Kişi başına düşen “farklı” gelir!

Cenk Mutluyakalı

Resmi Gazete'de yayınlanan Plan'a göre bu yıl  "kişi başına düşen mali gelir" 19 bin dolara yükselecek.
Kimileri "milli gelir" diyor ya…
Bunun millisi olmaz.
O nedenle “mali” diyorum.

***
Yıllık 19 bin dolar diyorlar...
Bu da demek oluyor ki bir yılda ortalama 600 bin Türk Lirası kazanacağız.
Her ay herkesin cebine 50 bin Türk Lirası girecek.

***

Ekonomist olmasam da "kişi başına mali gelir"in tam olarak bu anlama gelmediğini biliyorum.
Bu rakam, ortalama bir bireyin ne kadar gelir elde ettiğini göstermiyor elbette...
Refah göstergesi olarak kullanılıyor.
Yaşam standardını işaret ediyor.
Yine de "kişi başına" dendiğine göre herkes için temsili bir gelir ön görüyor.

***
“Hani benim 50 bin Liram” derseniz…
İşte tam da burada ortaya çıkıyor, gelir eşitsizliği…
Ülkenin kaynakları adil paylaşılmıyor.
Mesele tam da bu...
Hem de nasıl bir eşitsizlik ortada...

İki insan düşününüz, her ikisi de aynı eğitime sahip ve tümüyle aynı işi yapıyor.
Yılları, kıdemleri, yaşları, emekleri, riskleri, sorumlulukları, üretimleri aynı...

Biri ötekinin üç katı kazanıyor!

Farkı nedir?
Biri bu işi kamuda yapıyor.
Diğeri özel sektörde...

Birinin maaşını toplumun tamamı finanse ediyor.
Ötekinin patronu...

Biri can, öteki patlıcan bile değil bu düzende…

***

İyi niyetle örnekledim ve "tümüyle aynı iş, aynı üretim" dedim.
Aslında, üçte bir maaşla çalışan çok daha fazla bir süre çalışıyor, çoğunlukla haftanın altı günü, en fazla iki gün hasta olabiliyor, yıllık izinleri çoğunlukla on beş günü geçmiyor, çok daha fazla üretiyor ancak cebine her ay elli bin lira girmiyor.

Alım gücü eriyor sürekli...
Maaşı artsa da hayatına yetmiyor…

***

Bu ülkede “memur” değilsen eğer açsın!
Bir de “patron” değilsen…
Elbette “kirli” değilsen, ayrıca…

***
Bu gerçeklik karşısında nasıl bir plan var peki?
Kamuda yasa dışı ikinci iş meselesine çözüm bulunsa yalnızca önemli bir eşitsizlik önlenecek.
Tam aksine!
Giderek "birinci işe" dönüşüyor çoğunun arsızlığı...
O nedenle kamusal eğitim ve sağlık aslında paralı...

***
Bir özel öğretmenin, ne rekabet şansı vardır, devlet okulundaki öğretmenle...
Yarışamaz!
Özel dershaneler boşuna değil "kamuda görevli öğretmen" arıyorlar.

Bir serbest hekim?
Kamu hastanesinde ameliyat edilen hastanın takibi özelde devam ediyor.
Özelde bakılan hastanın tahlilleri kamuda yapılıyor.
O nedenle kamusal sağlıkta "tam gün" konuşulmuyor pek!

Telefon Dairesi'ndeki memurla sahada görev yapan özel bir teknisyenin rekabet şansı var mı?
Çiftçi ya da hayvancı çoğunlukla gardiyan, polis, sivil havacı değil mi?

Eğer salt "kamuda ikinci iş" engellense yüzlerce insana yeni iş alanı açılacak, potansiyeli ve geliri yükselecek özeldeki çalışanın...
İzin vermiyorlar.

***
Bir de "denetim" meselesi var tabii...
Sekiz saatin üzerinde çalıştırılan dünya kadar emekçi var…
Ek mesaileri yok.
Güvenceleri de…
Kıdemli olsalar dahi asgari ücretin üzerine çıkmıyor gelirleri…
Denetleyen var mı peki?
Niye haftalık "denetim raporları" yayınlamıyor Çalışma Dairesi…

***
Kişi başında düşen “farklı gelir” vardır ülkemizde…
Siz bakmayınız sloganlara, sözlere, pankartlara, balı tutan parmağını yalıyor genelde!


 


Yasa varmış güya!

Hani kimi yasalarımız vardır, “Bu yapılamaz” der… 
Yapılırsa ne olacağını belirtmez.

Oysa “Kamu Çalışanları Yasası” net…

Mesele haklara geldiği zaman herkes sözünü söyler ama ortada bir sorumluluk, bir yükümlülük ve ihlal varsa…
İşte bu durumda derin bir sessizlik oluşur.

***
Yasanın 41. Maddesi der ki, “Kamu görevlileri, tüm zamanlarını kamu hizmetlerinin yürütülmesine ve görevlerinin yerine getirilmesine ayırmakla yükümlü olup, çalışma saatleri içinde veya dışında ücretli veya ücretsiz bir iş tutamazlar ve serbest meslek yapamazlar…”

Aynı yasanın 85/1991 e maddesine göre “Ticaret ve kazanç getirici faaliyetlerde bulunma yasağına aykırı davranışlarda bulunmak”, kamu görevinden çıkarmayı emreder…

Yasa var ama kimse umursamaz…
Üstelik her çalışan bu yasayı ezberleyerek sınavla işe girer!
Sınavı geçmekle övünür ama o sınavda ezberlediği yasaya uymadığını söylemez.
***
Albert Einstein, deliliğin tanımını şöyle yapar:
“Sürekli aynı şeyleri yapıp, farklı sonuçlar beklemek!”
Tam da bize uyar.
 


Yalan da yalan!

“İhlal edin, yasayı değiştirin…”
“İhlal edin, tüzüğü değiştirin…”
“Böyle yaparsanız memlekette yasa dışı hiçbir şey kalmaz…”

Tufan Erhürman söylüyor Meclis’te…
“Hükümet” denen organizasyona söylüyor ama kimse tınmıyor.

Mesele İthal Et!
“Besin Maddeleri Tüzüğü”nü son dakika değiştiler çünkü et ithali olacaksa kesim tarihinden en fazla 8 ay sonra gelmesi gerektiği yazıyordu.

1.5 sene sora geliyor ya şimdi…
Tüzüğe uymak yerine…
Tüzüğü değiştiriyorlar.

***
İşte bu durumda geleneksel bir sözü ve anlamını anımsayalım.

“Minareyi çalan kılıfını hazırlar" sözü, bir kişinin yasadışı veya ahlaka aykırı bir iş yaparken yakalanmamak veya yaptığının üstünü örtmek için önceden tedbirler alacağını anlatır. Bu deyim, Türkçe'de hilekârlık, kurnazlık ve gizlilik ile ilgili durumu ifade etmek için kullanılır.



 


“Egemenlik ve bağımsızlığın çeliğe bürünmüş hali”

“Ada 74” gemisi bir senede iflas etti, biliyorsunuz… Mayıs 2023’teki bayraklı, marşlı, nutuklu törende Ersin Tatar “mavi vatan”a gönderme yapacak kadar kendinden geçmişti. Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Büyükelçisi Metin Feyzioğlu da bu feribotun, “Kıbrıs’ın milli davasında ne kadar kararlı, adada ne kadar kalıcı, egemen, bağımsız olduğunun ve sonsuza kadar var olacağının çeliğe bürünmüş hali olduğunu” söylemişti.

Pek bir manidar oldu!