1959’da ve 1960’ta imzalanan dört antlaşmayla kuruldu Kıbrıs Cumhuriyeti. Doğrusu şu ki, Kıbrıs’ın gerçek sahiplerinin, yani Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumların böyle bir talebi yoktu.
Kıbrıs Cumhuriyeti bir ‘ulusal kurtuluş mücadelesi’nin sonunda doğmadı. Hatta Kıbrıs’ın ‘yerlileri’ böyle bir ‘doğum’a pek de sıcak bakmadılar. Nitekim ‘bebek’ doğduktan 3 yıl sonra ebeveyn ayrıldı. O gün bugündür ‘çocuk’ ayrı bir çiftin evladı gibi, sadece birinin evinde yaşıyor.
Diğeri ise ‘çocuğa’ uzaktan bakmakla yetiniyor.
* * *
İlker Başbuğ’un “Akıncı’nın garantileri görüşme yetkisi yoktur” şeklindeki açıklamaları bir kez daha Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ‘ne olduğu’ ve ‘ne olmadığı’ tartışmalarını beraberinde getirdi.
Öncelikle hatırlamakta fayda var ki, 16 ağustos 1960 tarihine, yani Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilan edildiği güne kadar Kıbrıs adasının sahibi Birleşik Krallık’tı.
İkinci Dünya Savaşı sonrası sömürge ülkelerde birer ikişer baş gösteren ‘isyan’ hareketleri İngilizlerin ‘güneşin batmadığı imparatorluk’ unvanını ortadan kaldırıyordu.
Kıbrıs’ta da bir ‘mücadele’ vardı. ENOSİS adıyla başlayan ve arkasında Yunan milliyetçiliğinin bulunduğu ‘Kıbrıs’ı Yunanistan’la entegre etme’ hedefinin panzehiri kuşkusuz Türk milliyetçiliğiydi.
İngilizler adayı ‘külliyen kaybetmek’ yerine ‘egemen üsler’ elde etmeyi ve bu kritik bölgede varlığını devam ettirmeyi hedefledi.
Kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti ile de bunu legal hale getirdi.
Birleşik Krallık Kıbrıs’ta kendisini ‘garantör’ olarak konumlarken, ‘varlığının devamı’nı da Türkiye ile Yunanistan’ın adadaki hak ve sorumlulukları ile dengeledi.
* * *
‘Üç garantör’ün pişirip kotardığı Kıbrıs Cumhuriyeti iki topluma ‘hediye’ olarak sunuldu. Ancak ‘çocuk’ doğduktan sonra her üç garantör de bütün hesaplarını ‘adadaki hakları’ üzerine kurdu.
Uluslararası ilişkilerde ‘çıkar’ hesapları esastı elbette ve bu kural Kıbrıs için değiştirilecek değildi.
Lakin burada atlanan bir mevzu var.
Sanki üç garantör dışında kimsenin Kıbrıs adasında ‘hakları’ yokmuş gibi bir tavır, bir algı sürekli dayatılmak isteniyor.
Mesela ‘Kıbrıslıların hakları’ kavramı öne çıkarılmıyor. Bunun yerine ‘garantörlerin hakları’ edebiyatı, propagandası yapılıyor.
Emekli Orgeneral İlker Başbuğ da aynı propagandayı bir kez daha dillendirdi. O mantıkla öyle bir noktaya geldi ki ‘Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs’a ilişkin antlaşmalarda söz hakkı yoktur, olamaz’ dedi.
* * *
Kıbrıs Cumhuriyeti’ni oluşturan Kuruluş Antlaşması, Garanti Antlaşması ile Askeri İttifak Antlaşması ve Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası bir ‘bütün’dür.
Değil bir antlaşmanın içindeki maddelerden ‘işinize geleni’ çekip çıkarmak, bu dört hukuki metnin tümüne bakmadan, doğru sonuca varılamaz.
‘Garantilerde söz sahibi Türkiye’dir’ demek, zaten bu dört antlaşmanın ‘tarafı’ durumundaki Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ve onun ‘siyasi eşit ortağı’ Kıbrıslı Türkleri ‘yok saymak’ demektir.
Eğer Kıbrıslı Türkler yoksa…
Eğer Kıbrıs Cumhuriyeti de yoksa…
O zaman ‘Kuruluş Antlaşması’ da yok demektir.
‘Anayasa’ da yok demektir.
‘Askeri İttifak Antlaşması’ da yok demektir.
Ve elbette ‘Garanti Antlaşması’ da yok demektir.
Bu durumda ‘garanti’ye de ihtiyaç yoktur.
Zira ortada ‘garanti’ edilecek bir ‘devlet’ yoktur.
Yani ‘garantör’e de lüzum yoktur!
Ankara’dakiler ‘Kıbrıs’ta kim neyin garantörüdür’ konusunu bir daha düşünseler fena olmaz sanırım.
Çünkü birileri ‘bindiği dal’ı kesiyor.