Sağcıların, Kıbrıslırum Eğitim Bakanlığı’nın ve Kıbrıslırum Ortodoks Kilisesi Başpiskobosluğu’nun saldırısı altında kalan ressam ve eğitimci George Gavriel, CYPRUS MAIL gazetesinden Agnieszka Rakoczy’ye verdiği röportajda, Koççinodrimitya köyünde 1974 yılında kendisi henüz 14 yaşında bir çocukken bazı EOKA-B’ciler tarafından duvara dayanarak çevresine ateş ettiklerini, polise götürülerek sorgulandığını anlattı.
Çizdiği son resimler nedeniyle Kıbrıs’ın güneyinde sağ kesimin ve kilisenin saldırısı altında kalan, Kıbrıslırum Eğitim Bakanlığı’nın hakkında soruşturma açtığı George Gavriel’in ilginç röportajını, okurlarımız için derleyip Türkçeleştirdik… Cyprus Mail’de Agnieszka Rakoczy’nin George Gavriel’le röportajından notlar şöyle:
*** Kıbrıslı bir ressamın adanın önde gelen bazı karakterlerini çok da hoş olmayan durumlarda resmettiği sanat çalışmalarını Facebook ve Instagram’da paylaşma kararı, toplumda bir sanatçının rolüne ilişkin sıcak tartışmalara yol açtı.
*** 60 yaşındaki George Gavriel’in resimlerinin uzun zamandır hayranı olmuştum – kırmızı boyayla kaplı büyük bir tuvalde çok büyük bir zeytin ağacının resmini çizmişti ve gölgesinde yorgun bir adam uyumaktaydı – bu resmi ilk kez Diachroniki Sanat Galerisi’nde görmüş ve o günden sonra da onun çalışmalarının uzun süredir hayranı olmuştum.
*** 2000’li yılların başındaydı bu ve adanın uzak kırsal köşelerine her gidişimde, çiftçilerin kendi işleriyle meşgul olup zeytin toplarken, ağaç budarken, sürülerini suvarırken veya patates ekerken gördüğümde, aklıma her zaman Gavriel’in Kıbrıs köy yaşamına ilişkin resimleri geliyordu. Bu anlarda aklıma Gavriel’in resimleri geliyordu, bu işler için tam da gereken doğru pozu yakalama yönündeki hiç hatasız yeteneği, şaşırtıyordu beni… Topraktaki hayatın, kırsal yaşamın mükemmel bir matriksini yaratmıştı sanki de…
*** Koççinodrimitya köyündeki evinde buluştuğumuzda bunu ona söylüyorum – Koççinodrimitya, Lefkoşa’dan 20 kilometre kadar uzakta bir köy. Gülümsüyor ve tam da öyle yapmak istediğini söylüyor…
“Çocukluğumdan beri, kafamda çivilenmiş bu manzaralar vardı” diyor.
“Dedem hayatı boyunca tarlalarda çalışmıştı… Erkek kardeşlerim ve kızkardeşlerim de ona yardım ederdi. Ve annem de… Annem hayattayken, pek çok kereler ondan benim için gündelik işlerini yaparken poz vermesini istemiştim… Hem belleğimde, hem pek çok çizim ve fotoğrafta tüm bu manzaralar kazınmıştır içime…” diye konuşuyor.
*** Gavriel aynı köyde 1959 yılında dünyaya gelmiş ve sekiz çocuklu bir ailede büyümüş… Beş kız ve üç oğlan… En küçük çocuk oymuş ve çok fakirmişler, o kadar fakir ki, çocukluğu boyunca bir yatağı erkek kardeşiyle paylaşmak zorunda kalmış. Bunun da ötesinde annesiyle babasının yerel lisenin ötesinde çocuklarının herhangi birinin daha fazla eğitim almaları, aklılarının ucundan bile geçmemiş…
*** “Babam Baf’ın Argaka köyündendi ve 10 veya 12 yaşlarındayken annesiyle babası tarafından Lefkoşa’ya bir ailenin yanına gönderilmişti – yalnızca bir sokum ekmek ve başının üstünde bir dam karşılığında çalışması için… Daha sonra Lefkoşa havaalanında bir iş bulmuştu ve sonra da 1974 sonrasında Larnaka’ya gönderilmişti…” diye hatırlıyor Gavriel…
*** “Annem de çok çalışkandı. Fabrikalarda, inşaatlarda ve burada Koççinodrimitya’da bir tavuk çiftliğinde çalışıyordu. Onu hiç görmüyordum çünkü her zaman çalışıyordu…” diyor Gavriel. Gavriel’in annesi de, babası da dini duyguları güçlü olan insanlarmış. Annesi düzenli olarka kiliseye gitmekteymiş… “Ama aynı zamanda solcuydular da – bunu herhangi organize bir biçimde değil, fakir işçi sınıfı insanları oldukları için doğal olarak benimsediklerinden böyleydi…” diyor Gavriel.
*** 1974’te darbenin ikinci günü, köyden bir grup sağcı adam Gavriel’in evine giderek babasını ve erkek kardeşini alıp götürmüşler. Daha sonra aynı gün geri gelerek küçük Gavriel’i de alıp götürmüşler… “Şimdilerde dahi Koççinodrimitya ikiye bölünmüştür bu bağlamda ve bu adamların bazıları da hala hayattadır” diyor Gavriel.
*** “Ben 14 yaşındaydım ve ne olup bittiği hakkında hiçbir fikrim yoktu” diyor Gavriel, hafifçe gülümseyerek – bu gülümseme yüzünden hiçbir zaman silinmiyor… “Beni yerli polis karakoluna götürdüler ve sorgulamaya başladılar. Babamın evde bir silahı olduğuna inanıyorlardı ve bu silahın nerede olduğunu bilmek istiyorlardı. Ben bunu bilmediğim için onlara herhangi bir şey söyleyemiyordum, bu yüzden beni korkutmaya karar vermişlerdi. Beni bir duvara dayamışlar ve bana doğru ateş etmeye başlamışlardı. Çok korkmuştum ve ağlıyordum… Sıktıkları kurşunlardan bazıları, pantolonumda delikler açmıştı…” diye konuşuyor Gavriel…
*** Saldırganların Gavriel’i sahte kurşuna dizme girişimi ardından, onu serbest bırakmaya karar vermişler ve birkaç gün sonra Türk ordusu adayı işgal edince, babası ve erkek kardeşi de serbest bırakılmış, onları tutuklayanlar tarafından… Bu olayın siyasi önemi ve anlamı, genç bir çocuk olarak Gavriel’de hiç silinmeyecek izler bırakmış…
*** “Bundan sonra artık benim için açık olan şuydu ki onlar vardı ve biz vardık ve bizler düşmandık” diyor. “O günden sonra kesinlikle solcu olduğumdan emin olmuştum…”
*** Gavriel daha sonra AKEL’in gençlik örgütünden çok aktif olmuş, daha sonra da partied aktivitelerini sürdürmüş… Bir beceri kazanmak üzere Lefkoşa’daki teknik okula gitmiş, sonra da askerliğini yapmış ve ondan sonra da yerel bir garajda çalışmaya başlamış. Ancak bu, onun için yeterli değilmiş…
*** “Küçük bir çocukkenden bu yana her zaman çizim yapmayı çok seviyordum ve boş vakitlerimde hep çizerdim… Günlerden bir gün bir yerlerde hükümetin imtihan yapacağını ve bu imtihanları geçersem, Moskova’da sanat eğitimi almak için Moskova’ya gidebileceğimi okumuş ve böylece imtihanlara başvurumu yapmıştım” diyor Gavriel. Hükümetin bursu için gerekli olan ilk imtihanları geçmiş ancak partideki büyüklerine de SSCB’de eğitim görmek üzere benzer bir burs alıp alamayacağını sormaya gitmiş…
*** “Bana EVET demişlerdi, böylece bakanlığın açtığı sınavların ikincisine girmemiştim. 1980 yılıydı ve böylece Moskova’da Surikov Sanat Enstitüsü’nde öğrenim görmeye gitmiştim. Kıbrıs’taki minik köyümden aniden sekiz milyon insanın yaşadığı devasa bir şehre gitmiştim aniden. Çelişkiler çok büyüktü…” diye konuşuyor Gavriel.
*** Ancak Gavriel yalnız değilmiş… Başka genç Kıbrıslılar da Moskova’da öğrenim görmekteymiş… Surikov Sanat Enstitüsü’nde onunla birlikte eğitim alan Hambis Çambaris, Andreas Makariu ve Kiriakos Tamanas gibi Kıbrıslılar varmış.
*** “Surikov harika bir okuldu, çok muhteşem öğretim görevlileri vardı… Benim son derece klasik ve son derece sınırlı bir yaklaşımım vardı sanata karşı… Tanınmış sanatçı ve profesör Klavdia Alexandrovna Tutevol’un stüdyosundaydım… Surikov’da yedi sene boyunca eğitim görerek, Master derecemi de alarak eğitimimi tamamladım. Eğitimim yedi sene sürmüştü çünkü Moskova’daki ilk yılımda Rusça öğrenmek zorundaydım…” diyor.
*** Bir eş ve küçük bir çocukla Kıbrıs’a döndükten sonra Gavriel iş aramaya başlamış ve iş bulamayınca da inşaatlarda çalışmaya başlamış… Sonra talihi yaver gitmiş ve Başpiskobosluğun atölyelerinde iş bulmuş, ertesi sene de ikonları restore etmeye başlamış. Ondan sonra Kıbrıs’ın çeşitli kiliselerinde çalışmaya devam etmiş, ikonları ve freskleri restore ediyor, yenilerini de yapıyormuş…
*** “Moskova’da anıtsal sanat bölümünden mezun olmuştum, o yüzden tüm bu tekniklerle ilgili eğitim almıştım. İkonları duvar resimlerini, freskleri, vitrayları nasıl boyayacağımı, nasıl restore edeceğimi biliyorum…” diyor.
*** Gavriel’in Kilise’yle iyi ilişkiler, devlette öğretmenlik mesleğine geçtiğinde de devam etmiş – sonraları Eğitim Bakanlığı tarafından okullarda sanat müfettişi olarak işe alındığında da bu iyi ilişkiler sürmüş…
*** “O zamanlar Başpiskobosluk’la çeşitli projeler yapmıştık” diye hatırlıyor… “Bunlardan birisi de çeşitli okullardan çocuklar Başpiskobosluk bahçelerine geliyorlardı ve Bizans stilinde resim yapmayı öğreniyorlardı” diye konuşuyor Gavriel.
*** Kilise onun dinci olmadığını farketmiş mi? Gavriel yine o kibar gülüşüyle gülümsüyor… “Kıbrıs küçük bir yerdir. Herkes herkesi bilir, benim de George Gavriel olduğumu, henüz 14 yaşında bir çocukken bana ateş edildiğini, benim solcu olduğumu yani bunun da benim dinci olmadığımı bilir” diyor.
*** “Ancak bu kişisel bir meseledir. Ailemde bir tek ben inanmıyorum ama aynı zamanda bu, benim Kilise’ye karşı olduğum anlamına da gelmez. Ben her zaman Kıbrıs’ın dini geleneklerini içimde tuttum. Bunlar her zaman benim içimde de ve benim eserlerimde de olacaktır çünkü bu yurdumun kültürüdür. Bizans kültürü, din, köy yaşamı… Bunlar, resimlerimde her zaman yansıttığım şeyler… Eğer resimlerime bakacak olursanız, pek çok kilise ve bu resimlerde pek çok dini sahneler göreceksiniz, tarlalarda çalışan insanlar ama üstlerinde uçuşan melekler göreceksiniz… Benim hiçbir zaman dinle ilgili bir sorunum olmadı çünkü bunun bizim saf Kıbrıslı kültürümüz olduğuna inanıyorum” diyor.
*** Gavriel bir anlığına duruyor ve sonra da camilerin resimlerini de çizdiğini ekliyor… “Yakın geçmişte Diachroniki Sanat Galerisi’nde bir sergim oldu ve burada sergilediğim resimlerde hem kiliseler, hem de camiler vardı çünkü camiler de tarihimizin ve çevremizdeki manzaranın bir parçasıdır” diye konuşuyor Gavriel.
*** “Ben hissettiklerimi tuvale döküyorum çünkü ressamlar böyle yapar. Ressamlar hiçbir zaman canları ne isterse onu çizmekten ve kendilerini ifade etmekten alıkonmamalıdır. Resimleri aracılığıyla kendi hayatlarını, yaşamış oldukları herşeyi, kendi sorunlarını ve düşlerini ve inandıkları şeyleri gösterirler… Ve benim çizdiklerim, içimde olan şeylerdir. Benim hayatımdır. Herhalde Lefkoşa’da yaşıyor olsaydım, farklı şeyler çizecektim… Ve eğer bir sermayedar olsaydım, o da benim resimlerime yansıyacaktı” diyor.
*** Köy manzaraları her zaman ürettiği resimlerde bulunmuş. Surikov Sanat Enstitüsü’ndeki hocası Tutevol’un organize ettiği ilk sergisinde dahi, Koççinodrimitya’da yaz tatillerinde çizdiği resimler yer almış…
*** Peki ya adada fırtınalar koparan daha siyasi konular? “Aslında son zamanlardaki çalışmalarım ilk kez yaptığım şeyler değildir” diyor. “2013 yılında finans krizi esnasında bir dizi resim yapmıştım ve o dönem Kıbrıs’a ve Kıbrıslılar’a neler olduğunu göstermiştim – kemer sıkma ve troika müzakereleri ve tüm bunların getirdiği acıları yansıtmıştım. Ancak yakın dönemki çalışmalarım, son birkaç ay içerisinde yapıldı ve yalnızca iki hafta önce internet ortamına konuldu. Ve evet, biraz gürültü kopmasını bekliyorum bu resimlerin etrafında ancak gerçekte yaşananlar kadar bir şey beklemiyordum” diyor.
*** Birlikte, tartışmalar yaratmış olan çizimlerine bakıyoruz. Bunlardan birinde bir adam, Leymosun’daki Grivas heykelinin üstüne işiyor. Bir diğer resimde, bir köpek Başpiskobos’un üstüne işiyor. Ve yine bir başka resimde, gösterilere karşı donanmış olan bir askerin bacağına işiyor bir köpek… Bu resimlerde akıp giden bir sidik konusu var…
*** Gavriel onaylarcasına gülümsüyor ve Grivas heykelinin yanından her geçtiğinde, kendisi de böyle yapmak için bir istek duyduğunu itiraf ediyor. Bu inancında özür dileyici bir tutum sergilemiyor – Grivas’ın Kıbrıs için bir felaket olduğunu ve işgali getirmekten sorumlu olduğunu ifade ediyor… “Onun için neden heykeller diktiğimizi anlayamıyorum” diye bağırıyor.
*** Papazlarla ilgili de kuvvetli görüşleri var, onları aşırı lüks içerisinde yaşamakla suçluyor ve kışkırtıcı görüşleri Kıbrıs’a ilişkin konulara bağlı değil yalnızca… Aynı şekilde Fransız özel kuvvetlerinin de Paris’te sarı yeleklilere karşı kullandıkları aşırı gücü eleştiriyor benzer biçimde… Kendi resimlerinde İsa Mesih’in alışılmadık ve çağdaş ortamlarda çizilmiş olduğuna dikkat çekiyor: Purnara’daki göçmen ve iltica başvurusu yapanların kampında görülüyor İsa Peygamber veya bir motosiklet sürerken görülebiliyor.
*** “Ben kendi İsa’mın sade birisi olmasını ve sade insanlar arasında yaşamasını tercih ediyorum. Ben bir politikacı değilim. Ben yalnızca bir ressamım ancak Kıbrıs’ta her gün neler olup bittiğini de görebiliyorum… Bazı insanlar ailelerini besleyecek durumda değil, bazıları ise bırakın milyonları, milyarlar kazanıyorlar… Elbette onlar kendi İsa’larının bir Mersedes’te olmasını tercih edeceklerdir” diyor Gavriel.
*** Bazılarının kendisini yalnızca ünlenmek için böyle yapmakla suçladıklarını işaret ettiğim zaman ise Gavriel omuzlarını silkiyor…
“Gerçekten buna aldırmıyorum… Senelerdir resim sergileri açıyorum ve hayatımda yapmak istediğim tek şey, resim yapmaktır. Pek çok düşüncem vardır ve içimde hala pek çok şey vardır, dışarıya çıkarıp yansıtmak istediğim… Şimdi çok daha büyük tuvallerde çalışacağım ve bu tuvaller insanları gösteri yaparken gösterecek ve benim İsa Mesih’imi de onların arasına koyacağım” diyor.
*** Farklı bir siyasi eğilimi olmuş olsaydı, yine aynı konuları mı çizerdi? Onu buna sorduğumuzda yine gülümsüyor… “Ben bu resimleri bir AKEL destekçisi olduğum için çizmedim, hissettiğim tam da bu olduğu için çizdim… Ve ben AKEL’i de eleştiririm…” diyor.
*** “Ben bu resimleri, Kıbrıs’ta hayatın daha iyi olmasını istediğim için çizdim. Şundan eminim ki bir başka siyasi partiyi destekleyen ancak yaşadığımız gerçekleri net biçimde görebilien bir başka ressamın da tamamen aynı şeyleri çizmesi mümkündür. Pek çok insan, yaptıklarımı neden yaptığımı anlıyor. Beni bir insan olarak tanıyorlar ve hiçbir zaman, hiç kimseye zarar vermemiş oldğumu biliyorlar. Şu anda bir okulun müdürüyüm ve meslektaşlarım da beni destekliyor. Hatta bakanlığa beni desteklemek üzere bir mektup bile yazmışlardır. EKATE de (Kıbrıs Güzel Sanatlar Odası) beni destekliyor. Köyümde, beni tanıyan insanların hiçbiri bana bir şey söylemedi. Şimdi planladığım şey, yaşamaya devam etmek, belki daha çok ve daha büyük, daha ciddi, daha derin resimler üzerinde çalışmaktır. Çünkü şimdiki resim dizim, daha çok mizahi idi… Belki daha büyük resimlerimi, daha iyi anlayabileceklerdir…”
(CYPRUS MAIL - Agnieszka Rakoczy – 28.9.2020 – Türkçesi: Sevgül ULUDAĞ/YENİDÜZEN).
DEVAM EDECEK