KKTC BİR ORFO YAVRUSU MU?

Onur Olguner

Doğu Akdeniz Üniversitesi'nde yarı zamanlı ders vermeye başladığım günden beridir Lefkoşa-Mağusa arasındaki yolu her gittiğimde, bu yolculuk bana büyük bir kayıp olarak gelir. Bu bir buçuk saatlik kayıp süreyi kazanmak için iki yıl önce bir şeyler bulmaya çalıştım. İnternette felsefe ile ilgili podcast yayını yapan “Philosophise This!” ile tanışmam bu şekilde oldu.

Sokrates ile başlayan bu yayın 20’şer dakikalık bölümlerden oluşuyor. İki yılda dinlediğim 120 adet bölümde felsefe konusunda bu yolu benim için epey aydınlattı.

Geçtiğimiz hafta yayınlanan 121’inci bölümde devlet, ceza sisteminin evrimi ve Michel Faucoult’yu ele alıyordu. Çok ilginç bir bölüm olsa da beni düşündüren esas konu, daha önceki bölümlerde de değinilen Thomas Hobbes ve Leviathan oldu.

Thomas Hobbes’ın 1668’de yazdığı Leviathan isimli kitap özünde devleti tanımlıyor. Tanımlarken de seçtiği varlık Yahudi inancında bulunan devasa boyutlardaki deniz canavarı Leviathan. Devleti bu büyük varlığa benzetir Hobbes. Toplumun ortak çıkarlarını ve devleti temsil eder bu canavar. Ve insanların, zümrelerin veya çıkar gruplarının çıkarları bu dev canavarın yanında pire kadar kalır haliyle.

Hobbes kitabında doğduğumuz günden itibaren bir sosyal kontrat imzaladığımızı söylüyor. Bu sosyal kontratta devletin ve kamu çıkarının faydası için yazılmış yasalara uyduğumuzu kabul ediyoruz. Devlet vergi alıyor, yani vatandaşının kazancından pay alıyor. Bu verginin karşısında ise sağlık, güvenlik, ulaşım, eğitim, ve bunun gibi sosyal güvenceler sunuyor. Sosyal kontratın varlığının anlamı bu yani.

17’inci yüzyılda Hobbes’ın Leviathan örneği ile tanımladığı devlet ile bizim KKTC’mizin aynı nitelikte olmadığını maalesef aşikar. Çünkü ülkemize baktığımızda sosyal kontratımızın pek bir sosyal güvence kapsamadığını görüyoruz:

  • Sağlık sistemimiz yıllardır çökmüş durumda. Küçücük bir operasyonda bile özel hastaneye gitmemeniz hayatınıza mal olabiliyor.
  • Ulaşım sistemimiz tam anlamıyla devletin dolandırıcılığı olarak tanımlanabilir. Normalde devletin görevi aldığı seyrüsefer ve yol vergilerini toplu taşıma için kullanmakken bu konuda yıllardır hiçbir adım atılmıyor.
  • Başkent belediyemiz başta olmak üzere birçok belediyemiz vergileri sadece maaş ödemek ve hiçbir beledi hizmet sunmadan gemiyi yüzdürmek için kullanıyor.
  • Eğitim sistemimiz durumu ortada. Kamu okullarındaki eğitim ciddi anlamda sıkıntılar yaşıyor.

Yani Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kendi vatandaşları ile imzaladığı ‘sosyal kontrata’ uymuyor. Aldığı vergilerin karşılığında vermeye söz verdiği sosyal hizmetleri ihmal ediyor ve sosyal kontratı bozuyor.

Dahası adil olmak, yasa ve kurallarını herkese eşit uygulamak  konusunda ülkemiz bir deniz canavarı olmaktan çok, henüz yeni doğmuş parmak büyüklüğümdeki bir orfo yavrusunu anımsatıyor.

Başta siyasetçiler, kamu idari personeli ve bazı güçlü iş adamları olmak üzere toplumun büyük bir kısmı bu ülkenin kural ve yasalarını ardı ardına çiğniyor. Bu yasaları çiğnediği için Leviathan kadar büyük olması gereken devlet iradesi karşısında sorumlu tutulmuyorlar.

Kıbrıs Sorununda bir açılım olacağı ile ilgili umudunu yıllar önce kaybetmiş bir genç olarak, artık Kıbrıs Sorunun çözülmesini beklemek gibi bir lüksümüz olmadığına inanıyorum.

Ya parmak kadar orfo yavrusu haline gelmiş bu devleti büyütüp sosyal hizmet veren bir Leviathan’a çevireceğiz ya da bu sosyal kontratı yırtıp atacağız. Ardından da kendimizi yönetemediğimizi kabul ederek güneydeki veya kuzeydeki deniz aşırı devlete bağlanmayı talep edeceğiz.

Önümüzdeki gerçekçi seçenekler bunlardır. Ve sormamız gereken soru ise çok basittir: BİZ KIBRISLI TÜRKLER KENDİMİZİ YÖNETEBİLİR MİYİZ?