Kıta sahanlığı, en yalın anlatımıyla, bir devletin üzerinde kurulu olduğu kara parçasının deniz altındaki uzantısı.
Uluslar arası hukukta bu mesele, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ile düzenleniyor. Buna göre kıta sahanlığının, kıyıdan 200 mil açığa kadar devam ettiği varsayılıyor. Yani bir devletin kıta sahanlığı, kıyısından itibaren 200 mili kapsıyor.
Kara parçasının deniz altındaki uzantısı 200 milden öteye uzanıyorsa, kıta sahanlığı deniz altındaki uzantının gittiği yere kadar sürüyor. Ancak bu sınır toplamda 350 mili geçemiyor. Ve söz konusu devlet, kıta sahanlığı içerisindeki doğal kaynakları araştırma ve kullanma hakkına sahip.
Bugüne kadar, ülke sınırlarının birbirine daha yakın olduğu, kıta sahanlıkları ve hatta bazen kara sularının dahi birbirinin üzerine bindiği durumlarda, ülkeler arasında yapılan ikili anlaşmalar, ya da ülkeler üstü uluslar arası anlaşmalarla bu sınırların yeniden belirlenmesinin gereği ortaya çıkmış.
En yakınımızdaki örnek, kuşkusuz Ege Denizi’nde.
1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması Yunanistan ile Türkiye’nin Ege Denizi’ndeki ulusal karasularını 3’er mil olarak saptadı. Ancak Yunanistan’ın 1930’lu yılların ortasında ulusal karasularını 6 mile çıkarmasının ardından, Türkiye de 1964 yılında kabul edilen Karasuları Kanunu ile karasularının genişliğini 6 mil olarak belirledi. Ancak ‘karşılıklılık ilkesi’nin de benimsendiği kanunda Türkiye, ulusal karasuları sınırını 6 milden fazla belirleyen ülkelere karşı, bu ülkelerin kabul ettiği sınırı uygulayacağını ortaya koydu. (Örneğin Türkiye’nin Ege Denizi’ndeki karasuları 6 mil olarak saptanmışken, Akdeniz ve Karadeniz’de genişlik 12 mildir.)
1982 yılında imzalanan 3. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, ulusal karasuları sınırını azami 12 mil olarak saptadıktan sonra Yunanistan’ın bunu kıstas alarak Ege’deki karasularını 12 mile çıkarma gayreti, iki ülke arasında ciddi bir ihtilafı da ortaya çıkardı. Türkiye, Yunanistan’ın karasularını 12 deniz miline çıkarması halinde, bunu ‘casus belli’, yani savaş nedeni sayacağını açıkça ilan etti.
Yunanistan ile Türkiye arasındaki kıta sahanlığı sorunu ise bölgede taraflarca başlatılan petrol arama çalışmalarıyla gündeme geldi.
Önce Yunanistan,1960’lı yılların başında Ege Denizi’nin batı ve kuzeyinde bu yönde faaliyetlere girişti, sonrasında bu faaliyetlerini doğuya doğru kaydırmaya başladı.
1973 yılında ise Türkiye, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na, Ege Kıta Sahanlığı’nda petrol arama ruhsatı verdi. Ve böylelikle iki ülke arasındaki kıta sahanlığı tartışması da başlamış oldu.
Yunanistan’ın Ege Denizi’nde 3 bine yakın ada ya da adacığı var ve Yunanistan, ülkenin egemenliğinin ayrılmaz bir parçası olması nedeniyle, bu adaların da 12 millik karasuları sınırına sahip olduğu iddiasında. (1982 tarihli BM Sözleşmesi’ne dayanarak.)
Ancak Türkiye, bu adaların kıta sahanlığına sahip olamayacağı tezinden hareketle, Yunanistan’ın öngördüğü kıta sahanlığı genişliğini kabul etmiyor.
Konuyu gündemine alan uluslar arası konferanslar, çözümü iki ülkenin kendi aralarında varacakları uzlaşıya bıraktı, ancak Yunanistan ve Türkiye bu konuyu kendi aralarında çözebilmiş değil.
Falkland Adaları, Arjantin ve İngiltere arasında; Manş Denizi’ndeki Guernsey ve Jersey Takımadaları Fransa ile İngiltere arasında; Baltık Denizi'ndeki Gotland Adası da İsveç ile Sovyetler Birliği arasında deniz sınırı sorununa neden olmuş yerler arasında.
Sovyetler Birliği ile Arjantin kendi örneklerinde, adaların kıta sahanlığının olamayacağını savunmuştu. Tıpkı Türkiye’nin Ege Denizi’nde yaptığı gibi!
Türkiye ve KKTC heyetleri bu hafta önce Ankara’da, ardından da Lefkoşa’da yaptıkları toplantılar sonucunda, Rumların fiilen sondaja başlaması halinde, Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması imzalanması ve bunu takiben KKTC’nin TPAO’ya (Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı) ada etrafında petrol ve doğal gaz arama ruhsatı vermesi karara bağlandı.
Karara ilişkin açıklama, ‘ada etrafında’ şeklinde, ancak içerik kamuoyuyla paylaşılmadığından, TPAO’ya yetki verilecek bölge neresi, tam anlamıyla net değil.
Gerçekten ‘ada’ etrafından bahsediliyorsa, o zaman Kıbrıs Cumhuriyeti sınırlarından da bahsediliyor demektir ki KKTC devletinin (yasal bir oluşum olduğunu varsaysak bile) böyle bir yetkisi yoktur. Ha yok eğer kastedilen KKTC karasuları ya da kıta sahanlığıysa, o zaman da bu anlaşma tam anlamıyla siyasi bir şovdur. Çünkü ODTÜ Uluslar arası İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi Hayriye Kahveci’nin verdiği bilgiye göre, Türkiye’nin söz konusu bölgede hâlihazırda petrol arama yetkisi vardır; hem İskenderun açıklarında 1970’li yıllardan bu yana çalışma yapılıyor, hem de Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na Karpaz açıklarında doğal kaynak arama ruhsatı verilmiş.
Yani Türkiye’nin bu alanda arama yapmak için KKTC’nin vereceği yetkiye falan ihtiyacı yok. Ancak yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, imzalanacağı yönünde açıklamalarda bulunulan Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması ve TPAO’ya verilecek yetkinin detaylarını bilmiyoruz, onu beklemek lazım.
Ege Denizi’ndeki adaların kıta sahanlığı olamayacağını iddia eden Türkiye, KKTC ile vardığı bu anlaşma ile Kıbrıs Adası’nın kıta sahanlığının bulunduğunu kabul etmiş mi oluyor?
Ve eğer adanın kıta sahanlığı kabul ediliyorsa, o halde Türkiye’nin kıta sahanlığı nerede sona eriyor?
Dünyadaki örneklerinde var olduğu üzere iki ülke kıta sahanlıkları arasında, genişlikler dikkate alınarak doğal bir çizgi oluşacaksa, Türkiye’nin iddia edildiği üzere Baf ya da Limasol açıklarında nasıl oluyor da yasal hakları bulunuyor?