KKTC’de Statüko Nedir ve Nasıl Bertaraf Edilir?

Cemal Mert: Yıllardır statükoya karşı mücadele ettiğimizi savunuyoruz. Herkes statükoya karşı olduğunu söylüyor. 2000’li yılların başından beridir statükonun sürdürülemez olduğu da herkesin dilinde ama...

Cemal Mert

mertcemal@kibrisonline.com

 

 

Yıllardır statükoya karşı mücadele ettiğimizi savunuyoruz. Herkes statükoya karşı olduğunu söylüyor. 2000’li yılların başından beridir statükonun sürdürülemez olduğu da herkesin dilinde ama gerek iç dinamiklerin gerekse dış dinamiklerin statükonun dönüştürülmesi ya da aşılması yönündeki etkileri gündeme gelince çoğunlukla statükoya sarılıp katı statükocular hâline dönüşüveriyoruz. Toplum olarak statükodan bu kadar çok şikâyet edip de değişim karşısında bu kadar ürkek, çekingen ve tutucu olmamızın elbette farklı sebepleri vardır. Ancak hiçbir gerekçe bizi, Kıbrıslı Türkleri toplumsal yok oluşa götürecek olan bu statükoyu savunur pozisyona itmemelidir. Dayatma mali tedbirlere, TC–KKTC protokollerine karşı çıkarken alacağımız tutumlar statükonun yeniden üretilmesine değil aşılmasına hizmet etmelidir. Önce statükoyu ve onun bileşenlerini anlamaya çalışalım:

A.   Coğrafya ve Devlet: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, 1974 Türkiye askeri müdahalesi sonucunda kontrol altına alınan Kıbrıs’ın %37’lik bir bölümünde hüküm sürmektedir. BM Güvenlik Konseyi kararları ile tanınması yasaklanmıştır. Uluslararası hukukta ya yok sayılmakta ya da Türkiye Cumhuriyeti’nin alt yönetimi olarak tanımlanmaktadır.

B.   Mülkiyet: Kuzey Kıbrıs’ta 1974 öncesinden Türklere ait olan taşınmaz mal ve topraklar dışındaki mülkler, uluslararası hukuk karşısında sorunludur. Yatırımcılar ve vatandaşlar için güvence yoktur.

C.   Ekonomi: 1974 sonrasında kısmi olarak sağlanabilen uluslararası dış ticaret, 1985’te Özal Hükümeti’nin ekonomik paket dayatmalarının yıkımına ve 1993 sonrasında ABAD kararları ile ambargolara maruz kalmış ve gelişmesi dumura uğramıştır. Bu nedenle küçük sanayi, ticaret ve tarımsal üretim gelişme sağlayamamış aksine daralmıştır. İthalat büyük oranda Türkiye’ye bağımlı hale gelmiştir. İhracat ise cüzi miktarları aşamamıştır. Dış ticaret açığı ve bütçe dengesi, yine Türkiye’ye bağımlı üniversite sektörü, turizm ve Türkiye’nin sağladığı kaynaklar ile kapatılabilmektedir. Ulaşım, pazar, finans, mülkiyet, kredi ve kalite sorunları aşılamadığı için ekonomi sürdürülebilir değildir. Siyasal ve ekonomik nedenlerden ötürü yabancı sermaye yatırımları yok denecek kadar azdır. Sınırlı yabancı sermaye yatırımları Türkiye Cumhuriyeti destekli sermayedir. Genellikle turizm ve kumarhane sektörü ağırlıklıdır. Mobil iletişim şirketleri dışında hatırı sayılır bir yabancı sermaye yatırımı yoktur. Yerel sermayenin devlet desteği almadan yatırım yapma kapasitesi sınırlıdır. Rekabet kabiliyeti ise çok zayıftır.

D.   İstihdam: 1980’li yıllardan itibaren ekonominin yetersizliği nedeniyle kamuya istihdam ağırlık kazanmıştır. Kamuda istihdam cazip ve güvenceli olduğu için siyaset üzerinde aşırı bir kamu istihdam talebi yükü oluşmuştur. Büyüyen bütçe açıkları nedeniyle finansman açığını kapatmak için Türkiye yardımlarına olan bağımlılık artmıştır. Özel sektörde istihdam cazip olmadığı için KKTC vatandaşları kamuda istihdam sağlayamadığı müddetçe kendini işsiz olarak kabul etmiştir. Bu nedenle birçok Kıbrıslı Türk göç etmiştir. Özel sektör iş gücü açığını iç emek piyasasından sağlayamadığı için Türkiye’den ucuz emek temini yönüne gitmiştir. Bu ise büyük sosyal sorunlara yol açmıştır.

E.   Kamu Bankaları ve İşletmeleri: Statükonun sürdürülmesinde ve meşrulaştırılmasında kamuya yapılan istihdamlar ve Rum mallarının dağıtılması yanı sıra en fazla kullanılan araçlar kamu bankaları ve kamu işletmeleridir. UBP hükümetleri yıllar boyunca hiçbir ekonomik akıl ve işletme kuralını dikkate almadan toplum kaynaklarını da heba ederek bu kurumları kullanmıştır. Kamu bankaları yandaşlara geri dönüşü olmayan krediler dağıtarak, kamu işletmeleri de hesapsız istihdam yaparak sistemin devamı için seçmen avlamada kullanılmıştır. Bu aşamada hiçbiri verimli ve sürdürülebilir değildir.

F.   Sosyal Güvenlik Sistemi: 1976 yılında kurulan Sosyal Sigortalar Kurumu, kamu kaynaklarının heba edilmesine, emekçilerin birikimlerinin statükonun finansmanında kullanılmasına, işbilmezliğe, iflasa ve popülizme örnek oluşturan mükemmel bir olgudur.

G.  Sendikalar: Emekçi ve çalışan sınıfların ekonomik, demokratik ve sosyal hakları için mücadele eden sendikalar, zaman içinde büyük oranda kamuda çalışan memur ve işçilerin örgütlendiği birimler hâline dönüştüler. Çalışanların hayat standardının ve özlük haklarının artırılmasına dönük mücadeleler, hükümetlerin popülist uygulamaları ile birleşince kamu bütçe dengesini sağlamak olanaksız hale geldi. Türkiye’ye bağımlılık daha da artmış oldu. Statükoya karşı duruş sergileyen sendikalar bile Türkiye’ye mali bağımlılığı artıran bu tip popülist politikalar karşısında sessiz kaldılar. Geçmişten bugüne mali disiplini sağlama çabası güden bazı uygulamalar karşısında en büyük direnişi gösteren sendikal hareket, hâlihazırda verimsizliği, ataleti ve statükonun yeniden üretilmesini ironik olarak tetikleyen bir işlev görmektedir.

H.   Demokrasi, Sivilleşme, Türkiye ile İlişkiler ve Siyasal İrade: Kuzey Kıbrıs’taki siyasal sistem, 1940’lı yıllarda oluşmuş milliyetçi toplum liderliğinin ve 1958’de oluşturulan TMT’nin, 1974 sonrasında evrimleşmesi sonucunda oluşmuş bir yapıdır. Seçimle iş başına gelen sivil hükümetlerin siyasal iradesi sınırlıdır. Örtülü bir askeri tahakküm ve vesayet vardır. Siyasal sistem üzerinde ayrıca Türkiye kaynaklı ciddi bir sivil vesayet de süregelmektedir. Tüm bunlarla bağlantılı olarak Kuzey Kıbrıs’taki siyasal sistem ve bürokrasi, sorun çözme ve iş yapma konularında yetersiz ve yeteneksiz kalmıştır. “İdare-i maslahat” deyimi tam da bu durumu tanımlamaktadır.

I.     Nüfus: KKTC, vatandaşlığı ve nüfusu sorunlu bir devlettir. Ülkede vatandaş sayısına yakın miktarda yabancı nüfus yaşamaktadır. Ayrıca ülkedeki vatandaş sayısından fazla KKTC vatandaşı, yabancı ülkelerde yaşamaktadır. KKTC nüfusu içindeki vatandaşların üçte ikisi aynı zamanda Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşıdır. Vatandaş sayısının üçte birini Türkiye kökenli kişiler, yirmide birini de üçüncü ülke kökenli kişiler oluşturmaktadır. Ülkede öğrenci, asker, asker ailesi, yasal göçmen işçi, yasadışı göçmen işçi, kalifiye elemanlar ve kaçaklar olmak üzere farklı kategorilerde yaşayan insan sayısı vatandaş nüfusa yakın bir miktarı oluşturmaktadır. Bu karmaşık nüfus yapısı büyük sosyo-psikolojik, ekonomik, kültürel kimlik, eğitim, sağlık, güvenlik ve idari alanlarda sorunlara yol açmaktadır. Mikro milliyetçi hezeyanlar ve Türkiyeli–Kıbrıslı ayrımcılığı bu zeminden beslenmektedir.

J.    Sivil Toplum: Ülkede son yıllarda yaşanan gelişmelere karşın sivil toplum halen yeterli etkinlikte değildir. Bunun bir nedeni sivil toplum örgütlerinin kurumsallaşmamış olması ise bir diğer nedeni de devlet idaresi katında sivil toplum örgütlerinin değer bulmamasıdır. Siyaset ve bürokrasi STÖ’leri yönetimdeki paydaşları olarak değil ayak bağı olarak görmektedir.

K.   TC Yardım Heyeti: KKTC’ye yapılan Türkiye yardımlarını koordine etmek amacıyla kurulduğu ifade edilen bu kurum, gerçekte paralel bir devlet gibi örgütlenmiş ve zaman içinde gündelik hayatın her alanına müdahil olmuş bir yapıdır. Türkiye ile Kıbrıslı Türklerin ilişkilerini yaralayan başlıca olgudur.

L.    Kıbrıslı Rumlar: Statükoyu meşrulaştıran ve halkı ehlileştirmekte kullanılan en önemli argüman Kıbrıslı Rumların ötekileştirilmesi, şeytanlaştırılması ve bir tehdit unsuru olarak ortaya konmasıdır. Bunlar politika, eğitim, medya ve resmi tarihle beslenen ve yeniden üretilen olgulardır. Çatışmacı kültür ve düşmanlık psikozu hem Rum toplumu ile ilişkileri hem içte farklı siyasal akımlar arasındaki ilişkileri ve hem de mikro milliyetçilik üzerinden Türkiyeli–Kıbrıslı ilişkilerini zehirlemektedir.

Görüleceği üzere statüko varlığını ve ana motivasyon kaynağını ayrılıkçı–milliyetçi Kıbrıs Türk liderliğinin ideolojik dogmasından almakla birlikte kendini yeniden üretmek ve yaşayabilmek için oldukça geniş sosyo-ekonomik ve siyasal dayanaklar yaratmış bulunmaktadır. Rauf Denktaş ve UBP’nin temsil ettiği ayrılıkçı–milliyetçi toplum liderliği, Kıbrıslı Rumlar karşısındaki azınlık kompleksini ve yok olma endişesini aşmak için Türkiye’yi Kıbrıs’ta bir iç etkene dönüştürerek ayrılıkçı idealini gerçekleştirmiş; aynı zamanda Kıbrıslı Rumlara ait taşınmaz malların talanı ve Türkiye’den sağlanan mali kaynaklar ile de statükoyu sürdürmüştür. Ama heyhat! Statüko Kıbrıslı Türklerin var olma ve gelişme dinamiklerini köreltmiş, toplumu yozlaşma ve erime noktasına taşımıştır. Peki, şimdi statükodan kurtuluş nasıl gerçekleştirilecek? Bu sorunun yanıtını bulmak ancak toplumsal ortak aklı harekete geçirmekle mümkün olacaktır. Bu aşamada Kuzey Kıbrıs’taki hiçbir toplumsal ve siyasal güç tek başına bunu başaramaz. Öncü olacak siyasal güçler, toplumsal ortak aklı organize etmek ve topyekûn bir değişim programını örmekle işe başlamak durumundadırlar. Bu ortak akıl, değişim programına Kıbrıslı Türklerin yanı sıra Türkiye ve Avrupa Birliği’nin katkı ve desteğini de sağlama becerisini gösterebilmelidir. Öncü güçler değişim programını örerken, Kıbrıslı Rumların dönüşümünü de sağlayacak önlemleri üretmek durumundadırlar. Kıbrıslı Rumların dönüşümünü içermeyen bir program her koşulda eksik bir program olur. Açıkçası Kuzey’deki statüko onu var eden Güney’deki statüko süregiderken nihai bir değişim ve dönüşüm yaşayamaz.

Eylül ayı itibarı ile hareketlenecek olan Kıbrıs müzakerelerini de tetikleyici bir imkân olarak değerlendirip toplumsal değişim programını oluşturmak öncü siyasal güçlerin görevidir. Ümit vaat eden önemli bir toplumsal olgu da vardır; o da Annan Plânı gibi somut ve yakın bir proje ortaya çıktığında toplum, statükonun kıçına tekmeyi kolayca vurabilmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri