Bu güne kadar UBP’nin dünyayı okuma konusunda, Kıbrıs sorununa bakışı noktasında çok net bir algı sorunu vardı, bunu hükümet ettikleri dönemde yaşadık.
Hala eskilerden kalmış sözler, kalıplaşmış statik klişe siyasetlerin ürünü sloganlar bu iki partinin penceresi olmaya devam ediyordu.
Deyim yerindeyse değişmeyen-değişemeyen bir sağ cenah var karşımızda! Ersin Tatar’la bu değişir mi, değişmez.
Hala Denktaş döneminden kalma kalıplaşmış cümlelerle 2018’in Kıbrıs sorununa ilişkin cümleler kurmaya çalışıyorlar.
Eskimiş, tutmamış, sonuç vermemiş bir tekrarı her kriz döneminde ısıtıp önümüze koymaktan haz duyuyorlar.
Savaş kırıntısı siyasetleri, korku, güvensizlik içe kapanmışlığı daha da körüklemekten başka işe yaramıyor.
Bu güne kadar söyledikleri en büyük yalanı, “KKTC bağımsız bir devlettir” yalanını ısrarla ‘siyasi bir alternatif’ olarak ileri sürmekten sıkılmıyorlar.
Üstelik Türkiye bile bunu dillendirmekten vazgeçmişken…
Hatırlayın, ne demişti Türkiye’yi yönetenler bir süre önce, “KKTC Fransa değildir”
Hal böyle olunca da merkez sağdaki pozisyonlarını artık terk ederek daha sağa, sağın da sağına kaymaktan başka çareleri kalmıyor. Yani radikalleşiyorlar…
Müzakere süreci resmen bitti denmese de bittikten sonra bundan sonra KKTC’nin bağımsızlığını filan konuşmayacağımız çok aşikar.
Zaten sürecin her krize girdiği dönemlerde dönemin UBP liderliği eliyle başlatılan ilhak tartışmalarının alevlenmesinden bunu çok rahat görebilirsiniz.
Zira liderler her gerildiğini patlak veren ‘ilhak’ söylemleri tesadüf olamaz.
Eğer KKTC denen yapı “bağımsız” bir devlet olsaydı ve gerçekten tanınma gibi bir gailesi olsaydı; böylesi kriz günlerinde bağımsızlık konuşulur, bu konu tartışılırdı.
Ancak herkesin de görebildiği gibi bağımsızlık yerine ilhak gündeme geliyor ki; bu da bir rastlantı olamaz elbette…
Gelinen aşamada Türkiye’nin Kıbrıs’ta yeni bir devlete hazır olmadığını okumak zor değil.
Zira masanın kurulu olduğu günlerde Akıncı eliyle getirilen 4 özgürlük konusu, garantilerden asla taviz verilemez tavrı ve o dönemde müzakereleri kırılma noktasına taşımaya başlayan gidişat Türkiye’nin ta o günlerde bile yeni bir devlet kurmaya yakın olmadığını gösteriyor.
Bunu yeni olası müzakere süreci ihtimali öncesinde de görüyoruz.
Çokça şikayet, çokça bıkkınlık hali.
Elbette ‘Rum tarafında her şey tamamdır’ demiyorum.
Güney de çözüme hazır bir tavır sergilemiyor.
Hatta bunu en başından beri çok net gösteriyor.
Ancak bizi ilgilendiren kuzeyin tavrıdır, kuzeyin duruşudur.
Aslında çözümü isteyen, federal birleşmeyi savunan ancak Kıbrıs Türk halkının bağımsızlığını, milli değerlerini de önemseyen duruş merkez sağa yaslanan bir siyasettir ve bu alanda siyaset boş bırakılmamalıdır.
Çünkü UBP artık o alanda yoktur!
Bunu eleştirmek, ya da kötü göstermek için söylemiyorum.. Peki çözüm cephesi?
Savaş-çatışma tamtamları, müzakerelerdeki kopuş ve yaşananlar tabii ki kaygılandırıyor herkesi…
Ama en çok da federalistleri…
Kaygı içindeki federalistlerin yeni bir çıkış yapması gerektiğine inanıyorum.
Barışa yürünen yol çökmüşse eğer, başka yollar/ yöntemler bulmak lazım şimdi.
Evet gidişat olumlu değil, çok kötü günlerden geçiyoruz.
Ancak barış mücadelesi hiç bitmez.
Ve o adımı atmanın tam zamanıdır.
KKTC Fransa değil evet ama Fransa olma mücadelemizden bizi kimse alıkoyamaz!
Yoksa tepeden tırnağa yolsuzluk bizi bitirecek
Her yerde yolsuzluk' başlığını atmıştır bir gazete geçenlerde.
Daireler, kooperatifler, kurumlar…
Hemen hemen bütün yolsuzluk haberlerinde ortak nokta var!
Zimmetine para geçirme!
Daha açıkçası çalışanlar devletin parasını cebe indiriyor.
Peki ama neden?
Neden bir insan- ki bu insan kamu görevlisi; devlete ait parayı zimmetine geçirir ki?
Kamu görevlileri özel sektör çalışanlarına göre çok daha iyi maaşlara çalışır, hepinizin malumu…
Çok daha iyi çalışma koşullarına sahip böylesi bir çalışma grubunda yer alan insanlar neden bu tarz bir yola başvurabiliyor?
Sistemin dayattığı daha fazla para kazanma hırsı, insanların gözlerini kör etmiş adeta…
Bu kokuşmuş düzende artık zamanla fazlalaşan bu vakalara özel olarak eğilmek gerekiyor.
Yoksa tepeden tırnağa yolsuzluk bizi bitirecek.
Balığın başı da kokarsa…
Diğer yazından alıntıyla devam edelim…
Kimi kamu görevlileri neden yasaları ihlal ederek kamuya ait paraları zimmetine geçiriyor?
Olayın bir de “balık başı” tarafı var elbette…
Bir soru sorarak duruma izahat getireyim: Başbakan dahil üst kademe yöneticileri hukuka ne kadar saygılı?
Devlete ait arazileri oğluna ait şirkete devreden bir bakan vardı bu ülkede!
Trafik cezalarını sildiren bir başbakan!
Aldığı her kritik karar yargıdan dönen bir hükümet var!
Elbette çalışanları da yolsuzluğa başvuracak, hakkı (!) değil mi?
Balık başı ‘geberik’ koktuğuna göre, balığın kıçının kokusunu da çok da şey etmemek lazım!
Gençler kaçıyor/kaçacak!
E bir bakmışsınız herkes doktoralı olmuş!
Düşünün, hem işsiz hem doktoralısınız!
Ne yaparsınız?
Ben kaçarım! Hem de hiç düşünmeden!
Hiç yuva kurmadan!
Yapılan da budur dostlar…
Gençler artık umutsuzdur ve ülkeyi tek tek terk etmektedir.
Ve bu da paçalarımızdan dökülen plansızlığımızın ürünüdür.
Eğer iktidardaki partilerin “has adamı” değilseniz, ya da bir siyasinin birinci dereceden yakını değilseniz eğer; size “azla” geçinmek ya da terk etmek düşüyor.
Ve birçok genç de bunu yapıyor. Terk ediyor!
Durum tam da budur.
Yarattığımız bu çirkef yapı ‘sizden olmayan’ gençlerinizi umutsuzluğa ve göçe zorlamaktadır.
‘Sizden olanlar’ da bu lağım sisteminin keyfini sürmektedir.
Gerisi fasa fisodur.