Ankara’da geçen her dokuz ayın ardından yaz tatili için Kıbrıs’a geldiğimizde bir yerlerde mutlaka görürdüm onları. Bir minibüste gezer, grup halinde hareket eder, sürüden ayrılmamaya özen gösterirlerdi. Kendi aralarında mutlu ama dışarıya karşı kayıtsızlardı. Acaba beni görmüyorlar mıydı? Neden kendi aralarında gülüşüp birbirleriyle konuşuyorlardı sadece? Bense onlarla konuşmaya çok hevesli...
Etraflarıyla fazla ilgilenmez güzergahı izlerlerdi ama etrafları kendileriyle fazlasıyla ilgiliydi. Ben de dahil. Nadir de olsa markette, poliste, hastanede, denizde, çarşıda görmüştüm onları. Gözden kayboluncaya kadar da izlerdim. Utanmadan yapardım bunu üstelik. Görmüyorlardı ki zaten beni, bakmıyorlardı bile. Onların en alışık olduğu şeyin göz hapsi olduğunu sonradan öğrendim. Bin kere özür dilesem geçer mi?
Gel zaman git zaman gazeteci oldum ve onları buldum. Hikayelerini ve beni neden görmediklerini hep merak ediyordum. Birçoğunu dinledim, yaşananları öğrendim. Bu ülkenin ne kadar berbat bir yer olduğunu o kadınlardan işittim. Üniformalıların bu kadınların ‘durumunu’ nasıl kullandıklarını bu kulaklarla dinledim. Nefret ettim, iğrendim. Öfkem dinmiyordu çünkü bildiklerimin sadece bir kısmını yazabiliyordum. Çok ağladım. Aylarca etkisinden kurtulamadım. Sadece ben mi? Onlarca gazeteci bu hikayeleri yazdı bu ülkede. Defalarca manşet oldu. ‘Fuhuş’ deyip geçti kimisi, ‘kapatılsın da bizi mi becersinler’ diyen Bakan bile oldu. Ne oldu? Yandı, bitti, kül oldu...
Birçoğu tuzakla adaya getirilen kadınların bazılarına aşık olup evlendi ‘bizimkiler’. Ne de iyi ettiler. Dünya güzeli bebeleri oldu hepsinin. Mutlu mesut olsunlar. Geriye kalanlar? Onlar horlanmaya, aşağılanmaya, şiddete maruz kalmaya, devlete vergi, bize yol, su, zevk olarak dönmeye devam ettiler.
Devlet-mama-mafya el ele vermiş yürüyor. Bu hep böyle olmuş büyüyünce öğrendik. Ceberut devlette kumar ve bahis işleri de aynı hesap işte. Dış İşleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu’nun arkadaşının oğlu için iş takipçiliği yapması boşuna değil hani. Serdar Denktaş’ın ‘gençler için tuzak, kapatacağım’ dediği bet ofislerinden sadece “birilerine” rüşvet vermediği için bir ikisinin kapatıldığı konuşulup dururken... Casinolara dokunmayan yılan bin yıl yaşasın! Ne verirlerse o! “Onlar da olmasa ...” diye cümleye başlayan siyasiler var mesela Meclis’te... Devlet bütçesinin neredeyse yüzde 25’i casinolardan toplanan gelirle elde ediliyormuş. Olmaz olsunlar!
Sözde dindar Türkiye, mafya, kumar ve fuhuştan gelen gelirlerle ayakta duran KKTC devleti işte bu sistem üzerine kurulu. Bu sistemden beslenen o kadar çok insan var ki... ‘Cenevre son durak’ diyerek, ‘Anavatan Dindar Türkiye ile yollarına devam edeceklerini dünyaya ilan etmeleri bu yüzden. Ortada o kadar büyük bir para var ki, ne Türkiye’nin ne İngiltere’nin ne de KKTC’cilerin işine gelir buranın legal bir ülke olması. Türkiye gerçekten inanmış Müslüman dindar bir ülke ise kapatsın “gözü gibi baktığı” KKTC’deki batakhane ve kumarhaneleri... Buna rağmen bir de kalkar utanmadan kendine yandaş KKTC’li Müslümanlar arar son günlerde. Sormak gelir içimden Türkiye Cumhuriyeti’ne, sizin inanç adına yatacak yeriniz var mı ki gelir bir de Kıbrıslıtürklere inanç dersi verirsiniz? Hadi oradan be..!
UBP ve DP... Bu düzeni kurup, koruyup, kollayanlar yani... Onları bir yana bırakıyorum. Onlardan umudumuz olamaz zaten ama Cumhurbaşkanı Akıncı’dan hala var. Olmak zorunda! Kıbrıslı Türklerin başına örülen çorabı görmek zorunda, toprakmış, haritaymış gibi konulardan çok daha derin önemli sorunları olan bu halkı kurtarmak onun elinde. Şimdi ya herro ya merro deme zamanı! Boz ezberleri, yık tabuları, bu halka borcun var Sayın Akıncı!