Ödül Aşık Ülker
Siyaset Bilimci Doç. Dr. Sertaç Sonan, Kıbrıs’ın kuzeyinde seçilmişlerin, muhakemesini ve yetkisini kullanacağı alanlar olduğunun altını çizerek, tüm seçilmişlerin aynı kefeye konmaması gerektiğini söyledi.
Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi (UKÜ), Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, UKÜ Kıbrıs ve Akdeniz Çalışmaları Merkezi Direktörü Doç. Dr. Sertaç Sonan, `Normal bir ülke olmadığımızı, bizim Cumhurbaşkanımızın, Başbakanımızın normal bir ülkenin liderleri gibi hareket edemiyor olmadığını hepimiz biliyoruz. Ama seçilmişlerimizin, muhakemesini, yetkisini kullanacağı alanlar vardır. Bu alanlar zaman zaman genişliyor, zaman zaman daralıyor. Güneyden yardım talebi için telefonu açarken Sayın Akıncı’nın eli titremiyor ama Sayın Tatar’ın eli titriyor. Kimin hangi makamda olacağı önemlidir. Cumhurbaşkanlığı makamı Kıbrıs konusundaki müzakerelerden bağımsız olarak da önemlidir” diye konuştu.
Elimizdeki sınırlı kapasitede herkesin görevinin hakkını vermesi gerektiğini, bürokratların da siyasilerin de görevini yapmadığı zaman bedel ödemesinin önemine vurgu yaptı.
Doç. Dr. Sonan, “Siyasetçi ‘buralar yandığı zaman halk beni nasıl değerlendirecek’ diye düşünmeli, ‘Güneyden yardım istersek Türkiye ne der?’ diye değil. Esas gaile ülkeye dair olmalı, bir yurtseverin kaygısı ‘yangın büyürse ülkem ne kaybeder’ olmalı...” dedi.
“Maalesef ders almıyoruz”
“Her gün yeni atama yapan, her seçim dönemi istihdam yapan sağ siyasilerimiz, iş uzmanlık gerektiren kadrolar oluşturup, bunların işlerini yapabilmelerini sağlayacak mekanizmaları idame ettirmeye gelince, ödeneksizlik bahanesinin arkasına sığınmaktadır”
- Soru: Her yıl yaz aylarında olduğu gibi yine bir yangın felaketi yaşıyoruz. İklim kriziyle dünyanın pek çok yerinde yangınlar çıkıyor ama biz her yıl aynı şeyleri konuşuyoruz, neden hep aynı şeyleri yaparak farklı bir yere gitmeyi bekliyoruz?
- Doç. Dr. Sonan: Hepimiz bir kere daha kahrolduk. Dediğiniz gibi, maalesef ders almıyoruz. İklim kriziyle bağlantılı olarak her yerde yangınlar var. Bu, maalesef hayatımızın bir parçası haline geliyor. Dolayısıyla buna uygun hazırlık yapmamız, yangınlarla mücadeleyi öncelik haline getirmemiz gerekiyor. Ama biz helikopter tartışmanın ötesine gidemiyoruz. Her yangında helikopter konuşuyoruz... Ama bana kalırsa bizim sorunumuz helikopterin ötesinde. Bir örnekle açıklamak gerekirse, çok uzak olmayan bir geçmişte, 2 yıl kadar önce, yine bir yangından sonra, AB’nin yaklaşık bir milyon euroluk bir maliyetle 2010 yılında kurduğu erken yangın uyarı sistemini kullanacak personel olmadığını konuştuk. Durum, “mouse kullanacak personel yok” diye özetlenmiş, sistemin ancak üç yıl idame ettirilebildiği söylenmişti yetkililer tarafından. Esas sorun buradadır. Her gün yeni atama yapan, her seçim dönemi istihdam yapan sağ siyasilerimiz, iş uzmanlık gerektiren kadrolar oluşturup, bunların işlerini yapabilmelerini sağlayacak mekanizmaları idame ettirmeye gelince, ödeneksizlik bahanesinin arkasına sığınmaktadır.
“Sorumluların bedel ödemesi lazım”
Personel olmadığı için erken uyarı sisteminin çalışmadığı ortaya çıktığı zaman, bunun sorumluları bir bedel ödemiş olsa, örneğin sorumlu bakan istifa etmek zorunda kalmış olsa, bugün farklı konular konuşuyor olurduk. Bu utanç verici bir şeydir. Maalesef bunun bir yaptırımı olmadı. Şimdi de çok ciddi iddialar var. Tarım eski bakanı, CTP milletvekili Erkut Şahali’nin açıklamalarını okudum. Sayın Şahali, 1995 yangını, Kalkanlı-Tepebaşı yangını ve şu anki yangınların aynı Orman Dairesi müdürü döneminde yaşandığını ve söz konusu müdürün görev süresi içerisinde ormanların ya yakılarak ya da peşkeş çekilerek zarara uğratıldığını iddia ediyor. Umarım Erkut Bey ve CTP bunun takipçisi olur ve bu iddialar yargıya taşınır. Çünkü düzelmeye başlamamız, ders almamız için, sorumluların bedel ödemesi lazım.
“Neyse ki, Lefkoşa’da hala hakimler var”
Bu anlamda, geçtiğimiz haftalarda beni son derece umutlandıran gelişmeler oldu. Birkaç gün arayla, iki üst kademe yönetici cezaevine gönderildi. Bu tür davalar, salt dava konusunun ötesinde önem taşır. Çünkü diğer üst kademe yöneticilere de “sinyal” gönderir ve “yapanın yanına kalmayacağına” işaret eder. Bu mahkeme kararları bana yargının bağımsızlığının ve hukukun üstünlüğünün önemine dair eski bir efsaneyi hatırlattı. Efsane, sarayın manzarasını bozduğu için Prusya kralının satın almak istediği değirmenini satmamakta ısrar eden, bir değirmenciyle ilgilidir... Karşısındakinin kral olduğu ve istese değirmeni zorla alabileceği söylendiğinde, değirmencinin verdiği cevap çok manidardır, “Evet, kral olduğunuz doğrudur ama Berlin’de hala hakimler vardır”. Neyse ki, Lefkoşa’da da hala hakimler var.
“Bürokratların görevi, siyasilerden aksi yönde emir gelse dahi, yasalara uymaktır”
“Yargının söz konusu iki kararından sonra biraz daha ümitli olduğumu söyleyebilirim. Görevini yasaların kendine emrettiği çerçeve dışında yapanların bedel ödemeye başlaması bir umut ışığıdır. Umarım yangın konusunda da aynı şey olur”
Eğer bir gün daha iyi idare edileceksek, sorumluların hatalarının ve yasaları çiğnemelerinin bedelini ödemesi sonucunda olacak. Yasaları çiğneyen biri kim olursa olsun cezalandırılmalıdır.
Bunun devamı gelirse, bedel ödenirse o zaman, bürokratlar, müdürler bir şey yaparken iki defa düşünecek. Örneğin, eğer erken uyarı sistemi çalışmıyorsa ve bundan dolayı ormanlar yanıyorsa, Orman Dairesi müdürü, ormancılıktan sorumlu bakan bunun bedelini ödeyeceğini bilmelidir. Yönetenler bu şekilde düşünmeye başladığı zaman durum değişecek. Bürokratların görevi, siyasilerden aksi yönde emir gelse dahi, yasalara uymaktır. O anlamda yargının tavrını çok doğru buluyorum ve her ortamda takdir edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Şimdiki yangınla alakalı 2 kişi tutuklandı, mahkemeye çıkarıldı, onların bazı iddiaları var, o iddialar doğruysa, sorumluların bir bedel ödemesi lazım. Bunu yapabildiğimiz zaman, artık dizlerimizi dövmeyeceğiz.
Yargının söz konusu iki kararından sonra biraz daha ümitli olduğumu söyleyebilirim. Görevini yasaların kendine emrettiği çerçeve dışında yapanların bedel ödemeye başlaması bir umut ışığıdır. Umarım yangın konusunda da aynı şey olur.
“Kıbrıs’ın güneyinden yardım istemek için neden bir gün beklendi?”
“Seçilmişlerimizin, muhakemesini, yetkisini kullanacağı alanlar vardır. Bu alanlar zaman zaman genişliyor, zaman zaman daralıyor. Güneyden yardım talebi için telefonu açarken Sayın Akıncı’nın eli titremiyor ama Sayın Tatar’ın eli titriyor. Kimin hangi makamda olacağı önemlidir. Cumhurbaşkanlığı makamı Kıbrıs konusundaki müzakerelerden bağımsız olarak da önemlidir”
- Soru: Aynı şeyleri yaparak farklı bir sonuç bekliyoruz, kriz yönetimi konusunda ne kadar başarılıyız?
- Doç. Dr. Sonan: Kriz yönetme konusunda iyi olmadığımız aşikar. AB’nin yaptığı uyarı sisteminde olduğu gibi, bize bir sistem kurulduğu zaman dahi onu devam ettirebilmekten aciziz. Ama bunun ötesinde sıkıntılarımız da var. Son yangında Kıbrıs’ın güneyinden yardım istemek için neden bir gün beklendi? Güneyden yardım istemenin nasıl bir zayıflık olarak görüleceğini anlamakta güçlük çekiyorum. Şu an belki de yardım isteme konusunda bir gün gecikme olmasının bedelini ödüyoruz.
“Kimin hangi makamda olacağı önemlidir”
“Kapasitemizin sınırlı olmasını anlıyorum, elimizdeki sınırlı kapasitede herkesin görevinin hakkını vermesi lazım. Yapmayanın da bedel ödemesi lazım, bu bürokratlar için de geçerli, siyasiler için de geçerli. Siyasetçi ‘buralar yandığı zaman halk beni nasıl değerlendirecek’ diye düşünmeli, ‘Güneyden yardım istersek Türkiye ne der?’ diye değil. Esas gaile ülkeye dair olmalı, bir yurtseverin kaygısı ‘yangın büyürse ülkem ne kaybeder’ olmalı...”
Siyasetçilerimizin “zaten her şeye Türkiye karar verir” şeklinde konuşmalarla küçümsenmesi ya da hepsinin aynı kefeye konması beni çok rahatsız ediyor. Normal bir ülke olmadığımızı, bizim Cumhurbaşkanımızın, Başbakanımızın normal bir ülkenin liderleri gibi hareket edemiyor olmadığını hepimiz biliyoruz. Ama seçilmişlerimizin, muhakemesini, yetkisini kullanacağı alanlar vardır. Bu alanlar zaman zaman genişliyor, zaman zaman daralıyor. Güneyden yardım talebi için telefonu açarken Sayın Akıncı’nın eli titremiyor ama Sayın Tatar’ın eli titriyor. Kimin hangi makamda olacağı önemlidir. Cumhurbaşkanlığı makamı Kıbrıs konusundaki müzakerelerden bağımsız olarak da önemlidir. Bunu pandemide de gördük, Sayın Akıncı pandeminin başladığı zaman Bakanlar Kurulu’nu toplayıp baskı oluşturmasaydı kapanmayacaktık ve muhtemelen çok daha büyük bir bedel ödeyecektik. Dolayısıyla, sınırlı da olsa, o yetkiyi kime verdiğimiz çok önemli.
Kapasitemizin sınırlı olmasını anlıyorum, elimizdeki sınırlı kapasitede herkesin görevinin hakkını vermesi lazım. Yapmayanın da bedel ödemesi lazım, bu bürokratlar için de geçerli, siyasiler için de geçerli. Siyasetçi “buralar yandığı zaman halk beni nasıl değerlendirecek” diye düşünmeli, “Güneyden yardım istersek Türkiye ne der?” diye değil. Esas gaile ülkeye dair olmalı, bir yurtseverin kaygısı “yangın büyürse ülkem ne kaybeder” olmalı...
- Soru: Bir süredir hükümet içinden yetkililer farklı açıklamalar yapıyor. Bir taraftan Arıklı, 4.5G’den ayrılacak bir rakamla helikopter alınmasından bahsederken, diğer taraftan Ataoğlu, bunun bir de idamesi olduğunu söylüyor. Böyle bir kriz ortamında hükümetten farklı konuşmalar olması vatandaşa nasıl bir mesaj veriyor?
- Doç. Dr. Sonan: Bu hükümetin nasıl kurulduğunu, bu kadronun nasıl bir araya getirildiğini biliyoruz... Sayın Ataoğlu haklı. Eğer helikopterin akıbeti de AB’nin kurduğu erken uyarı sistemi gibi olacaksa almayalım daha iyi. Helikopteri gezmek için de kullanabilirler. Paramızı sokağa atmayalım, öncelikle zihniyetin değişmesi lazım.
- Soru: Yangın sırasında tepki alan bir de fotoğraf var. Resmi bir kaynaktan, Başbakanlık’tan servis edilen bu fotoğrafta Cumhurbaşkanı Tatar’ın ağzı kulaklarında, onun bu ifadesine şok içinde bakan Oktay var. Başbakanlık’tan Cumhurbaşkanı’nın böyle bir fotoğrafını servis etmesi ne anlama gelir?
- Doç. Dr. Sonan: Sayın Tatar, milletvekilliği dönemlerinden itibaren sosyal medyada paylaştığı fotoğraflarla olay olan birisi... Normal bir ülkede, Başbakanlık kaynaklı böyle bir resim ortaya çıksa “Başbakan Cumhurbaşkanı’nın altını oyuyor” dersiniz ancak bizde muhtemelen “fotoğrafı servis edenin beceriksizliği, muhakeme yoksunluğudur” sebep...
“Parmağımızın arkasına saklanmamıza gerek yok”
- Soru: Neden hiçbir konuda uzun vadeli planlama yapamıyoruz. Bu çoğu zaman hükümetlerin kısa ömürlü olmasına, istikrarsızlığa bağlanıyor ama devlette de bir devamlılık olması gerekmez mi?
- Doç. Dr. Sonan: Gerekir tabii ama bizim bütün demokratik ve siyasi ayarlarımız tamamen bozulmuş durumda. Son iki seneye bakarsak, gerçekten kendi standartlarımızda dahi çok büyük istikrarsızlığın olduğunu görüyoruz. Parmağımızın arkasına saklanmamıza gerek yok, bu Türkiye hükümetinin benimsediği KKTC politikasıyla ilişkili bir durum.
Son iki yılda, cumhurbaşkanlığı seçiminden itibaren yaşananları hepimiz biliyoruz. UBP’nin yarım kalan kurultayı var, sonra kurultay tekrar yapılıyor, Sucuoğlu başkan oluyor. Arkasından seçim kazanıyor, onun başbakanlığında hükümet kuruluyor ama o da uzun sürmüyor. Daha önceki seçimde aday olup yarışmış ve sonuncu gelmiş, partide en az desteğe sahip, jet skandalı nedeniyle kabineden çıkarılan birisi başbakan oluyor. Üstelik tüm bunların üstünden daha birkaç hafta geçmişken, eğer yangın çıkmış olmasa, şimdi de “Sunat Atun mu başbakan olacak” diye konuşuyor olacaktık. Tüm bunların yaşandığı bir ülkede, değil 5 yıllık, 3 aylık bile plan yapamazsınız.
“Ülkedeki savrulma devam ediyor”
Ülkedeki savrulma devam ediyor. Öyle görünüyor ki en azından önümüzdeki bir yıl bu şekilde devam edecek, Türkiye’deki seçime kadar... Türkiye’de bir değişiklik olursa, kesinlikle bizde de bunun bir yansıması olacak. Bugünkü anket sonuçlarına bakılırsa bir değişim olacak gibi görünüyor ama önümüzde de hala bir yıllık bir süre var. Türkiye siyasetinde de bir yıl çok uzun bir süre. AKP’nin başarısı temel olarak ekonomik başarıya dayanan bir başarıydı. Ekonomik performanstan kaynaklanan bir meşruiyet vardı. Orta sınıf büyüyordu, halk zenginleşiyordu, bu da sandığa yansıyordu. Bu durdu ve geriledi, tıpkı bizde olduğu gibi... AKP bunun ilk sonuçlarını İstanbul ve Ankara seçimlerinde görmeye başladı. “Yenilmez” olarak görülen AKP İstanbul’da, üstelik de seçimi tekrarlatmasına rağmen, kaybetti. Aynı şey, başkent Ankara’da da oldu.
Ekonominin gidişatına ve anketlere baktığımızda Sayın Erdoğan’ın seçim kazanması çok kolay görünmüyor. Böyle durumlarda, sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde, içeride sıkışan siyasiler milliyetçiliği köpürtür ve insanlar günlük sorunlarını bir kenara bırakıp, milliyetçi duygularıyla bir liderin arkasında kenetlenir ve gider.
“Dış politikada krizler bizi bekliyor”
Bu da şu anlama geliyor; dış politikada krizler bizi bekliyor. Nitekim görüyoruz, Yunanistan’la Türkiye arasında her şey yolunda giderken, sıkıntılar başladı. Şunu da söylemek lazım, bu sadece Türkiye’nin sorumlu olduğu bir şey değil. Miçotakis de Türkiye’ye karşı pek de dostça olmayan bir tavır içerisinde, çünkü aynı şekilde Haziran 2023’te Yunanistan’da da bir genel seçim var. Miçotakis’in partisi Yeni Demokrasi içerisinde de aşırı milliyetçi unsurlar var. Dolayısıyla, hem Türkiye’deki hem Yunanistan’daki hükümet gerginlikten besleniyor. Zaman zaman “acaba danışıklı dövüş mü var” diye düşünmüyor değilim. Gerilimi kontrollü bir şekilde yükseltebilirlerse, belki halklar değil ama iktidar partileri kazançlı çıkabilir. Bunu kontrollü yapmak çok zor aslında. İstenmeyen gelişmeler neticesinde büyük krizler de olabilir.
- Soru: Çavuşoğlu’nun çok kısa bir süre önce bir ziyareti oldu, şimdi Fuat Oktay geldi. Onların yaptığı açıklamalara bakarsak, Kıbrıs konusu ve Doğu Akdeniz’deki gelişmeler bağlamında Kıbrıs bu hesapların neresinde?
- Doç. Dr. Sonan: Adamız ve içinde olduğumuz bölge tabii ki bu denklemin önemli bir unsuru... Hidrokarbon konusu önemli. Rum tarafı sondajlara başladı, Temmuz’da Türkiye de başlayacak. Umarım pandemiden önce yaşanan gerginlikler tekrarlanmaz.
Tabii Türkiye’den adaya yapılan ziyaretlerin sıklaşmış olmasını Türkiye’deki seçimlerle de ilişkilendirmek mümkün. Genele oranla az sayıda da olsa, Türkiye’nin burada da seçmenleri var. Çavuşoğlu’nun, Oktay’ın ziyaretleri oldu, 20 Temmuz’da Erdoğan’ın gelmesi bekleniyor...
Biz de maalesef bu gelişmeleri, oturup Dikili Taş’tan seyrediyoruz, gelen önerileri reddediyoruz... Türkiye’deki mevcut milliyetçi koalisyonu ve biraz önce bahsetmiş olduğum eğilimleri göz önünde bulundurursak mevcut ortamda güven artırıcı önlemler uygulamak maalesef bir rüya gibi görünüyor.
“Bu önerileri yapmak Rumlar için sıkışmışlığın bir tezahürüdür”
- Soru: Cumhurbaşkanı Tatar, güven artırıcı önlemleri hemen reddettiklerini söyledi. Oktay, güven artırıcı önlemleri “zulüm artırıcı planlar” olarak nitelendirdi. Kıbrıs konusunda bir hareketlilik beklemediğimiz bu ortamda güven artırıcı önlemler konusundaki bu tavrı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk tarafı da kendi önerilerini hazırladığını açıkladı...
- Doç. Dr. Sonan: Bu önerileri yapmak Rumlar için aslında sıkışmışlığın bir tezahürüdür. Rum siyasiler için “Ercan’ı, Mağusa Limanı’nı açalım” demek kolay bir şey değil, Rumların bunları hazmetmesi kolay değildir. Maraş’ın kuzeyin geri kalanı gibi algılanmadığını hepimiz biliyoruz. Neden bu kadar yıldır açmadık? Belli ki oranın ayrı bir statüsü var, belli ki orayı bir pazarlık unsuru olarak sakladık. Tam da bunun için, karşılığında bir kazanım elde etmek için Maraş’ı yerleşime açmadık. O zaman, böyle bir fırsat gelmişken, neden müzakere dahi etmeden reddediyoruz? Sıkıntı, Maraş konusunda samimi bir çaba olmamasıdır. Kıbrıslı Türkler olarak, Türkiye’deki seçime kadar herhangi bir şey yapamayacağız.
İki toplumun birlikte ortak bir amaç için çalışması esas güven yaratıcı önlem olur. Bu bağlamda Maraş’ta herkesin kazanabileceği müthiş bir potansiyel var. Şimdi sessizliğe bürünmüş olsalar da müzakerelerin iyi gittiği dönemlerde iş insanlarının, müteahhitlerin bu konuda ne kadar istekli olduğunu biliyoruz. Ekonomik anlamda bu kadar sıkıştığımız, bunaldığımız bir konjonktürde, böyle fırsatlardan yararlanamamamız çok acı.
“Dünyayı çok ciddi bir gıda krizi bekliyor”
- Soru: Ekonomiyle ilgili de geriye gidiyoruz, alım gücümüz düştü, enflasyon çok yüksek...
- Doç. Dr. Sonan: Mayıs’taki yıllık enflasyon rakamı % 98. Bu korkunç bir şey... Global olarak bir enflasyon sıkıntısı olduğu doğru. Ama dünyanın geri kalanında, AB’de, Amerika’da tedbir alınıyor; merkez bankaları birbiri ardına faiz artırımına gidiyor. Enflasyon ekonomide en büyük felaketlerden biri olarak değerlendirilir.
Biz de bunun yansımalarını yaşamaya başladık. Ülkemizde insanların alım gücü sürekli düşüyor, gittikçe fakirleşiyoruz. Özellikle, özel sektörde ücretli çalışanların, asgari ücretle çalışanların durumu içler acısı... KTAMS’ın verileri de ortaya koyuyor ki asgari ücret, açlık sınırının altında... Bunu bire bir yaşıyoruz ve daha da kötü olacak gibi görünüyor.
Dünyadaki jeopolitik gelişmeler ve özellikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi durumun daha da kötüleşeceğine işaret ediyor. Hem enerji hem de gıda fiyatları konusunda çok ciddi endişeler var. Rusya ve Ukrayna önemli gıda ihracatı gerçekleştiren ülkeler; savaş onların yaptığı ihracatı etkiledi. Ukrayna Rusya’nın uyguladığı ablukadan dolayı ihracat yapamıyor. Pandeminin etkisiyle, en önemli üreticilerden biri olan Çin de, zamanında ekim yapamadı. “İklim krizinden dolayı hava çok sıcak. Tüm bunlar da bir sonraki hasatı etkileyecek. Dünyayı çok ciddi bir gıda krizi bekliyor.
Özellikle, akaryakıt ve gıdada yaşanan fiyat artışları başka şeye benzemiyor. Cep telefonu, ev, araba satın almayı erteleyebilirsiniz ama benzin, elektrik ve gıda öyle değil. Global olarak, her taraftan farklı bir meydan okumayla karşı karşıyayken, biz “Başbakan Üstel mi kalacak, Atun mu olacak” diye konuşuyoruz.
“İç dinamiklerimizle, bu krizin, kısır döngünün içinden çıkmamız mümkün değil”
- Soru: Bu belirsiz dönemden nasıl çıkılacak?
- Doç. Dr. Sonan: Belli ki, iç dinamiklerimizle, bu krizin, kısır döngünün içinden çıkmamız mümkün değil. En kestirme şekilde bizi bu döngüden çıkarabilecek olan şey Kıbrıs sorununun çözümüdür. Kıbrıs sorununun çözümüyle beraber, çok hızlı bir şekilde AB’nin parçası olma potansiyelimiz var. Uluslararası hukukun, AB müktesebatının bir parçası olmak, AB’nin bölgesel, yapısal fonlarından faydalanma imkanına kavuşmak bizi çok hızlı bir şekilde dönüştürebilir.
Bunun kısa vadede gerçekleşmesi maalesef mümkün görünmüyor. Ama şu anda da yapabileceğimiz şeyler var. En başta söylediğim gibi, hukukun üstünlüğünü gerçek anlamda kılavuzumuz olarak benimsediğimiz zaman bu döngüden çıkmaya başlayacağız.
Hep dörtlü hükümeti konuşuyoruz ve bence konuşmamız da lazım. Bu dönem bize elimizdeki kötü kartları dahi, daha iyi oynayabileceğimizi gösterdi. O dönemde bütçe denkleştirildi, cari fazla verildi. Bunlar yapılabiliyor, bu ülkenin potansiyeli vardır. Elimizdeki kötü kartları doğru oynayabilecek oyuncuları seçmemiz lazım. Toplumda “hepsi aynıdır” ve “Türkiye’yi kızdırırsak çok ağır bedel ödeyeceğiz” düşüncesi yerleşti. Gerekirse o bedeli ödememiz lazım. “Kendi ayaklarımızın üstünde durma” doğru yaklaşımdır. Kendi programımızı, kendi kamu reformumuzu yapabilmemiz lazım. “Burada bir sıkıntı vardır, yapılması gereken budur ve bunu biz yapacağız” diyebilmemiz lazım. Cesarete ihtiyacımız var. Gerekirse bedel ödeyerek özne olacağız. Hata yapanın gözünün yaşına bakmamamız lazım, kötüyü gönderip iyiyi başa getirebilmemiz lazım.
Bu bağlamda altını çizmek istediğim bir nokta daha var. İfade özgürlüğüne, basın özgürlüğüne sahip çıkmamız lazım. Gazeteciler Birliği ifade özgürlüğüne sahip çıktı, bütün toplumun da onların yanında durması lazım. Hukukçuları da yalnız bırakmamamız lazım. Kuralları ihlal edenlerin değil uygulayanların yanında durmamız şart. Yargıçların bu kararları verirken toplumun yanlarında olduğunu hissetmesi lazım. Yasama ve yürütmede işler çok yolunda gitmiyor. Bundan dolayı, yargıya ve dördüncü güç, özgür basına her zamankinden de çok sahip çıkmamız gerekiyor.