Geçtiğimiz günlerde Avrupa Kültür Parlamentosu’nun Kosova’da yapılan toplantısına katılmak üzere Priştina’ya gittim. Toplantının açılış konuşmasını yapan Kosova başbakanı ülkenin bağımsızlığına kavuşmasında etkin ve etkili olan ABD ve NATO’ya teşekkür ettikten sonra sözü Türkiye’ye getirdi ve Kosova’yı ilk tanıyan ülkenin Türkiye olduğunu, bağımsızlık ilanından “tam beş dakika sonra” Türkiye’nin Kosova’yı tanıdığını belirterek Ankara’ya şükranlarını sundu.
Kosova’nın Türkiye ile çok iyi ilişkiler içinde olduğunu zaten ülkeye attığınız ilk adımda anlarsınız. Örneğin Priştina havaalanında Türk doktorlarının reklamını yapan bir pano görürsünüz, sokaklarda Türk işadamlarına rastlarsınız. Ben Kosova’nın bağımsız bir devlete evirilmesine karşı değilim. Her ne kadar gönlüm federal bir devlette Arnavutlarla Sırpların birlikte yaşamasından yana olsa da, Kosova’nın özerkliğine tahammül edemeyen Sırp milliyetçiliğinin böyle bir birlikteliğe imkan bırakmadığını farkındayım. Fakat burada Kosova’nın hangi koşullarda bağımsızlığa yöneldiğini tartışmak değil, Türkiye’nin Kosova’nın bağımsızlığına duyduğu büyük hevesin altını çizmek istiyorum.
Türkiye’nin Kıbrıs’a yaklaşımını uzun uzun anlatmaya gerek yok. Ülke nüfusunun %18’ini oluşturan ve bir dış müdahale sonrasında ayrı bir bölgede toplanan Kıbrıslı Türklerin ayrı bir devlet kurmasını hak sayıyor ve olası bir ortak devletin de etnik ve coğrafi temellere dayanmasını istiyor. Kürtlere hitap ederken “etnisiteyi ayaklarının altına almakla” övünen AKP, Türkiye’nin diğer aktörleri gibi, Kıbrıs’ta etnik milliyetçiliğe dayalı bir politika izliyor.
Kosova’nın izinden giderek KKTC’nin gün gele bağımsız bir devlet olarak tanınabileceği fikri pek çok kimsenin hayallerini süslüyor. Kuşkusuz, bunun gerçekleşebilmesi için Kıbrıslı Rumların Sırplar gibi bütün çözüm önerilerini geri çevirmeleri ve masada Türk tarafının haklı görünmesi gerekiyor. Yani, çözüm için “bir adım önde olmak” değil, “bir adım önde görünmek” önemlidir. Tam da bu yüzden “ince ayar” bir diplomasi izleniyor. Kıbrıslı Türk müzakerecinin “çözümsüzlük çözümdür” dememesi ama federal çözüme yönelmemesi isteniyor. Masada çözüm isteyen taraf olarak görünüp sorumluluğu Kıbrıs Rum tarafının sırtına yükleyecek marifetleri, Kıbrıslı Rumların federal çözüme karşı olduklarını dünya aleme gösterebilecek yetenekleri olması gerekiyor. Bulmaca ancak o zaman çözülebilir... Bu amaca ulaşmak için Kıbrıs Rum toplumunun iç dinamiklerinden kaynaklanan çözüm karşıtlığı yeterli gelmiyorsa, Kıbrıslı Rumların büyük çoğunluğunu çözümsüzlüğe itecek moral bozucu, tahrik edici yaklaşımlar ustalıkla devreye sokabilmeli vs. Bunlar etnisite temelli ayrılıkçı politikaların olmazsa olmazlarıdır ve Türkiye bu türden yaklaşımlar sergilemekten çekinmiyor.
Peki, Kosova’da ve Kıbrıs’ta etnik milliyetçiliği geçer akçe ilan eden ve “her etnik gruba bir devlet” şiarını benimseyen Türkiye Cumhuriyeti devleti Kürtlere karşı nasıl bir yaklaşım sergiliyor? Bu sorunun yanıtı apaçık ortadadır. Türkiye’de yaşayan Kürtlere kültürel ve idari özerklik vermekten kaçınırken, Suriye’de can acısı çeken Kürtlerin kendi bölgelerinde özerk bir yönetim altında yaşamalarına şiddetle karşı çıkıyor. Kobani “düştü düşecek” diyerek aslında düşmesini temenni ediyor. Başar Esad’ı iktidardan uzaklaştırmak gibi hayalci politikalar önererek Suriye Kürtlerinin özerkliğine son verecek manevralar yapıyor. Dinsellik ve etnisite karışımına dayalı bu milliyetçi politikalar nedeniyle hem dünya kamuoyu nezdinde itibar kaybediyor, hem de içeride Kürtlerle barış yapma imkanlarını riske atıyor.
Kürtlerin özyönetim hakkını inkar eden, bu hakkın uygulanmasına şiddetle karşı çıkan Türkiye sadece itibar kaybetmiyor. Orta ve uzun vadede ülke birliğini de tehlikeye atıyor. Dünya tarihi bunu gösteriyor. Sırplar Kosovalıların özerkliğini kabul etselerdi veya Başpiskopos Makarios 1960’lı yılların başında Kıbrıslı Türklerin ayrı belediyeler kurmalarına karşı çıkmasaydı Sırbistan ile Kıbrıs belki de birlik ve bütünlüklerini korumuş olacaklardı. Dünyadan başka örnekler vermek mümkündür. Çok-etnili ülkelerde etnik grupların özerkliği ülke birliğini sağlayan temel faktörlerden biridir. Ne var ki, Türkiye Kıbrıs gibi yerlerde etnisiteyi fetişleştirirken, söz konusu Kürtler olunca “etnik-körlük” sergileyip özyönetim hakkına karşı çıkıyor. Bu yaklaşım sadece “etik” açıdan sorun yaratmakla kalmıyor, ülke birliğini de tehlikeye atıyor. Özel olarak Kobani, genel olarak da Kürt politikasının gözden geçirilmesi elzemdir...