“Evren
Küçük bir okyanusmuş meğer
Kıyısında yelkenli batan” der Ahmet Telli...
***
Yeni bir seneye, çığ altında kalmış bir evladın acısıyla başladık; onun dünyaya meydan okuduğu cesaretini, iddiasını ve kararlılığını yüreklerimize kazıyarak…
Çığ çığlık oldu, sözcükler boğazlarımızda düğüm düğüm, bir yurt birlikte duyumsadı acıyı…
Kederde ortaklaşıyoruz sevinçte olmasa bile…
***
Etiyopya’dan gelen gencecik bir insan, iş kazası ya da cinayetiyle yitirdi yaşamını ve en az ölümü kadar dramatik bir başka hakikatle irkildik.
Üniversite öğrencisiydi ve cesedi morgda kaldı; arkadaşları, cenazeyi ülkesine göndermek için kampanya yaptı, aralarında para topladı.
Ölüm tam da kalleş oldu buralarda…
***
Çürüdüğümüz gölgelerin himayesinde yiterken, gölgelerimizle birlikte kayboluyor suretlerimiz…
Toprağın tozunda boğuluyoruz, ömrün mavisinde kırılıyor kanatlarımız ve göğe hasretlikler büyütüyoruz.
Kendi gövdesine yabancı bir dal gibi savruluyoruz.
***
Çok ağır hasta bu ülke…
Yetim...
Yaralı...
Çığlık çığlığa susmuş bu ülke!
Köklerini çiğnetmiş...
Yalanı gerçek diye yaşamış…
Kanıyor bu ülke halen...
Kalbi kırık…
Tutunacak yer arıyor…
Kendini kandırıyor…
Acıyor içi…
***
Bir söz var, şimdi çok daha iyi kavrıyorum önemini... Alman şair Rainer Maria Rilk’in sözü... “Kuşlar uçtukça genişliyor gökyüzü...”
Kafeslere sığdırılmış kimlikleriyle yitiyor bu ülke… Kuş tüyü yastıklara uzanıyor, hapsedildiği kafeslerde... Kendi yurdunda göçmen, kendi göğünde tutsak, kendi göğsünde çaresiz...
***
Yarım düşler arıyoruz.
Yırtık sevinçler…
Ütopyasını yitirmiş patikalarda kırık hayaller topluyoruz yerlerden...
Bir adanın kıyısında, birkaç kuşak içimiz sızlıyor...
***
Çığ düştü, çığlıklar duyuldu. Uzaklara yakın oldu yürek sızısı, yakınlara uzak… Bir evlat, dünyanın zirvesinden meydan okudu dünyaya… Bir evlat dünyanın dışına kayboldu… Soğudu insan vücudu, bedeni, yüreği, soluğu…
“Evren
Küçük bir okyanusmuş meğer
Kıyısında yelkenli batan…”