Kiriakos CAMBAZİS
İnsan kimliği, dünya çapında bugünün siyasi yaşamının en önemli sorunlarından biridir. Tarih boyunca ve özellikle de II. Dünya Savaşı sonrasında birçok devlet parçalanmış ve yeni kimlikler oluşmuştur. Bu devletler çoğu zaman ayaklanmalar ve silahlı kurtuluş mücadeleleri yoluyla daha az sıklıkla da barışçıl yollarla bölünmüşlerdir. Egemen olan elit kitleler, doğduğu tarihten itibaren insanlık varlığına hukuksal ve siyasi sorumluluklar veren ve çoğu zaman hayatı boyunca taşımak durumunda kalacağı bir kimlik yüklerler. Ben ulusal kimlikten bahsediyorum; bireyin kendisi tarafından oluşturulan mesleki, siyasi görüş, dini vb. türden olan herhangi başka bir kimlikten bahsetmiyorum. Max Frisch “Stiller” adlı ödül alan edebi eserinde kimliğini koruma çabasını yoğun bir şekilde ifade ederken bazı bürokratlar, kendisinin kabul etmeyi reddettiği bir kimliği ona empoze etmek için farklı yollara başvururlar ve çeşitli önlemler alırlar. Editörlüğünü yaptığım kitapta ben, Emin Akkor (Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği Başkanı) ve Yunanca öğretmeni Çağdaş Polili kimlik meselesini kapsamlı bir şekilde ele aldık. Konumuz “Federal Kıbrıs’ta vatandaşların kimliği” idi. İlk bölüm üç kısımdan oluşmaktadır. 1. K. Cambazis: Kıbrıslılar Kimlik arayışında. Geçmişten gelen deneyimler ve gelecekle ilgili normlar. 2. Emin Akkor : Kıbrıs kimliğinin şekillenmesinde medyanın rolü. 3. Çağdaş Polili : Kimliğin dili ve dilin kimliği.
Günümüzde Türk müesses nizamının kullandığı yöntem ve metodlara karşı direnen Kıbrıs Türk toplumuna Türk kimliğini empoze etmeye çalışan amansız bir mücadelenin olduğunu görmekteyiz. Meydana gelen günlük olaylar, yürüyüşler, protestolar yoğun bir çatışma halinin olduğunu ve ayrıca Kıbrıslı Türklerin Kıbrıslı Türk kimliklerini korumayı arzuladıklarını göstermektedir. Türkiye’nin yönetici seçkinlerinin Kıbrıslı Türklerin kimliğini değiştirmeye yönelik tutumu farklı şekillerde ortaya konulmaktadır: Kıbrıs Türk toplumunun İslamlaştırılması, Timbu (Ercan) Havaalanı'nın Türkiye il havaalanı haline getirilmesi, devlet pozisyonları ve daha başka pozisyonları üstlenecek olan kişilerin önerileriyle siyasi yaşam üzerindeki kontrol.
Bu durum bana Yunan hükümetinin ve Yunan cuntasının Kıbrıs’ı Yunan topraklarının ayrılmaz bir parçası gibi kabul ederek Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iç meselelerine apaçık bir şekilde müdahale ettiği 1965-74 dönemini hatırlatmaktadır. Kıbrıslı Rum askerlerine, Yunan kralına olan inanç ve saygı temeliyle kurumlara ve siyasi yönetim organlarına dost kişilerin atanması konusunda ayak diremeleri için yemin ettirmeye başladılar. Böylece cunta hiç utanmaksızın Kıbrıslı Rum yandaşlarıyla birlikte 15 Temmuz darbesini gerçekleştirdi ve Kıbrıs’ı büyük bir yıkıma sürükledi. Kıbrıslı Türklerin çözülmeyen ve içinde olduğumuz dönemde büyük boyutlara ulaşan kimlik sorunu gibi Kıbrıslı Rumların da kimlik sorununun çözüldüğünü iddia etmiyorum.
Kıbrıslıların kimlik sorununun çözümü ve tek bir kimlik haline getirilmesi ya bu konuyu raylara daha doğru bir şekilde oturtarak ya da Kıbrıs sorununu çözerek sağlanacak. Kıbrıs sorununun çözümü parçalar halinde olan ve sürekli tekrar eden Güven Artırıcı Önlemler’le değil; BM Genel Sekreteri tarafından önerilen Guterres çerçevesinin her iki toplum tarafından kabulü ile sağlanacaktır. Kıbrıs Rum tarafından gelen Güven Artırıcı Önlemler ve Çavuşoğulu’nun da belirttiği gibi Türkiye’den gelecek daha başka önlemler sorunu devam ettirecek; ancak çözmeyecektir. Kimlik sorununun çözümü Kıbrıs sorununun çözümüyle sağlanacaktır.
GEÇMİŞLE YÜZLEŞME KONUSUNDA DÜNYADA NELER YAŞANIYOR?
“Hollanda hükümetinden Srebrenitsa soykırımına göz yummakla suçlanan askerlere iade-i itibar...”
Yusuf Özkan - BBC
Hollanda hükümeti, 8 bin Müslüman erkeğin katledildiği Bosna-Hersek'in Srebrenitsa kentinde Birleşmiş Milletler (BM) adına görev yapan ve katliama göz yummakla suçlanan Hollandalı askerlere "iade-i itibarda" bulundu.
Hükümet, Srebrenitsa'da görev yapan askerlere bronz şeref madalyası verdi.
Hollanda Başbakanı Mark Rutte, Bosna Hersek'te "imkansız bir göreve gönderildiklerini" belirttiği Hollanda Görev Kuvveti (Dutchbat) üyelerinden resmen özür diledi.
Bosna-Hersek'teki iç savaş sırasında Ratko Mladiç komutasındaki Sırp güçleri tarafından kuşatılan Srebrenitsa, BM adına görev yapan Hollandalı "mavi berelilerin" sorumluluğundaydı.
Ton Karremans komutasındaki Hollanda Görev Kuvveti, 11 Temmuz 1995'te, kenti kuşatan Sırp güçlere 8 bin Müslüman erkek ve çocuğu teslim ederek 'onları bile bile ölüme göndermekle' suçlanmıştı.
Avrupa'da 2. Dünya Savaşı sonrası yaşanan en büyük katliamın sorumlusu olarak görülen Hollandalı askerler, 27 yıldır katliama ortak olmakla suçlanıyordu.
Hollanda Başbakanı Mark Rutte, Savunma Bakanı Kasja Ollongren ve Genelkurmay Başkanı Onno Eichelsheim, Cumartesi günü, "tanınma ve taktir günü" dolayısıyla 325 Dutchbat üyesi eski askerle buluşarak iade-i itibarda bulundu.
Savunma Bakanı Kajsa Ollongren, dayanışma ve destek amacıyla Srebrenitsa'da görevli askerlere bronz şeref madalyası verdi.
Hollanda Başbakanı Mark Rutte, 1995 yılında "imkansız bir göreve gönderildikleri" gerekçesiyle Dutchbat 3 personelinden özür diledi.
Rutte, görev kuvvetinin Birleşmiş Milletler'in yetkisi altında olduğunu; ancak bunun Hollanda devletinin özel sorumluluğunu azaltmadığını söyledi.
Hollanda Başbakanı, ayrıca ülkeye döndükten sonra askerler için yeterli bakım verilmedi; yardımda ve destekte bulunulmadığı gerekçesiyle de özür diledi.
Başbakan Rutte, Srebrenitsa'da yaşanan soykırımdan öncelikle Bosnalı Sırpların sorumlu olduğunu ve dünyanın bunu önlemede başarısız olduğunu vurguladı. Rutte, BM adına orada bulunan Hollanda Görev Kuvveti'nin, BM'den siyasi ve askeri çok az destek aldığını da söyledi.
Dutchbat'ın "haksız eleştiri yağmuruna" karşı siyasetten ve savunma bakanlığından çok az destek aldığını söyleyen Rutte, Hollandalı askerlerin imkansız bir görev için yola çıktıklarını söyledi.
Dutchbat askerlerinin, Srebrenitsa'da uğruna yola çıktıkları görev için "çıldırtıcı bir güçsüzlük"le uğraşmak zorunda kaldıklarını savunan Başbakan, Hollandalı askerlerin "zor koşullar altında, artık gerçekten işe yaramadığında bile her zaman doğru olanı yapmaya çalışma biçimine saygı duyduğunu" dile getirdi.
Savunma Bakan Ollongren de, hükümetin Srebrenitsa'dan dönen askerlerle ilgilenme konusunda başarısız olduğunu vurguladı.
Hollandalı bakan, "İnsanlarımızı göreve gönderdiğimizde, döndüklerinde onlarla ilgileniyoruz. Bu Srebrenica'dan sonra da olmalıydı. Ama bu olmadı" dedi.
Hollandalı askerlerden Srebrenitsa'da "imkansızın istendiğini" şöyleyen Ollongren, "Eve döndüğünüzde hâlâ yalnızdınız. Açık kollara çok ihtiyacınız vardı ama Hollanda size sırtını döndü. Duyduk ama dinlemedik" diye konuştu.
Srebrenitsa'daki soykırımın tanığı olan askerler ise, defalarca hava desteği istemelerine rağmen BM ve ona bağlı müttefik kuvvetlerin seslerini duymazdan geldiğini savundu.
Onbaşı Derk Zwaan, 11 Temmuz 1995'te yaşananları, Hollanda Televizyonu'na (NOS) "Sırpları durdurmaya çalıştık ama hiçbir şansımız yoktu; tanklar ve binlerce asker vardı. Orada çok az insanla ve zayıf silahlanmayla karşı çıkmaya çalıştık. Benim de on kurşunum vardı" diye anlattı.
Onbaşı Alice Schutte de, "Elimizden gelen her şeyi yaptık. Kötünün en iyisini yaptık ama bizi hayal kırıklığına uğrattılar. Yüksek sesle çağırmamıza rağmen hava desteği gelmedi" dedi.
Dutchbut 3'te görev yapan askerlerden birçoğunun hâl psikolojik sorunlarla uğraştığı ve tedavi gördüğü belirtildi.
Törende Srebrenitsa'da hayatını kaybeden siviller ile Hollandalı askerler anısına bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu.
NELER OLMUŞTU?
Yine BBC’den Yusuf Özkan’ın bir diğer haberinde ise şöyle denilmişti:
"Sırplar geldi, önce evlere el bombası atıp, köpekleri içeri saldılar. Sonra da evleri ateşe verip, bizim karargahın kapısına dayandılar..."
Hollandalı asker Liesbeth Beukeboom, 11 Temmuz 1995 günü Bosna Hersek'in Srebrenitsa kentinde yaşanan katliamı bu sözlerle anlatıyor.
"Güvenli bölge" ilan edilen Srebrenitsa'da, Birleşmiş Milletler (BM) adına barışı koruma misyonunu üstlenen Hollanda Görev Kuvveti'nde (Dutchbat) görevli olan Beukeboom, komutanının emriyle Sırp güçlerine, binlerce Boşnak'ın sığındığı BM Barış Gücü karargahının kapısını açan kişi.
Genç yaşta Hollanda ordusuna yazılan Liesbeth Beukeboom, 19 yaşında Bosna Hersek'teki Dutchbat'ta görevlendirildi.
Barışı korumak ve insanlara yardım etmek için Bosna Hersek'e gittiğini söyleyen asker, Srebrenitsa'ya vardıklarında durumun hayal ettiğinden daha kötü olduğunu görmüş.
Katliamdan 25 yıl sonra, o günleri Hollanda Televizyonu'na (NOS) anlatan Beukeboom, Srebrenitsa'ya vardıktan kısa bir süre sonra Sırpların 'baskıyı arttırma başladığını' söylüyor.
Sırp güçlerinin kendilerine malzeme, posta ve yiyecek taşıyan kamyonları engellemeye başladığını anlatan Liesbeth Beukeboom, "Tam olarak ne kadar yiyeceğimiz kaldığını, nelere ihtiyacımız olduğunu biliyorlardı. Temel ihtiyaçlarımızın gelişini kestiler. Psikolojik savaş yürütüyorlardı" diyor.
Birçok şeye ihtiyacı olan yaklaşık 400 Hollandalı askerin moralinin bozulduğunu söyleyen Beukeboom, 13 Temmuz'da eve dönmeye hazırlanırken, Avrupa'da 2. Dünya Savaşı sonrası yaşanan en büyük insanlık trajedisine tanıklık etti.
General Ratko Mladiç komutasındaki Sırp güçlerinin 5 - 6 Temmuz'dan itibaren saldırıları arttırdığını belirten Hollandalı asker, Srebrenitsa'nın düştüğü günü şöyle anlatıyor:
"Diğer bir kadın asker olan arkadaşım Moniek'le birlikte sığınmacıları karşılıyorduk. Biri 'Sırp'lar geliyor' diye bağırdı. Dürbünle bakıyordum. Vadideki bütün evleri kuşattılar. Kapıları tekmeleyip kırdılar ve içeriye el bombaları artılar. Sonra kurt köpeklerini içeri saldılar. Köpekler çıkınca evleri önce silahlarla tarayıp, sonra ateşe verdiler."
Boşnaklara ait evleri ateşe veren Sırpların, daha sonra binlerce Müslüman Bosnalının sığındığı Dutchbat karargahının kapısına dayandığını söyleyen Liesbeth Beukeboom, "İki kadın asker son derece savunmasızdık" diyor.
Sırp askerleri, "Bariyeri aç" çağrısına, "Hayır, açamam. İçeri giremezsiniz" diye karşılık veren Beukeboom'a silahlarını doğrultarak, "O zaman biz zorla gireriz" dedi.
Beukeboom, o an korku içerisine Dutchbat Komutanı Albay Tom Karremans'ı arayarak giriş kapısına gelmesini istedi. Ancak Albay Karremans gelmedi; yerine bir Hollandalı binbaşıyı gönderdi.
Binbaşı, karşısında silahlı Sırp askerlerini görünce, Beukeboom'a "Kapıyı aç" talimatını verdi.
Beukeboom, o andan sonra olanların aklından hiçbir zaman çıkmadığını anlatıyor:
"Tam bir kaos ortamı vardı. Sırplar kalabalığın içine girdi. Bazı insanları vurdular. Kadınlar korkudan düşük yaptı, bebekler öldü, insanlar şok içindeydi."
Lisbeth Beukeboom, binlerce Boşnak erkek ve çocuğun balık istifi otobüslere doldurulup ölüme götürülmesini çaresiz gözlerle izlemiş.
O anları, "Başı koparılmış tavuk gibi ordan oraya koşup, sarılıp, insanları çekiştiriyordum" sözleriyle anlatıyor.
Kısa süre sonra Hollanda'ya dönünce yaşanaların ağırlığını daha fazla hisseden Beukeboom, yıllarca "travma sonrası stres bozukluğu" tedavisi görmüş.
Kendisi gibi Dutchbat mensubu olan eşi ve çocuklarıyla 2015 yılında Srebrenitsa'ya giden Hollandalı asker, o yolculuğun birçok açıdan kendisine iyi geldiğini söylüyor.
Dutchbat üyesi askerler, sınırlı yetki, yetersiz personel, malzeme, silah ve mühimmatla Srebrenitsa'ya gönderildiklerini bekleterek, aylar süren hava desteği çağrılarına BM tarafından kulak tıkandığını söylüyor.
Hollandalı askerlere göre, "Uluslararası toplumun kararsızlığı" binlerce Müslüman Boşnak'ın göz göre göre öldürülmesine yol açtı.
Dutchbat üyesi Olaf Nijboer, görev koşullarının hiçbir zaman dikkate alınmadığını ve her zaman yalnız bırakıldıklarını düşünüyor. Hollandalı askere göre, "Srebrenitsa bir yara izi değil. Hâlâ kanayan ve asla iyileşmeyecek bir yara."
(BBC – Yusuf ÖZKAN – 11.7.2020/18.6.2022)