Kırmızı Başlıklı Kızların, Kötü Kurtlar Karşısındaki Zaferi Yakındır

Aslı Murat

 

Kadına karşı şiddet içeren suçların sanık profilini incelediğimiz zaman, büyük bir çoğunluğunun kadının yakınlarında olan erkekler olduğunu kolayca fark edebiliriz. Toplumsal cinsiyet rolleri gereği, kadın bedeni birtakım gerekçeler ile erkeğin denetimine bırakılır. Bu sınırların dışına çıkıldığı noktada da şiddet meşru hâle gelir. Yani erkek, kontrolü dışına çıkan kadını tekrardan denetim altına alabilmek, mağduriyet üreten ilişkiye döndürebilmek için ona güç uygular. Sözü edilen gerçeklik çoğu zaman yok sayılıp, şiddetin bir nedeni olabileceği inancı yaygınlaştırılır. Genellikle kendi içinde kadına yönelik şiddet barındıran haberlere baktığımızda bu gerekçeleri görürüz. “Alkollü olmak, uyuşturucu madde kullanmak, âşık olmak, sevgisine karşılık bulamamak, boşanmak istemek, aldatılmak, kıskanmak, ekonomik sıkıntı içinde olmak vb” gibi aslında şiddeti tanımlamak için kullanılmaması gereken hususlar dile getirilir. Hemen hemen hepsi erkek egemen yapının ürettiği ve şiddeti normalleştirmeye yarayan safsatalardır. Tüm bu sebepler çerçevesinde değerlendirme yapıldığı zaman, kadın cinayetlerini tartışırken, alelade bir suçtan bahsedilemeyeceği açıkça görülür. Kısacası kadın cinayetleri politiktir ve bu sorunun çözülmesi için hem devlet hem de toplum üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmelidir. Bu noktada politik olarak atılması gereken ilk adım, cinsiyetler arası eşitlik ve adaleti tesis etmek ve erkek egemen öğeleri törpülerken kadının güçlenmesine zemin yaratmaktır.

İçinde yaşadığımız erkek egemen devlet yapısı, farklı oranlar ve çeşitlerde de olsa erkek şiddetinin var olduğunu gösterir. Tabi ki bu sorun ile sistematik bir şekilde mücadele eden yerler de vardır. Kıbrıs’ın kuzeyi birçok konuda olduğu gibi, kadına yönelik erkek şiddetini de yeni yeni tartışmaya ve bu alanda tedbir almaya başlayan bir coğrafyadır. Sorun yeni olmasa da yıllardır hasıraltı ettiğimiz konular arasındadır. Feminist hareketin yarattığı gündemler neticesinde birtakım yasal düzenlemeler hayata geçirilmiştir. Özellikle 2011 yılında Feminist Atölye’nin yürüttüğü imza kampanyası neticesinde Meclis’ten geçirilen, “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”  şiddetle mücadelede önemli bir yol haritası sunuyor. Bunu da göz önünde tutarak hazırlanan TOCED (Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi) Yasası da mevzuatımız içerisinde geniş bir mekanizma kurulmasına imkân tanıyor. Daire yasasının Meclis’ten geçirildiği 2014 yılından beri maalesef somut adım atılmadı. Yakın zamanda çalışmaların hızlanacağı bilgisine eriştik. İlgili Daire aracılığıyla, burada sayılamayan bir çok uygulama yanında, devlet organları ve kurumları içerisinde işbirliği yaratılacak, şiddete uğrayan kişilerin yaşadığı travma ile de ilgilenilecek (kadının hissettiği yalnızlık bir nebze azalacak, sadece sanığın cezalandırılmasına odaklanan bir sürecin ötesine geçilecek), sivil toplumun da çözümün bir parçası olmasına yardımcı olunacak. Böylece aslında daha demokratik ve işlevsel bir mekanizma kurulacak.

Yasanın öngördüğü düzenlemeler hayata geçirilmiş olsaydı bugün; sığınma evi, bakanlıklar arasındaki bağlantıyı kuracak cinsiyet odak noktaları, polis ve hastanede özel birimlerin kurulması gibi hususlar hayata geçirilecekti. Buna ek olarak 2015 senesinde Aile Yasası’nda yapılan değişiklikler arasında koruma emrinde adli yardım sağlanmasına yönelik geliştirilen adımların da TOCED ile bağlantılı olduğunu söylemek gerekiyor. Onlar da çok önemli gelişmeler ama Daire’nin kurulmamış olması, bu noktada ilerlemenin istenildiği doğrultuda sağlanmasını engelliyor. Buna rağmen geçtiğimiz Eylül ayı içerisinde, K. T. Barolar Birliği ve Çalışma – Sosyal Güvenlik Bakanlığı arasında imzalanan adli yardıma yönelik işbirliği protokolü, mevcut eksikleri bir nebze de olsa gidermeye çalışıyor. En azından maddi yetersizlikler içinde olup, aile içi şiddete maruz kalan kadınlara, Aile Yasası kapsamında ücretsiz avukat desteği sağlanıyor. Buna ek olarak Lefkoşa Türk Belediyesi çatışı altında faaliyete geçirilen Sığınma Evi deneyimi ve uygulanmaya başlanan Şiddete Karşı Yan Yana projesi, erkek şiddeti ile mücadele etmek adına devlet kurumları arasında koordinasyonu sağlamak ve sığınakta kalan kadınlara avukat desteği  vermek adına önemli işler yapıyor. Yeri gelmişken şunu da söylemek gerekiyor. Adli yardımın Aile Yasası’nda olduğu gibi, sadece koruma emrine ilişkin uygulanması, yeterli değildir. Bunun ötesine geçip, çok daha fazla hukuki meseleye dâhil edilmesi gerekir. Tabi ki bunun için öncelikle yasada tadilat yapılması ve bütçede de buna ilişkin pay ayrılması elzemdir.

Yapısal iyileştirmelere paralel olarak yürütülecek toplumsal cinsiyet eşitliği algısını es geçmemek gerekir. Eşitlik mücadeleleri “yasal – kurumsal – politika üretimi” olarak üç bacaklı bir yapı üzerine inşa edilir. Bu sebeple toplumsal cinsiyet eşitliği temelinde bir sistem inşa etmek istiyorsanız, üç bacağın da paralel şekilde var edilmesi gerekir. Böylece cinayet yaşandıktan sonra değil, yaşanmadan önce bunu engelleyebilirsiniz. Önleyici tedbirler, yıkımlar sonrasında yaşanan cezalandırıcı tedbirlerden çok daha anlamlı ve şiddeti ortadan kaldırmaya yöneliktir. Bu noktada, eğitim kurumlarında yürütülen derslerde, kadının insan haklarına duyarlı ve toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten kitapların kullanılması önemli bir adım olacaktır.  Tüm sorunlara ve atılamayan adımlara rağmen bizi güçlü tutan ve yola devam etmemizi sağlayan unsurun, feminist dayanışma olduğuna inanıyorum. Bu yüzden kötü kurtlar karşısında dimdik ayakta duracak kırmızı başlıklı kızlar olarak, her daim bir arada olacağımız bir dünya hayal ediyorum.