UBP’nin kurultay istihdamlarıyla birlikte, geçiciler meselesi bir kez daha topyekûn kamuoyunun gündeminde.
Gazetelerde bu konu günlerdir yazılıyor, çiziliyor.
Ancak bugüne kadar yapılan geçici istihdamların tümünü aynı kefede değerlendirmenin, haksızlık olacağı kanaatindeyim.
Evet bir kısmı doğrudan siyasi kâr elde etmek amacını taşıdı yıllar yılı.
Ama bir kısmı da gerçek anlamda ihtiyaç gereğiydi.
Ve ihtiyaç gereği istihdam edilen bu personel, yönetimdeki hükümetlerin inisiyatifine bağlı olarak kimi zaman sınavla alındı, kimi zaman sınavsız.
Ve bana göre esas sorunlardan biri, asıl bu noktadan sonra başladı.
Bu insanlar yıllar yılı, sözleşmeleri sürekli yenilenerek geçici statüsünde çalıştırılmaya devam edildiler.
Evet elbette bedavaya çalıştırılmadılar.
Ama örneğin pek çoğu, ‘kadrolu’ olmadıkları için, mesai saatleri dışında yaptıkları işin maddi karşılığını alamadılar.
Vardiya çalışma düzeninin bulunduğu pek çok işyerinde devlet, geçicilerin sırtından tasarruf tedbirleri uyguladı.
Yasaya göre bayramda, seyranda, bilimum resmi tatillerde kadrolu personeli işe çağırmanız durumunda, bire iki ödemeniz gerekiyordu.
Oysa geçiciler için böyle bir zorunluluk yoktu.
Bu sebeple resmi tatillerde kadrolular tatil yaptı, vardiyaları geçiciler doldurdu.
Vardiyaların doldurulamaması durumunda bazen bazı kadrolular da geçicilerle birlikte işe çağrıldı; aynı gün aynı odada aynı işi yapan iki kişiden kadrolu olan ay sonu yüklü ek mesai çekini eline alırken, geçici ‘çok şükür bir işimiz var’ demek zorunda kaldı.
Çünkü bu haksızlık karşısında azıcık mırıldanmaya kalksa, Demokles’in kılıcını hemen ensesinde hissetti.
Yıl sonu geldi, kadrolular 13’üncü maaşlarını birer birer alıp çarşıya pazara koştu, oysa geçiciler, ‘kadrolu değil de geçici’ oldukları için öyle bir hakka sahip olamadı.
Devlet kendi çalışanlarını bu şekilde ikiye ayırdı, bir bölümünü işte böyle yıllar yılı sömürdü.
Ne zaman ‘kadrolanma’ meselesi gündeme gelse, bir bahane bulundu, vazgeçildi.
Çünkü onlara kadrolu olarak değil, geçici olarak ihtiyaç vardı.
Çünkü o insanlara istedikleri zaman istedikleri işi yaptırabilmeleri için, geçici statülerinin devam etmesi gerekiyordu.
Sürekli olarak ‘işten atılabilecekleri’ korkusunu salabilmelerinin yolu kadrodan değil sözleşmeden geçiyordu:
‘Aman ha sorun çıkarmayın, kadrolu olmadığınız için işiniz garanti değil!’
Her seçim dönemi yaklaştıkça, önce bir söylenti başlıyordu yayılmaya kulaktan kulağa:
‘Falan dairede geçiciler durdurulabilir’...
Sonra siyasiler çıkıyor ve diyordu ki:
‘Bize oy verirseniz, seçimden sonra ilk iş sizi kadrolayacağız’...
Kimse durdurulmuyordu evet ama kadrolanmıyordu da!
Böyle böyle siyasetçi yıllarca, kedinin fareyle oynadığı gibi geçicilerle oynadı durdu.
5 yıllık geçiciler...
10 yıllık geçiciler...
15 yıllık geçiciler...
20 yıllık geçiciler...
Ve düşünün; 20 yıl boyunca geçici statüsünde çalışan bir personel, normal şartlarda o kadar yılda neredeyse emekli olabilecekken, hâlâ kadro bekliyor.
Kendinden çok kısa süre önce kadrolu olarak işe giren bir arkadaşı yükseliyor, yükseliyor, yükseliyor...
İlgili birimin müdürü, amiri oluyor.
Ama o aynı yerde sayıyor onca yıl.
Ne bir kıdem, ne bir terfi...
***
‘Geçici’ dendi mi insanlar gayrı ihtiyarı tepki gösteriyor.
Sanki hepsi asalak, sanki hepsi iş yapmadan, oturarak devleti sömürüyor.
Yok mu oturarak maaş çeken geçiciler?
Var elbette.
Ama onların beş on katı da oturarak para çeken kadrolu memur var.
Ve emin olun ki, ‘geçiciler’ sorununun hallini en çok, yıllar yılı çalışıp da, devlet tarafından hem madden hem de manevi olarak sömürülen ‘geçiciler’ istiyor.