Kim mahalleden etkilenir, kim mahalleye gider?

Aslı Murat

Bolca tartışmaya neden olan Meclis Başkanlığı seçimi, dün nihayet hukuki zeminde bir noktaya ulaştı. Sonucu bu kadar net bir konuya dair Başsavcılık’tan görüş talep edilmesi, bir süredir içine hapsolduğumuz vasatlığın yarattığı acizlik örneklerinden sadece biriydi.

Tabi ki, bu durum çok da şaşırtıcı değildi. Sonuçta, anayasayı defalarca ihlâl eden ve yasalara aykırı pek çok icraata imza atan bir zihniyet temsilcisinin, önceki seçimde 5. turda medazori oturduğu koltuğu tapulamak için adeta savaş vermesi beklenen bir davranıştı. Tuhaf olan kısmı, aile yakınlarının sabah saatlerinde 10 günlük istirahat izni olduğunu belirtmesinin ardından apar topar yeniden Meclis’e girip ikinci kez aday olmasıydı. Ancak sonuç yine hüsran, yine hüsran.

Küçücük çocukların anayasada düzenlenen temel kamusal hizmetlerden biri olan eğitim hakkına erişebilmesi için gideceği okulların açılmasını bile kurultay hesabına bağlayan UBP ve ona eşlik eden DP – YDP ortaklığı, toplum yararı yerine koltuk derdinde olduklarını geçtiğimiz ay kanıtlamışlardı. Söz konusu olan sadece okullar değildi. Hatırlayalım; 118 kişiye tek seferde vatandaşlık hediye etmek, adi suç işleyen ve sınır dışı edilen kişilerin ülkeye girişine izin vermek (bir nevi af) gibi daha pek çok kabul edilemez karara imza attılar o dönem ve sonrasında.

Sadece kurultay süreci değil, öncesindeki dönemde de kamu yararını gözetmediler. Topluma sözler verdiler; sosyal konut yapacaklar, hayatı ucuzlatacaklar, hayvancıyı ve üreticiyi destekleyecekler gibi pek çok vaat. Hepsi bir toz bulutu gibi dağıldı ve günlük süslü cümleler olarak kaldılar haber sitelerindeki sayfa aralarında.

Gerçekte ne oldu? Kıt kanaat geçinmeye çalışan, en temel ihtiyaçlarını dahi temin etmekte zorluk çeken asgari ücretlilerin geliri, insanların onurlarını eze eze tartışıldı. İki kuruşun hesabını yaptı, o ücretleri iki günde harcayan cüzdanlar. Hayat pahalılığını önleyici politikalar üretemeyince, o artış da işe yaramadı. Çalışanların hemen hemen yarısını oluşturan asgari ücretliler, açlık sınırında yaşamaya mahkûm edildi.

Toplumun maddi ve manevi anlamda ilerlemesi için hemen hemen hiçbir adım atılmadı. Hep bir tinyozluk, hep bir adaletsizlik peşindeydiler. Kurallar pek de umurlarında olmadı. Temel amaç, menfaat elde etmekti. Tabi ki toplumun geneline değil, çevrelerindeki küçük azınlığa ve kendilerine.

UBP – DP – YDP hükümetinin temelini bu anlayış oluşturuyorsa, menfaat çatışmasının en kızgın şekilde gerçekleştiği kurultay sonrasında bir hesaplaşmanın yaşanmamasını beklemek naiflik olurdu. İşte tam da bu yüzden, yaklaşık bir haftadır devlete kilit vuruldu. Bırakın anayasayı, iç tüzüğün maddelerini toplumun her bir bireyinin ezberlemesi doğal mı? Dünyanın neresinde bu olabilir?

Demokrasiyi ayaklar altına alarak “sivil darbe” yaptı devrik başkan Zorlu Töre. Mağlup olduğu seçimde kendini galip ilan etti. Bence siyasi kariyerine asla unutulmayacak bir utanç ekledi. En sonunda “Biz seçimi yapabildik, başkanı seçebildik mi?” diye bir soru soruldu Başsavcılığa! Hükümet de bu rezilliğin önüne geçmedi, bu krizi engellemedi. Hiçbir şey olmamış gibi, bu iç hesaplaşmaların hukuki bir karşılığı olabilirmiş gibi cevap beklendi tüm hafta sonu.

Nihayet dün yanıt geldi. Başsavcılık, "25, 23’ten büyüktür" dedi. Meclis’e sunduğu hukuki mütalaanın tamamı toplumla paylaşılmadığı için bu kadarını söyleyebiliyorum. En vahimi de YDP Başkanı Erhan Arıklı’nın, nereye varacağını ölçüp tartmadan veya bile isteğe hassas düğmelere basmak pahasına sarf ettiği cümle: “Başsavcılık ciddi bir mahalle baskısına maruz kalmış durumda”.

İşaret edilen mahallenin kim olduğu, kimin mahalleden etkilenip etkilenmediği bilinmez ama sizin artık “mahalleye” dönme vaktiniz geldi ve geçti. Toplumun size tahammülü kalmadı. Daha fazla bu memleketin insanına ve hukuk sistemine zarar vermeden, geçici olarak devraldığınız yönetme yetkisini esas sahibine yani halka sunmak zorundasınız.