Meclis’teki bir söz yeni bir tartışmayı gündeme getirdi:
“Kim daha statükocu?”
Bu soru bana “masum değiliz hiçbirimiz” diyen Sezen Aksu şarkısını anımsattı.
* * *
İnkar etmek biraz da kendini ele vermektir!
Ortada bir “suçlu psikolojisi” vardır ki, böyleleri genelde üzerindeki kiri başkasına atar.
“Yansıtma” da derler adına.
* * *
Serdar Denktaş da bunu yaptı. Sendikacı dostlar da….
* * *
Meclis’te “Ülkenin en büyük statükocuları sendikalar ve sivil toplum örgütleridir” dedi, Maliye Bakanı!
Ülkenin en büyük memur sendikasının genç başkanı da yanıt verdi: 1974 sonrası düzende haksız mal ve mevki dağıtanlar, istihdam yapanlar, terfi ve nakilleri parti rozetiyle yürütenler...
Yakan topu tümüyle “siyasi kale”ye yuvarladı.
Ve sloganı patlattı: “Sendikamızın tarihi, statükoya karşı verilen mücadelelerle doludur, Statüko yıkılana kadar da mücadele sürecektir.”
* * *
İyi de sevgili sendika başkanım, bu “haksız” terfileri kimler aldı, bu “partizan” istihdamlar kimler için yapıldı, bu “terfi ve nakilleri” kimler paylaştı?
* * *
Güven anketlerinin tümünde dipte yer alanlar siyasi partiler ve sendikalardır.
Ne bir eksik, ne bir fazla!
Yan yana...
Ne yazık ki, buna rağmen kimse “üzerine” almıyor.
Kimse de demiyor ki, “Bu statükoda bizim de payımız olduğu doğrudur, bu yüzleşmeyi yapmaktan da kaçmıyoruz.”
Statüko dediğimiz içinde yaşadığımız kurulu düzendir.
Bunda en önemli pay bu “düzen”in “garantörü”dür.
Ve elbette siyaset…
Bir de bu siyasetle kol kola girmiş, geleneksel sendikacılık zihniyeti, elbette!
* * *
İnkar büyüdükçe statüko betonlaşıyor.
Senelerdir “geleneksel sendikacılık” zihniyeti her hükümete müdür, müsteşar, bakan dayatıyor.
Bu “düzen”in değişmesi için değil, “kendilerine hizmet etmesi” için mücadele veriyor.
“Al gülüm, ver gülüm” oynanıyor tepede bir yerde...
Ve “ezilenler” yok sahnede!
* * *
Bu ülkede “statüko” neymiş, kimmiş, nasılmış, asgari ücretle yaşayan gerçek dar gelirli ve güvencesiz insanlara sorunuz…
Size anlatırlar.