tutum ve görüşü madem ki bir kez daha bu işlerin hallini sizlere teslim etmek şeklinde tecelli etmiştir, yeni dönemde vizyonunuzun açık, ufuklarınızın geniş ve şansınızın da bol olmasını temenni ederim. Başarınız hepimizin başarısı olacaktır...”

Buradaki satırlar onun geniş hoşgörüsünü de açıklamaktaydı.

Ayhan Kaymak’a göre “Bağımlılık...”

2010 Yılında “Bağımlılık Sendromunun Göstergeleri” başlıklı bir makalesinde Ayhan Kaymak Türkiye-Kuzey Kıbrıs ilişkilerinden yola çıkarak aslında şimdi bile hala daha tartışılan “Bağımlılık” konusuna parmak basmaktaydı:

“Kıbrıslı’nın ‘kurtarılışının’ ve egemen varlık olarak ortaya çıkmasının üstünden 40 senelik bir zaman geçti. Ard arda devletler kuruldu. Siyasal partiler oluşturuldu. Seçimler yapıldı. Yeni alışkanlıklar yanında yeni beklentiler de oluştu. Özetlemek gerekirse birileri tarafından ‘kurtarılmış’  olmak, tabir icabı (by definition) kendi kendine yetersiz olan sorunlu bir tarafın bir başkası tarafından korunması ve sorunlarının bertaraf edilmesi anlamına gelmektedir. Sonuç olarak da kurtarılan kurtaranın etkisi altına girmektedir. Kıbrıslı’nın özlediği ve bir ölçüde tezgahladığı böyle bir sonucun günümüzde Kıbrıslı için sorun olarak algılanmaya başlanması ise Kıbrıslı’nın kendi kişilik ve özelliği ile ilişkili bir konudur. Keza Türkiye müdahalesi ile doğmuş olan ‘gayri meşru’ bir çocuğun meşrulaşma sürecinde her iki tarafın isteksiz ve beceriksiz davranmasıdır”.

Rejimi Eleştiri

Kaymak eleştirilerini hiç sakınmadan demokratik teamüller içinde yapmakta ve demokratik olgunluk içinde de bir aydın olarak kesinlikle aynı politikacı veya liderlerle iyi temaslarını devam ettirmekteydi. Çoğu zamanlar Kuzey Kıbrıs’taki muhalefet partilerinin bile yapamadığı muhalefeti o tek başına da yapmaktaydı. Denktaş’a karşı muhalefetini “Nokta” Dergisi’nde aşağıdaki doruklara çıkarttığı bile olmuştu:

“Kıbrıs’ta tek lider, tek kahraman politikasını hükümeti ile siyasal muhalefeti ile, basını, üniversitesi, askeri ve bıktıran TRT’si ile empoze eden Türkiye şimdi kendinin de başa çıkamadığı adeta bir canavar yaratmıştır. Bu canavar Denktaşizm’dir. Tüm sair ‘izm’ler gibi kurucusunun kişiliğini de aşan Denktaşizm siyasal-tolumsal bünyeyi kemiren bir afettir”

Üçüncü Dünyacı Tez ve Son Dönemleri

Mağusa’da Kale içi etkinlikler durduktan sonra onunla artık süpermarkette karşılaşmakta ve uzunca süreler sohbet etmekteydim. Sohbetlerimizde dile getirdiği devamlı kullandığı bir tabir vardı “Üçüncü Dünyalılılık”… Belli ki bu tezinin devamlı arkasında durmuştur. Nitekim sanırım 1995 yılında seçim broşürü olarak hazırladığı bir kitapçıkta bu tezinin ne anlama geldiğini bir paragraflık “Üçüncü Dünyalı Olmaktan Çıkmak” başlıklı bir bölümde açıklamaktadır:

“Siyasal ve ekonomik kargaşalarımızın esas nedenine toplum bugüne kadar doğru teşhis koyamamıştır. Toplumların kurtuluşu kendi elindedir. Ne partiler, ne liderler ne de devleşen tek adamlar yararlı olabilir. Bizde çok olan üç şey var; Parti, politikacı ve laf kalabalığı. Yok olan ise bir tek şey var; Devlet ile hükümet arasında bir fark yoktur. Devletin kendi yöntemleri ile çalışması icabeden kurum ve müesseseler, politikacı kontrolündedir. Devlet geçersiz oldu mu, onu dengeleyen, ondan etkilenen ve etkileyen sivil kurumlar da gelişemez. Havada kalır. Sendikalar, barolar, işveren kuruluşları, basın-yayın, muhasebe-murakebe organizasyonları, hatta doktorlar, mühendisler ve öğretmenler gibi meslek grupları iskambil lokaline dönüşür ya da bir partiye yamanır.

Topluma vermek istediğim mesaj da budur: Siyasal Partiler ve onların adayları arasında seçim yapmak abestir. Partiler arasında ayrıcalık aramak saflıktır”.

Toplumuna lider olarak hizmet etmiş bir babanın Batıda eğitim görmüş aydınlanmacı bir aydını olarak fikir ve aydınlık saçarak Kıbrıslıtürklerin son 44 yılına fikirleri ve de aydın olma misyonuyla katkılar koydu.

Aramızdan sessizce ayrıldı ama bıraktığı aydınlık elbette Kıbrıslıtürkler’in tarihsel, siyasal ve kültürel yaşamına bir çizgi koymuştur. Yıldızlar yoldaşı olsun…

 


Digomo’nun “Mammu”su, Kıbrıslıtürkler’in de ebeliğini yapmış...

Digomo’nun “Mammu”su, Kıbrıslıtürkler’in de ebeliğini yapmış... Digomolu arkadaşımız Andreas Kostas Gunnaris, Digomo’nun ebesi Despina Zeniu’yla ilgili olarak sosyal medya paylaşımında, özetle şöyle yazıyor:

***  Bugün Digomo’nun Mammusu’nu anmak istiyoruz... Digomo’nun ebesi yani “Mammu”sunun adı Despina Zeniu idi ve Kiriakos Yorgos Şeherlis’in eşi idi. Köyümüzde kadınlar, eşlerinin soyadını alırlardı...  Ancak Digomo’nun “Mammu”su için bunun tam tersi olmuştu... Kocası “Mammos” olarak biliniyordu... Kocasının soyadı Türkçe “Şeherli” sözcüğünden türemişti...

***  Despina köyümüz Digomo’da 1901 yılında dünyaya gelmişti ve 2005 yılında 104 yaşında aramızdan ayrıldı... Eşi Kiriakos’la beş çocuk etmişlerdi: Nikola, Maritsa, Ellu, Yeorgia ve Yorgos... Biz “Bebis du Mammu” diye adlandırdığımız küçük Yorgos’u biliyoruz... Mammu Despina, onu her yere yanında götürürdü...

***  Digomo’nun “Mammu”su Despina ile babam ikinci yeğendi... Dedeleri Papayorgis ve Konsantinos Hristodulu Şahiadis Ayios Epiktitoslu idiler ve kardeştiler... Digomo’nun “Mammu”su, çok geniş bir aileden gelmekteydi... Kardeşleri Kipros Duralis, Muhtar olan amcam Hristos Ttofalli’nin yanında çalışmaktaydı ve Digomo’nun meşhur oftosunu pişirmekteydi bizlere... Digomo’nun “Mammu”sunun akrabaları arasında rahmetlik Dimitris Hristofias da vardı...

***  Digomo’nun “Mammu”su, Girne Hastanesi’nde Armenissa İsabella’nın yanında eğitim görmüş ve ondan çok şey öğrenmişti... Yalnızca köyümüzde değil Sihari’de, Vuno’da, Kutsovendi’de ve komşu Ağırdağ, Fota, Gırnı ve Bilelle gibi Kıbrıslıtürk köylerinde de ebelik yapmaktaydı... Onun ulaşım aracı, en sevdiği eşşeciğiydi...

***  Digomo’nun “Mammu”sunu ben henüz dört yaşımdayken evimize geldiği zaman hatırlıyorum – annemiz kızkardeşim Maria’yı dünyaya getirmek üzereydi ve üç gündür sancılar içerisindeydi...  Anneme bebeği doğurtacağını ve vaftiz annesi de olacağını söylemişti... Böylece kızkardeşim Maria Yannaki Konstatinu’nun Nunna’sı olmuştu... Armenissa İsabella ise Digomo’nun “Mammu”sunu çok seviyordu ve her yaz tatilinde Despina hanımın evinde kalıyordu. Digomo’nun “Mammu”su ise, Armenissa İsabella’yı sivrisinekler yemesin diye, yatağının üstüne namsiye koydurtmuştu...