Herhangi bir toplumu, bilgi toplumu yapma yolunda, itici ve işlevsel rol üniversitelerindir… İkinci dünya savaşından yeni ve en büyük hasarı almış olarak çıkan Japonya, ilk önce eğitim kurumlarını ve üniversitelerini yapılandırmakla işe başladı. Çünkü üniversiteler, bilimsel araştırmalar yaparak özgün bilgi üreten, onu öğreten, yeni teknolojiler geliştirilmesine doğrudan katkıda bulunan, birikimlerini toplumun sorunlarına çözüm getirmek için kullanan ve gelecek nesilleri yetiştiren evrensel kurumlardır. Amerika ve Avrupa’da iyi eğitim alan Japonlar kendi üniversitelerinde bilim ve teknoloji üretmeye başladı. Bu durumun sosyal terminolojide adı bile var: “Japon Harikası”…
“Üniversiteler adası” olma lafını ağzımızdan düşürmediğimiz bizde durum nedir? Kaç yüksek öğretim kurumumuz, kaç öğrencimiz, kaç öğretim elemanımız var? Yüksek öğretim vizyonumuz nedir? Üniversiteler topluma ne katıyor? Üniversitelerimiz bizi bilim toplumu yaptı mı? Gerçekten bir üniversiteler adası olduk mu? Yoksa üniversitelerin bulunduğu sıradan bir ada mıyız?
Kaç Yüksek Öğretim Kurumumuz Var?
Bu sorunun yanıtı çok kolay gibi görünse de inanın bana eğitimle ilgilenen hatta yüksek öğretimle ilgili birçok kişi bile bu soruya çoğu zaman tam yanıt veremiyor. Bu sorunun en yaygın bilinen yanıtı şu: “Son 3 yılda açılan 3 yeni üniversitemizle birlikte, 8 yerli üniversitemiz (Doğu Akdeniz Üniversitesi, Yakın Doğu Üniversitesi, Girne Amerikan Üniversitesi, Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi, Lefke Avrupa Üniversitesi, Akdeniz Karpaz Üniversitesi, Girne Üniversitesi ve Lefkoşa İngiliz Üniversitesi) 2 adet de Türkiye üniversitesinin Kuzey Kıbrıs Kampüsleri (ODTÜ-KKTC ve İTÜ-KKTC) ile birlikte toplam 11 yüksek öğretim kurumuz var”. Ancak bu yanıt doğru değil… Bunlara ilaveten; yıllardır geniş bir kesime hizmet veren, Anadolu Üniversitesi-Açık Öğretim Fakültesi (hani tam karşısında bir kumarhane olan üniversite) ve 1937 yılında eğitme başlayan bu ülkenin en köklü yüksek öğretim kurumu Atatürk Öğretmen Akademisi… Aslında daha bitmedi… Yasal statüsü net olmadığı için kesin bir yargıda bulunmak istemem ama 1967’de eğitim vermeye başlayan Polis Okulu Müdürlüğü’ne bağlı Polis Okulu da bir yüksek öğretim kurumu olarak düşünülebilinir. Bu arada şu anda fiilen hizmet vermese de ülkemizde kampus açmak isteyen Çukurova Üniversitesi ve Gazi Üniversitesi’ni de unutmamak lazım.
Yüksek Öğretime Devam Eden Öğrenci Sayısı Kaçtır?
Geçtiğimiz hafta sonu Milli Eğitim Bakanlığı, Yüksek Öğrenim ve Dış İlişkiler Dairesi’nin 2014-2015 öğretim yılı için üniversitelere kayıt yaptıran toplam öğrenci sayısının 73 bini geçtiğini belirten bir açıklaması oldu. Yukarıda da belirttiğim gibi bu sayıya 11 üniversitenin dışındaki yüksek öğretim kurumlarını da dahil ederseniz 74 bine yaklaştığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ülkemizde yüksek öğrenime devam eden öğrencilerin son 10 yıldaki sayılarını ve bu sayılardaki değişimleri ekteki tablo ve grafikten rahatlıkla görebilirsiniz. Ancak esas olan bu sayılar değil, bu sayıların ne anlama geldiğine ilişkin yorumların doğru olarak yapılmasıdır.
Öğrenci Çeşitliliği ve KKTC’li öğrenciler
Tablodaki öğrenci sayıları incelendiğinde 2009 yılındaki keskin düşüşten sonra 2013 yılında belirgin bir öğrenci artışı olduğu görülüyor. Ancak bu artış, Türkiye ve diğer yabancı ülke öğrencileri için ayrılan kontenjanların tamamını doldurduğu söylenemez. Ne yazık ki kontenjanların %50’ye yakın bir bölümü doldurulmuş değildirdir…
Öte yandan dikkatlerimizden kaçmaması gereken bir durum daha var. 19 bin civarından KKTC’li öğrencinin ülkemizdeki üniversitelerde eğitim alıyor. Yurtdışındaki üniversite öğrencilerimizi de düşündüğümüzde bu sayısının 20 binin çok üzerinde olduğu aşikar… Bu da şu demek: Liseden mezun olan herkes üniversite öğrencisi oluyor… Diplomalı işsizler ordumuz katlanarak artıyor…
Peki, ama ne yapmalıyız? İşe, bugün yaptıklarımız yanlış olduğunu ya da en azından yetersiz olduğunu kabul etmekle başlayabiliriz. Bu kabulle beraber de eğitimin her düzeyindeki sonuçlarını tekrar düşünmeliyiz… Çünkü 21. Yüzyılın global dünya eğitimi; kadercilik ve ilgisizlikle savaşmayı amaçlayan eğitimdir. Herkesin, bireysel ya da toplumsal olarak sorumluluklarını yerine getirecek düzeyde olduğuna inanılan eğitimdir… Artık, toplumsal sorumluluk alarak, üniversitelerimizde sadece akademik bilgi değil, sosyal sorumluluk, işbirliği, girişimcilik gibi kişisel-sosyal yetkinlik becerilerini de öğretmeyi başarabilmeliyiz.
Yüksek Öğretim Politikası
Lafı dolandırmadan söyleyeyim. Herkes tarafından bilinen, açık, şeffaf ve amacı anlaşılır bir yüksek öğretim politikamız yoktur. Ne yazık ki hâlâ daha eğitime bir sektör olarak bakıyoruz. Yüksek öğretimi ve üniversiteleri, gelir getiren bir meta olarak görüyoruz… Bilim yapmak, teknoloji üretmek neredeyse hiç konuşmadığımız şeyler… Toplumu, bilim toplumu haline getirecek akademik birikimler ortaya konamıyor. Ülkemizdeki hemen her üniversitenin tek bir derdi var daha çok öğrenci almak… Oysa Dünya’da ilk 500, ilk 1000 üniversitenin içinde olmak, uluslararası prestijli bilim ödüllerine aday olmak hatta kazanmak temel hedefler arasında olmalı…
Öte yandan; 73 bini aşkın yüksek öğretim öğrencisi bulunan bir ülkede sizde kaç öğretim elemanı vardır… Bu öğretim elemanlarının kaçı gerçekten bilim üretmek için uğraş ortaya koyuyor ya da sosyal sorumluluk alarak toplumsal projelerde yer alıyor. Şüphesiz bu durumlarla ilgili güzel örnekler var. Ancak “üniversiteler adası” lafını ağzımızdan düşürmediğimiz bir ülkede bu örneklerin oldukça düşük oranda olduğu da aşikardır…
Belki de üniversiteleri böylesine betonarme yapı ve diğer donanımlarla büyütmek yerine, daha kaliteli bilim yaparak büyütmenin yollarını zorlamalıyız. Onları sosyal yaşamımızda daha aktif olarak yer almalarını sağlamalıyız. Daha çok öğrenci, daha çok bina, daha çok para getiren kurumlar olma görüntüsünden çıkartıp, bilim kurumları haline dönüştürmeliyiz… Bu konuda da temel görev biraz da YÖDAK’a düşüyor galiba…
Sonuç
Üniversite, öğrenci sayısı ve paranın bu kadar içli dışlı olduğu durumu yine paradan yola çıkarak özetlemeye çalışayım… Cebinizde 10 TL’lik banknot varsa, onu elinize alıp arka yüzüne bakınız… Gördüğünüz resim Prof. Dr. Cahit Arf’a aittir. Matematik literatürüne oldukça büyük katkıları olan dünyaca ünlü matematikçi Cahir Arf hocanın güzel bir lafını hatırlayarak konuyu özetlemiş olayım; “Üniversite kurulmaz, üniversite olunur.”