Deniz Eren
denizeren@yahoo.com
Bu yazı üniversitelerde bilinen ama görmezden gelinen gerçekleri kaleme almak ve dolayısıyla KKTC’de yükseköğretimi doğru zeminde tartışmak için yazılmıştır. Umut ediyorum ki okuyanı, okuduktan sonra da paylaşıp tartışanı çok olur.
Öğrenci Dostu Ada’ymış!
Yakın zamanda Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Yükseköğretim Dairesi “Öğrenci Dostu Ada” diye bir proje duyurmuştu. KKTC’de olmayan şeyler varmış gibi gösterilerek lafazanlık edilir hâlbuki durum söylendiği gibi değildir. Neden öğrenci dostu ada değil? İki örnek vereyim.
1. KKTC’de ilk Covid vakası görüldüğü 2020’nin Mart ayında üniversiteler yüz yüze eğitimi durdurmuş ve hemen akabinde öğrenci yurtları boşaltılmıştı. Öğrenciler zorla yurtlarından çıkarılmış ve birçoğu ülkesine gönderilmişti. Bu süreçte öğrenciler memleketlerine gidebilmek için perişan olmuş ve mağduriyetlerini günlerce sosyal medyada yazmışlardı. Öğrenci dostu ada olduğu iddia edilse de en zor zamanda öğrencilere zerre kadar destek olunmamıştı.
2. Yanlış hatırlamıyorsam yine bu dergide iki özel sayı çıkarılmış ve Afrikalı öğrencilerin adada nasıl sömürüldüğü açıkça gündeme getirilmişti. Taciz, insan ticareti, sömürü, açlık, ırkçılık, fuhuşa zorlama gibi insanlık dışı birçok şeyin yaşandığıyla yüzleşen siyasiler, bürokratlar, üniversite patronları ve yöneticileri “aman bir daha KKTC’ye öğrenci gelmeyecek” diyerek kendi ayağımıza kurşun sıkıldığı yönünde sert tepki göstermişti. Keşke sorunları halı altına süpüreceklerine öğrenci dostu ada bilinciyle davranabilselerdi. Afrikalı öğrenciler başta olmak üzere tüm yurt dışından gelen öğrencilerin yaşadıkları sorunlara çözüm bulsalar daha iyi olmaz mıydı?
Kuzey Kıbrıs’ta ilk üniversite 1979 yılında eğitim faaliyetlerine başladı. O tarihten beri ulaşım, barınma ve öğrencilerin ekonomik olarak yaşamlarını idame edebilmeleri (alışveriş, beslenme vb.) için hükümetler ve üniversiteler ciddi bir girişimde bulunmadı. Öğrencilerin birçoğu sorunlarla baş edemeyip mezun olmadan adayı terk edebiliyor. Türkiye’deki öğrenciler için KKTC üniversiteleri ilk tercih değil yatay geçiş yapabilmek için bir şans ve umut kapısıdır. Fırsatını bulduğu anda düşünmeden gidiveriyorlar. En acısı da üniversiteler, öğrencilerle sadece öğrenim süresince ilgileniyor. Ona da ilgilenmek denirse! Mezuniyet sonrası öğrencilerle bağlar koparılıyor. Kurumsal bellek ve aidiyet önemsenmiyor. Öğrencilerin iş bulmaları ve iyi bir gelecek kurmaları için hiçbir şey yapılmıyor.
Bir akademisyenin yaşadıklarına dair bilmedikleriniz ya da duymaya bile tahammül etmedikleriniz
KKTC’de mimarların, mühendislerin, işçilerin, öğretmenlerin, hemşirelerin, kuaförlerin, esnafın, otelcilerin, avukatların, memurların ve her meslek grubundan insanın bir birliği ve dayanışacağı meslektaşları vardır. Ama üniversitede çalışan bilim emekçilerinin yani akademisyenlerin yok. Neden? Bu, onların dayanışma becerisinin yoksunluğundan mı? Elbette hayır. Akademisyenlerin bir araya gelmesini istemeyen patronlar ve siyasetçiler nedeniyle KKTC’de bu kadar zamandır bilim emekçilerinin özlük hakları konusunda bir adım ilerleme kaydedilmedi ve daha da acısı kimsenin umurunda olmadı bu konu. Sonuç ortada; demokratik anlayıştan oldukça uzak bir yükseköğretim ve iş güvenliği konusunda kaygan bir zemine sahibiz.
KKTC üniversitelerinde görev yapan öğretim üyeleri sadece kendi aralarında konuşabiliyor, iş güvencesi olmadığı için kamuoyunda tek bir yorum yapamıyor. Bu yasasız ve hukukun her gün çiğnendiği ülkede öğretim üyelerinin yıllık sözleşmelerine anında son veriliyor. Hatta üniversite yönetimleri yılsonunu bile beklemeden ara dönemde, istediği anda ve ciddi bir gerekçe göstermeksizin bir akademisyenin işine son verebiliyor. Lakin öğretim üyesi kendi rızasıyla gitmek isterse tazminat ödemek zorunda bırakılıyor. Öğretim üyelerinin yaşadığı mağduriyetin kamuoyu ile paylaşılması ve tartışılmasının zamanı geldi de çoktan geçti bile.
KKTC üniversitelerinde birçok rektör, dekan ve bölüm başkanının öğretim üyelerine sürekli mobbing yaptığını ve bunu engelleyebilecek tek bir mevzuatın olmadığını biliyor musunuz?
Bir öğretim üyesinin dönem içinde 20 saatin üzerinde hatta 30 saate kadar ve 8-9 farklı ders vermek zorunda kaldığını biliyor musunuz? Sınıfların ve grupların birleştirildiğini, tek bir derste 300 öğrenciye ders vermek ve onları değerlendirmek gibi insanüstü çaba gerektiren durumların yaşandığını biliyor musunuz? Bir öğretim üyesinin dönem içinde 700-800 öğrencinin yükünü taşıdığını, onlara ödev verme ya da sınav yapmanın ne demek olduğunu biliyor musunuz? Akademisyenlerin her dönem değişen derslerinin olduğunu, sürekli olarak yeni dersler hazırlamaları gerektiğini ve her dersi herkesin verdiğini, uzmanlaşmanın ayaklar altına alındığını biliyor musunuz?
Öğretim üyelerinin; öğrenci kayıt danışmanlığı, lisansüstü eğitimde gecelere kadar ders verme, yığınlarca master ve doktora öğrencisinin tez danışmanlığı, okullarda sosyal etkinlik düzenleme zorunluluğu, üniversiteyi tanıtma görevi ve akreditasyon çalışmaları gibi değişen ve bir ahtapot olmayı gerektiren görevleri olduğunu biliyor musunuz? Tüm bunların üstüne katı bir mesai anlayışı ve yaz okulunda zorunlu ders verme durumunun da olduğunu biliyor musunuz? Yaz okulunda ders vermezse tam zamanlı olsa dahi maaş alamadığını biliyor musunuz?
Araştırma günü ve izni olmadan öğretim üyelerinin makale yazma baskısı yaşadığını biliyor musunuz? Sırf görev yaptığı üniversitenin dünya sıralamasındaki yerini yükseltmek için korkunç bir baskının olduğunu ve belli endekslerde yayın yapamayan öğretim üyelerinin üniversiteden atıldığını biliyor musunuz? İşsiz kalmamak için çoğu akademisyenin paralı ve kalitesiz yayınlar yapmak zorunda kaldığını biliyor musunuz?
Birçok üniversitedeki akademisyenin sosyal sigortasının asgari ücret üzerinden yatırıldığını ve onu çaresiz kalacağı bir emekliliğin beklediğini biliyor musunuz? Akademisyen maaşlarının tahmin ettiğiniz kadar iyi olmadığını (1-2 üniversite hariç) ve geçim derdi yaşadıklarını biliyor musunuz? Yıllarca emek vererek bir yerlere gelen ama sırf ekonomik imkansızlıklar yüzünden çalıştığı üniversiteden istifa eden ve devlette memur, öğretmen, uzman olan akademisyenlerin ne kadar çok olduğunu biliyor musunuz?
İşinde etik olmayan, yeterliğinden şüphe duyulan ama üniversite patronu ile rektörüne yakın ve “biat” eden akademisyenlerin kolaylıkla yükseldiğini, ayrımcılık ve kayırmacılığın KKTC üniversitelerinde hat safhada olduğunu biliyor musunuz?
Öğretim üyelerinin sürekli tehdit edildiğini, “öğrenci azalıyor, bölüm kapanabilir, işten çıkarmak zorunda kalabiliriz” gibi güvencesiz ve huzursuz bir ortamda yıllarca çalışmak zorunda kaldıklarını biliyor musunuz?
Covid 19 döneminde KKTC üniversitelerinde online eğitime devam edilmesine ve üniversite gelirlerinin azalmamasına rağmen küçülüyoruz yutturmacasıyla onlarca akademisyenin işine son verildiğini biliyor musunuz? İşten atılanların üstünün güzelce örtüldüğünü ve hiçbir siyasinin kılını bile kıpırdatmadığını biliyor musunuz?
Akademisyenlere dışardan bakanlar ve kılını kıpırdatmayanlar
Eski Cumhurbaşkanı ve Temsil Ettiği “Sol” Anlayış: Seçimde, özel bir üniversitede öğretim üyelerine baskı yapılması gün yüzüne çıktı ve Eski Cumhurbaşkanının gönüllüleri tarafından demokrasi ve irade bağlamında bu durum çok sert bir şekilde eleştirildi. Halbuki YÖDAK, yukarıda anılan kronik sorunları çözmek için önemli bir kurum olabilirdi ama olamadı. Eski Cumhurbaşkanı aktif bir iç siyaset yapmadığı eleştirilerini haklı çıkarırcasına kendine bağlı YÖDAK’ta akademisyenlerin iş güvenliği için zerre kadar girişimde bulunmadı. Beş yıllık sürede akademisyenlerin demokratik bir ortamda çalışabilmeleri ve özlük haklarının iyileştirilmesi için kılını bile kıpırdatmadı. Daha da kötüsü, Cumhurbaşkanlığındaki teknik komitelerde görev alan akademisyenlerin seçimini eş, dost ve akraba ilişkileri üzerinden yaparak tam bir hayal kırıklığı yarattı.
Meclisin Parti Başkanı Akademisyenleri ve Siyasi Partiler: Biri sol cenahtan öteki temiz toplum şiarından gelen, parti başkanlığı, başbakanlık, başbakan yardımcılığı yapmış iki akademisyen, kendi meslektaşlarının özlük hakları ve iş güvenliği için hiçbir şey yapmadı. Bunun nedenleri var, birincisi vekilliklerinin sona ermesiyle dönecekleri devlet üniversitesindeki yerlerinin garanti olmasıdır; ikincisi de vekillikten önce görev yaptıkları üniversitede böylesi dertlerden mustarip olmamaları yani daimi kadro, sendikal mücadele, seçimle rektör ve dekanların belirlenmesi gibi son derece demokratik uygulamaların olmasıdır. Dolayısıyla diğer üniversitelerdeki akademisyen meslektaşlarıyla empati kurmaktan yoksun olmalarıdır. Siyasi partilerin ve onlara mensup politikacıların, kamu üzerinde hiçbir yük oluşturmayan ve gerektiğinde istedikleri şekilde yararlanabilecekleri yapılar olan üniversitelerle ve o üniversitelerin patronlarıyla arayı bozma lüksü yoktur. Ne de olsa siyasette prim yapmak, seçimler kazanmak ve menfaat sağlamak üniversite yöneticileri sayesinde olur, bilim emekçileri sayesinde değil. Bir de şu var, bu adada özel sektördeki çalışanlar için yapılacak hiçbir şey yoktur. Gerçekten yoktur çünkü kamuyu yönetmekten aciz siyaset, sadece kamudaki sorunları çözmekle meşgul olmakta ve özel sektördeki çalışanların yüzüne bile bakılmamaktadır. Onlar daha da çaresizliğe itilmekte, patronların ve rektörlerin insafına bırakılmaktadır.
Kimi Basın Çalışanları: Bir bakmışsınız ki kimi “basın duayenleri” KKTC üniversitelerinde dersler veriyor. Sonrası malum, asla üniversiteleri eleştirmiyor ve hep övgüyle bahsediyorlar. Akademisyenlerin yaşadıklarını ve dertlerini dile getirmezler çünkü bu onların işine gelmez. Hatırlarsınız, seçim döneminde bazı “değerli” basın çalışanları, bir üniversite sahibinin cumhurbaşkanlığı seçiminde demokratik hakkını pek tabii ki kullandığını ve bu durumun son derece normal olduğunu yazmıştı. Buraya kadar elbette bir sorun yok. Peki ya o üniversitede çalışan akademisyenler, çalıştıkları üniversite patronu ile aynı siyasi görüşte değilse onlar demokratik hakkını kullanabilmişler mi? Karşıt görüşte olan ve demokratik hakkını kullanan akademisyenlerin akıbetinin ne olduğunu biliyor musunuz ve araştırma ihtiyacı hissettiniz mi? Hiç sanmıyorum.
Üniversitede Ders Verme Tutkusu Olan Kamu Görevlileri, Emekliler ve İşverenler: Bu yazılan gruptaki hiçbir kesimin, ders verdikleri sürede üniversitede her an tanık oldukları akademisyenlerin yaşamını olumsuz etkileyen sorunlara, iş güvenliğinin olmayışına ya da mobbinge duyarlı olduğu söylenemez. Ek gelir elde etme, popülerliğini artırma ve üniversitede ders veriyorum diye övünme onlar için yeterli bir motivasyon kaynağıdır. En fenası, genç akademisyenlerin iş bulmaları onlar sayesinde imkânsızlaşır ve bu durum da pek umurlarında değildir.
YÖDAK, bu yetkisiz ve etkisiz yapısıyla akademisyenlerin sorunlarına çare olamayacak vaziyettedir. Yine de yapılması gerekenleri söylemek bir gerekliliktir. Akademisyenin haftalık ders yükü, vereceği ders sayısı ve akademisyen-öğrenci oranını makul bir düzeyde tutmayı zorlamak YÖDAK için sıkıntı olmamalıdır. Maaş alt limiti, bölümlerde kadrolu en az 3 doktoralı öğretim üyesinin istihdam edilmesi, uzmanlaşmaya göre ders verilmesi, doktora eğitiminin niteliğinin denetimi, yükselme ile unvan elde etme kıstaslarının her üniversitede standart olması, liyakat ve seçimle akademik yöneticilerin belirlenmesi gibi durumları YÖDAK kontrol edebilmelidir. En önemlisi akademisyenlerin iş güvenliği ile daimi kadro durumunu düzenlemek gerekmektedir.
Yükseköğretimde nitelik karın doyurmuyormuş!
Düşünebiliyor musunuz, KKTC’de üniversitelerde niteliğin karın doyurmadığını düşünen ve ifade eden birçok “eğitimci” var. Bu adada üniversiteler ticari birer kuruluş yani işletme mantığıyla yönetiliyor. Kimsenin umurunda değil nitelikli insan yetiştirmek yahut demokratik ve özerk üniversiteler yaratıp bilimsel-sanatsal üretimde bulunmak. Onca baskı altında akademisyenlerin toplumla bağları kopmuş ve birçoğu apolitikleşmiş. Akademisyenlik sadece karın doyurmak için yapılan bir meslek haline gelmiş ve entelektüelin toplumu aydınlatma rolü bir hayal olmuş. İdeallerini kaybeden öğretim üyeleri ne kendilerine ne öğrencilerine ne de ülkesine yarar sağlayabilecek enerji ve motivasyona sahip.
Daha çok bina yaparak, kampüslerin albenisini artırarak ve adaya daha çok öğrenci getirerek yükseköğretimde kalite sağlanacağı yanılgısı var. Bir de adadaki üniversite sayısını artırarak ekonomiye katkı sağlanacağı düşünülüyor. Bu adada eğitimle ister ilgisi olsun ister olmasın sermayesi olan herkes bakkal dükkânı gibi üniversite açmak istiyor. Üniversite sayısı arttıkça nitelik de aynı oranda düşüyor. Örneğin yeterli sayıda öğretim üyesi olmadan üniversitelerde öğretim yapılıyor ve her isteyen ders verebiliyor. Yüksek lisans ve doktora eğitimi veren üniversitelerden akademisyen pompalanıyor. Böylesi bir ortamda patronlar, akademisyenler arası rekabeti artırıyor, herkesin bir alternatifi olmuş oluyor ve çok düşük maaşlarda birçok akademisyen çalışmaya razı oluyor.
Öğrenci niteliğini artırmak için hiçbir çaba harcanmıyor. Yüksek puanları ve idealleri olan öğrenciler Kıbrıs’ı tercih etmiyor. Burslar zoraki veriliyor. ÖSYM, üniversitelere belli bir oranda burslu öğrenci kontenjanı ayırmayı dayatıyor. Bu kontenjanların ötesinde üniversitelerin iyi öğrenci alıp eğiteyim diye bir derdi yok. Bilinmelidir ki öğrenci, eğitimin merkezindedir. İlgi, motivasyon ve bilgi düzeyi yüksek öğrencilerin Kıbrıs’ta öğrenim görmesi ve iyi yerlere gelmesi nitelikli bir yükseköğretim için yapılması gerekenlerin başında gelmelidir. Ama ne yazık, sınıfları ve kontenjanları doldurmanın dışında nitelikli öğrenci profiline sahip olma gibi bir yükseköğretim politikası bugüne kadar hiç olmamıştır. Hele de KKTC uyruklu öğrenciler ile yurt dışından getirtilen birçok yabancı öğrenci elini kolunu sallayarak sınavsız bir şekilde üniversitelere kayıt olabilmektedir.
Sonuç
KKTC’de yükseköğretim, turizm gibi önemliymiş. O zaman hakkını verin. Bunun reçetesi belli. Donanımlı akademisyenler olmalı, onun için de akademisyenlerin özlük haklarını ve çalışma koşullarını iyileştirmeniz şart. Üniversitelerde demokratik ve etik yönetim anlayışı olmazsa bilimsel üretim olamaz. Benzer şekilde sürdürülebilir bir burs politikasıyla nitelikli öğrenciler seçip yetiştirmek lazım. Bunu Türkiye’de başaran onlarca özel üniversite var, bizim 40 yılda geldiğimiz yer belli. Tünelin ucu karanlık, hem de çok karanlık. Sonuç olarak şunu merak ediyorum. Geçen hafta medyada KKTC Yükseköğretim Strateji Raporu’nun yazıldığı duyuruldu. O raporda akademisyenlerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve üniversitelerimize nitelikli öğrenci çekmek için bir çaba var mı? Açıklansın bakalım.