Gelişmeyi hedeflemiş tüm ülkelerde eğitimde köklü bir reform süreci yaşanmış veya yaşanmaktadır. Bugün gelişmiş ülkeler diye tanımladıklarımız; bu reformların gerekliliği çok önceden fark etmiş ve sürekli kendini geliştiren bir eğitim sistemi kurabilmeyi başaran ülkelerdir. ABD, Kanada, Kuzey Kore, Kuzey Avrupa ülkelerinin tamamı, Yeni Zelanda, Avustralya ve son yıllarda da Çin bu ülkelerin en önemli örnekleri arasındadır.
Ülkemizde ise hükümetlerin değişimi ile 2005 yılında başlatılan köklü değişiklik çalışmaları 2009 yılında ciddi anlamda sekteye uğramış, 2013 yılından sonraki dönemde ise gerekli dönüşüm hızını bir türlü yakalayamamıştır.
UNESCO’nun 1998 yılında yayımladığı raporunda öğretmenlerin; “genç insanların geleceği güvenle karşılaması ve geleceği amaç ve sorumluluk ile inşa etmesi açısından hayati rollere sahiptir” ifadesi yer almıştır. Bu ifade öğretmenlik mesleğinin önemini başka söze gerek bırakmayacak biçimde ortaya koymaktadır. Gerçekten de değişen toplumsal yapılar, ekonomideki dönüşüm ve eğitim sitemi teminde yapılan reformlar sonrasında, öğretmenlere atfedilen rol ve sorumlulukları değişime zorlamıştır. Öğretmenleri etkileyen değişim o derece güçlüdür ki öğretmenlik, her geçen gün geleneksel olarak bilinen biçiminden uzaklaşmaktadır. Önemli olan bu uzaklaşmayı fark edip gerekli dönüşüm için harekete geçmeyi başarmaktır…
Dünya Bankası Raporu, UNESCO’nun Dünya Eğitim Raporu gibi uluslararası anlamda yapılan değerlendirme çalışmalarında birçok ülkede öğretmelerin ciddi anlamda mutsuz oldukları, umutsuzluğa kapıldıkları ve cesaretle-rinin kırıldığı görülmektedir. KKTC’de de durum yukarıda anlatılandan farklı değildir. Dahası bizde yaşanan olgular çok daha ciddi boyutlardadır. Bugün üniversitelerimizin eğitim fakültelerinde yapılan birçok yüksek lisans ve doktora çalışmasının tez konusu “öğretmen” odaklıdır ve aşağı yukarı ortak bulgulara sahiptir… Bu bulgular; ülkemizdeki öğretmenlerin motivasyonu gittikçe azalmakta, mesleğe girişten çok kısa bir süre sonra tükenmişlik yaşamakta ve mesleki rollerinde düşük özgüvenle çalıştıklarını göstermektedir. Bütün bunlara bir de kendini yenileyememiş sendikal yapılaşma eklenince öğretmen meslek statüsünün erozyona uğraması kaçınılmaz olmaktadır.
Oysa kaliteli eğitimin en önemli koşulu nitelikli öğretmendir. Birçok uluslararası kuruluş, bu konuda kapsamlı çalışmalar yürütmekte, öğretmen mesleğini, öğretmeninin statüsünü yeniden tanımlama yoluna gitmektedir…
Bu yeniden tamamlamada 21. Yüzyıl becerileri ve yaklaşımları büyük önem taşımaktadır. Bu yaklaşımların temelinde eğitimin, sadece başarılı olacağı düşünülen “hazır bulunuşu” yüksek olan öğrenciye değil, toplumu oluşturan tüm bireylerle kaliteli eğitimin buluşturulması yatmaktadır. Çünkü hangi çocuğun bilim insanı, hangi çocuğun sanatçı, hangisinin iyi bir sporcu olacağı okul sınavlarında alınan puanla belirlenen bir yapıda değildir… Bu nedenle çağdaş eğitim sistemleri; daha nitelikli öğretmenin, daha fazla eğitim uygulamasının, daha çok eğitime ihtiyaç duyan sosyoekonomik yapısı düşük, dezavantajlı grupta olan işçi ve göçmen aile çocuklarına verilmesi üzerinde durmaktadır… Öğretmenlik mesleğinin statüsün yükseltilmesi işte değişen bu anlayışın kabulüyle başlayacağı aşikardır.
KKTC’de ise öğretmenlik mesleğinin özellikleri hâlâ 19. Yüzyılda kalmıştır denebilir… Çünkü yukarıda anlatılanların bir anlamda karşıtı olarak görülebilecek; iyi imkanları olan, sınavda yüksek not alacağı öngörülen öğrenciler üzerine odaklanılmakta, bu grupların dışındaki öğrencilerin bulunduğu sınıf ve okullarda görev üstlenen öğretmenler ise mutsuzluk, motivasyonsuzluk ve tükenmişlik yaşamaları çok daha büyük oranlara çıkmaktadır.
Eğitim bilimi her ne kadar nitelikli öğretmen ile kaliteli eğitim arasında güçlü bir iliş¬ki olduğunu söylese de, bu unsurun hem üst kademe eğitim yöneticileri hem de politika yapıcılar tarafından ihmal edildiği açıktır. Bu durumu öğretmenlerin; yetiştirilmesi, istihdamı, hizmet içi eğitimi, denetimi, sınıf içi uygulamaları kadar önemli olan sınıf dışı uygulamalarındaki becerisi gibi birçok olguyu çağın ihtiyaçlarına göre dönüştürmedeki eksikliklerimizde görüyoruz…
Ya değişim ve dönüşümü kendimizden başlayarak gerçekleştireceğiz, ya da mutsuzluğumuza mutsuzluk katıp tükeneceğiz…
------------------------------------------------------------------------
Aklınızda Bulunsun
Barış İstiyoruz… Hemen Şimdi İstiyoruz…
Bu sayfayı hazırlamaya başladığım sırada Ankara’da büyük bir insanlık dramı yaşandığı bilgileri yağmaya başladı. Kayıtsız kalmam mümkün değildi… Çünkü söz uçar, yazı kalır… Tıpkı zihnimizdeki barış istencinin hep kaldığı gibi… Hem ülkemize hem de tüm dünyaya barışın mutlaka geleceğine olan inancımız gibi… Barış gelecek, üstelik inadına gelecek…
Ve insanlığın ama özellikle Türkiye Halkının iyi düşünmesi gerekmektedir. Yaşanan bu acılar ne için yaşanmıştır? Üzerinde “sadece barış istiyoruz” yazan pankartlar yararlıların sedyesi olduğu, o büyük insanlık dramından geriye kalanın “BARIŞ Hemen Şimdi” mesajları olduğu artık fark edilmeli… Ve artık doğru ve insanca yaşamak adına kararlar verilmeli…
Barış istiyoruz… Hem de hemen şimdi istiyoruz… İnadına istiyoruz…
--------------------------------------------------------------
Biliyor muydunuz?
Hayat Bir Sınav Mıdır? Hayır Değildir…
Kuşkusuz, yaşantımız boyunca önemli ya da önemsiz birçok sınavla karşılaştık. Ancak bilim insanlarına göre, önemli olanın sınavlardaki başarınızdan çok o sınavlardaki sorulara verdiğimiz yanıtların ne olduğudur. Bilim insanları, J.J. Rousseau’nun "soru sormak zannedildiği kadar kolay bir hüner değildir” tespitine vurgu yaparak çoğu zaman bir sınavda başarısız olan kişilerin o soruları hazırlayanlardan daha zeki olabileceğini belirtmektedirler…
Öte yandan sahip olduğumuz zeka alanlarının gelişme dönemi olan çocukluk ve ilk gençlik yıllarında gereğinden fazla ve sadece ansiklopedik bilgi olarak ders çalışmanın insanın zihinsel gelişimini ve yaratıcılığını ortadan kalkmaktadır. Prof. Dr. Ali Nesin’e göre okul, etüd, test, ders, dershane derken öğrencilerin haftanın bir günü bile tatil yapmadan çalıştığını, “yöneticiler, çocuklarımız kadar çalışmamızı isteseler ülkede isyan çıkarmaya varan karşı duruşların olabileceğini” belirtiyor.
Oysa çocuklarımızın sesi bile çıkmıyor… Değil mi?