“KIYAMET TOHUMLARI”

Tamer Öncül

Geç gelen yağmurların ardından doğa, yeşillerini giymiş bizi çağırıyor…

Güneşin bulutların ardından sıyrılıp, içimizi ısıttığı günlerde işi gücü bırakıp; doğaya koşmak, hafif çiyli otlar arasında dolanıp; ciğerlerimizi temiz havayla doldurmak, ruh sağlığımız kadar vücut sağlığımız açısından da yararlı…

Doğaya çıkmışken, onun bize (ona hor davranmamamız dışında) hiçbir karşılık beklemeden sunduğu GDO’suz ürünler de toplayabiliriz…

Şanslıysanız birkaç mantar, turşuluk mangallo, gömeç, cınnara, ayrelli, yumurtaotu…

Marketlerde, ne idüğü belirsiz ürünleri, (hem de ateş pahasına) almak için harcayacağımız zamanı; kırlarda dolaşmaya ayırsak daha iyi olmaz mı?

Çocuklarımızı, yarış atı gibi dersten derse taşıyacağımıza; onlara bir asgari ücreti aşan (özelliklerinin ancak yüzde birini kullandıkları) “akılsız telefonlar” alıp; sanal ortama terk edeceğimize; onları doğayla tanıştırsak daha hayırlı bir iş yapmış olmaz mıyız?

Çoğumuz, günlük koşuşturmacanın burgacında, bize verilen/dayatılan yaşam biçiminden; önümüze sunulan “yapay gündemlerden” (ve gıdalardan) uzak durmayı başaramıyoruz bir türlü…

ÇÜŞ (Çok Ülkeli Şirketler)’in çıkarları doğrultusunda dünyayı (ekonomik, kültürel, siyasal, ve hatta gıdasal bazda) bozduğu gerçeğini unutmamız için çevirdiği senaryolar o kadar “cicili bicili” ki; onların büyüsüne kapılıp ruhsuz robotlar gibi yaşadığımızı da unutuyoruz…

Son yıllarda moda olan bir sözcük var: “Daha bunlar iyi günlerimiz!”… Geleceğin daha kötü günler getireceği düşüncesinden hareketle söylenen bir “avuntu” tümcesi bu…

Çaresizce, gelecek kötü günleri bekleyen “sürü/kitleler”in avuntusu…

Evet, ÇÜŞ’lerin, gelecek yıllar için çok daha kötü senaryolar tezgahladığı sır değil… Örneğin, Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci F. William Engdahl, tarım sektörünü elinde tutan GDO devlerinin bizim bilmediğimiz bir şeyler bildiklerini iddia ediyor.

2008 yılının Mart ayında, Norveç’in kuzeyindeki Spitsbergen adasında “Svalbard Küresel Tohum Deposu” adı verilen bir ambar kurulduğunu; donmuş bir dağın 130 metre altına inşa edilen ambarda şu anda dünyanın dört bir yanından yaklaşık 3 milyon farklı tohum özel ambalajlarda saklandığını Engdahl’ın yazdığı bir makaleden öğreniyoruz.

Kuzey Kutbu’na 1100 kilometre uzaklıkta olan buzdağı ambarında bazı dayanıklı tohumlar 1000 yıl kadar bozulmadan kalabilecek. Her türlü nükleer saldırıya, patlamaya ve depreme dayanıklı olan bu tohum deposuna ‘kıyamet tohum deposu’ da deniyor. Dünya üzerindeki tüm tohum çeşitlerini bir araya getirmeyi hedefleyen ambarın amacı, gelecekte dünyanın başına gelebilecek nükleer savaş, meteor düşmesi veya iklim değişimi gibi bir felaket durumunda, tohum çeşitliliğinin korunmasını sağlamak.

“Buraya kadar her şey gayet iyi niyetli görünüyor.” diyen Engdahl, tarım sektörünü ellerinde tutan GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) devlerinin bizim bilmediğimiz bir şeyler bildiklerini düşünüyor. Spitsbergen’in buzlaşmış kayalıklarının altında ‘dünyayı ekonomik ve genetik olarak ele geçirme’ planlarının yattığını iddia eden Engdahl’la yapılan bir söyleşide aktardığı şu bilgiler, geleceğimizi biçimlendirmeye çalışan ÇÜŞ’lere karşı direnişin ne kadar önemli ve acil olduğunu hatırlatıyor:

“Öncelikle, bu ambarın Global Crop Diversity Trust (GCDT- Küresel Hasat Çeşitliliği Örgütü) aracılığıyla işletildiğini söylemeliyim. Nisan 2009 rakamlarına göre 123 milyon dolarlık bir finansmanları var. Roma’da kurulan bu örgütün başında Kanadalı Margaret Catley-Carlson bulunuyor. 1998’e dek NewYork merkezli Nüfus Konseyi’nin de (Population Council) başkanıydı. Bu konsey John D. Rockefeller’ın nüfus populasyonunu düşürmek amacıyla 1952’de kurduğu, aile planlaması adı altında gelişmekte olan ülkelerde kısırlaştırma çalışmaları yürüten bir konsey. Diğer GCDT üyeleri arasında Hollywood DreamWorks Animation’a başkanlık eden Lewis Coleman da var. Coleman ABD’nin en büyük Pentagon anlaşmalı askeri endüstri şirketi olan Northrup Grumman Corporation’ın da kurul başkanıydı. Örgütün finansörleri ise; geçen yıl şirketin aktif yönetiminden çekilerek kurduğu Bill-Melinda Gates Vakfı aracılığıyla kendini Asya ve Afrika’daki çiftçilere yardıma adayacağını beyan eden Microsoft’un kurucusu Bill Gates! Dünyanın en büyük patentli GDO tohum ve tarım kimyasalları devi ABD’li DuPont/Pioneer Hi-Bred! Yine bir ABD’li GDO devi Monsanto! İsviçre menşeli GDO tohum ve tarım kimyasalları şirketi Syngenta! 1970’lerde 100 milyon dolarlık bir kaynakla ‘Yeşil Devrim’ diye bilinen tohumda gen devrimini başlatan ve tarımsal değişim ile ideal genetik saflığı sağlama çalışmalarını yürütmek üzere dünyanın en büyük vakıflarından birini kuran petrol devi Rockefeller! ABD, İngiltere, Norveç, Almanya, İsviçre ve Kanada’dan da devlet fonları aktarılıyor. Yani özetle, GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) tohumları az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere yayarak tarlalardan orijinal tohumların kökünü kazıyan şirketler, şimdi dünya üzerindeki tüm orijinal tohumları olası bir kıyamet günü için kutuplarda buzdan bir adaya saklıyor. Dünyanın pek çok ülkesinde ‘zaten var olan’ tohum depolarına ne gibi bir felaket gelecektir ki, Svalbard’a muhtaç kalınacaktır?

Bunu anlamak için yalnızca 2003 Amerikan bombardımanından sonraki Irak’a bakmak yeterli. Irak medeniyetlerin beşiği ve binlerce yıl önce buğday tarımının doğduğu yerdir. Ebu Garib’de yüzlerce yılda geliştirilen buğday tohumu çeşitlerinin yer aldığı bir tohum bankası bulunuyordu. Amerikan bombardımanından sonra tohum mahzeni tarihe karıştı. Artık kimse o tohumların nerede olduğunu bilmiyor.

(…) Rockefeller Vakfı’nın ve zengin finans kurumlarının 1920’lerden beri genetik olarak üstün ırk yaratmayı meşrulaştırmak için kullandıkları öjenik bilimi daha sonradan genetik mühendisliği olarak değiştirilmiştir. Hitler ve Naziler buna ari üstün ırk diyorlardı. Hitler’in öjenik çalışmaları da bugün Svalbard’a milyonlarca dolar akıtan Rockefeller Vakfı tarafından finanse edilmişti. (…) daha da kötüsü. Rockefeller, Carnegie, Harriman ve diğer zengin elit aileler tarafından fonlanan öjenik (üstün ırk yaratma) lobisinin 1920’den beri biricik amacı ‘negatif öjenik’tir. ‘Negatif Öjenik’ istenmeyen soyların sistemli bir şekilde yok edilmesidir.”

(Söyleşinin tümünü okumak isteyenler;”Ürün Diler / Aktüel/ söyleşiler” yazarak google’dan bulabilirler.)