( … "Yoksulluk toplumun suçudur, açgözlü ve kurnaz kimselerin diğerlerini sömürüp yükseldikleri toplumun bir kabahatidir yoksulluk."
Jiddu Krishnamurti / Hintli düşünür, yazar…)
Laf olsun diye yazdığımızı düşünüyorum bazen…
Hele bir sonuç alamıyor, fikirleriniz birilerine ilham olamıyorsa, hevesiniz azalıyor.
“Önerin nedir” diyorlar ya…
Tek umudunuz bazen hayata dönüştüğünü görebilmek.
Yine de uslanmaz romantikler olarak söylenip, duruyoruz.
Kimse dokunmasın
---------------
“Bu ekonomik darboğazda en önce dar gelirli, yoksul, güvencesiz insanların hayatına dokunmalıyız” diye dertleniyorum epeydir.
Hani maaşlarına hayat pahalılığı yansımayan, çoğu kiracı ya da borçlu ve 2 bin 500 liranın bir kuruş üzeri cebine girmeyen insanlardan söz ediyorum.
Tam aksine görece daha bol gelirliler ve “üst”e meyilli orta sınıf kesimler, kendi geleceklerini garantiye almak adına feryat figan geziniyor.
İç sesleri aslında şunu söylüyor: “Bu ülkenin tüm kaynaklarını sıkı sıkıya tutunuz, kimselere koklatmayınız, bize anca yeter.”
Gel gör ki, bizi okuyanlar dahi çoğunlukla bu görece bol gelirliler.
O gerçek yoksullara sesimiz dahi dokunamıyor, ne acı.
Ana yemek, meze
---------------
Basın Odası programında Başbakan dedi ki, “Asgari ücretli kesim çok yekpare değil.”
Haklı.
Çünkü memur kayıt altında, örgütlü, yerli yerinde; kasası da biliniyor, maaşı da.
Oysa “özel sektör”e dair geniş bir yelpaze var.
Sosyal Sigortalar dahi tutamıyor kaydını.
Üstelik diyelim ki “asgari ücreti 5 bin lira yapıyoruz” dediniz.
Kim ödeyecek?
“Kasa” genelde patronda!
Hani şimdi memur sendikaları lafa şöyle başlıyor ya, “Asgari ücretin yükseltilmesi ve kamuda hayat pahalılığının maaşlara her ay yansıtılması…”
İlk üç sözcük ana yemeğin mezesi!
Gerçek maaş
---------------
“İyi de gerçek dar gelirli, yoksul ve yoksun insanları yine konuşmuyoruz” deyince, “Peki önerin ne” diye soruyor Başbakan Tufan Erhürman.
- Ki henüz 7 aylık bir hükümetin, bunca şanssızlık ve yıkım içinde, geçmişin onca çürümüşlüğüne rağmen aslında mucize yaratma gayretine olduğunu da görmek gerekiyor.-
Şu haklı soruyu yöneltiyor: “Asgari ücretli olarak kayıtlara yansıyan insanların tümü asgari ücret mi alıyor?”
Yok!
Kimileri çok daha yüksek bir gelire sahip olsa da kağıt üzerinde bunu “asgari ücret” gösteriyor.
Çünkü gerçek maaşını beyan ederse daha çok vergi ödeyecek ve biliyor ki, bu vergi kendisine hizmet olarak dönmeyecek.
Önerim şudur
---------------
Önerim şu!
Madem ki “dar gelirli” kesim yekpare, yani tanımlanmış olarak bir bütün değil.
Önce buradan başlayabiliriz.
Bunu tespitten!
Hükümet dese ki;
- “Asgari ücret” ödeniyorsanız, maaş çekiniz ya da banka dekontunuz ile birlikte bize başvurunuz.
- Ve ayrıca kirada yaşıyorsanız, aynı zamanda “kira sözleşmenizi” de birlikte getiriniz.
(Hem böylece ev sahipleri de kayıt altına alınır…) - Eğer bunu yaparsanız 2019 Seyrüsefer ücretinden “muaf” tutulacaksınız.
- Eğer bunu yaparsanız elektrikte indiriminiz olacak.
(Eğer bir avantaj yoksa elinde maaş çeki, kira sözleşmesi niye size gelsinler ki…)
Bu tespiti yapabiliriz, yeter ki isteyelim.
* * *
Umarım vahşi bencillik sarmalından kurtuluruz!
Yoksullar, sırtlarına dokunan bir el olduğunu hissedirler.
Yoksulluğun tezgâhını da dokuyabiliriz, birlikte...
Bunu yapabiliriz.
Yeter ki önceliğimiz olsun.
Ve sonra belki, ellerinde diploması, işsiz gençleri de konuşmaya başlarız.
Göçmen kuşlar gibi uçup gitmesinler diye…
Ceza var, ceza var
“İş Kazasına Tazminat” başlıklı iki ayrı haber yayınladık!
Bir ay içinde…
Biri kuzeyde, biri güneyde…
Girne’de koluna masa düşen işçiye 81 bin TL tazminat verildi.
Bir kolunun yüzde 30’unu kullanamıyordu.
Güneyde ise metal kepçe üzerinde sıva yaparken düşen işçi dengesini kaybetmiş, sağ gözü kör
olmuştu.
Elbette daha vahim bir sonuç bu!
Mahkeme, 180 bin Euro tazminata hükmetti.
Yüz seksen bin Euro.
* * *
Çok yüksek bir rakam, hele TL’ye çevrildiği zaman…
İnsan hayatı da değerli…
O nedenle, bir başına denetim yeterli olmuyor.
Çünkü her gün, her inşaatın başına bir müfettiş koyacak haliniz yok!
Ama eğer bilinirse ki hatanın, ihmalin, sorumsuzluğun bedeli “çok ağır” olacak.
İşte o zaman müfettişe de gerek kalmıyor.
“Bizler siyasetçiler olarak gelip geçiciyiz” demiş, Sennaroğlu! Haklıdır, gelip geçicidir ve geride, da tam göbeğinde yer aldığı “gazetecilere linç kampanyası”na dair bir utanç kalacaktır.