Çoğumuz “Kolej” mezunlarını kıskandık, değil mi?
Ne güzel…
Bu topraklarda imreneceğimiz kurumlarımız var, halen…
***
“Kolej” derdik biz öğrenciyken…
Tek kolejdi o zaman…a
Türk Maarif Koleji.
“İngiliz Koleji” derdik hatta…
Oraya gidenler İngilizce konuşurdu!
Belki kıskançlıktan “şımarık” kabul ederdik hepsini…
Onlar ayrıcalıklı bir gruptu.
Pek bir havalı olurlardı.
Ne de olsa “seçilmiş” öğrencilerdi.
Ya da daha doğru tabirle, onlar başarmıştı.
***
Bizim dönemimizde kolej sınavını kazananlar öyle özel dersten dershaneye helak olmazdı.
Çalışır, uğraşır ve başarırdı.
Çoğu da zeki öğrencilerdi gerçekten…
Köy okullarından örneğin çok fazla çocuk kazanırdı koleji…
Parası olan değil, bilgisi, sebatı, disiplini olan kazanırdı.
***
Kolej sınavına girmedim.
Bize uzaktı!
Anafartalar Lisesi neyimize yetmezdi.
İlk kez bandoyla gittim Kolej’e…
Tören düzenlenmişti, gösterişli bir etkinlikti, Cumhurbaşkanı, bakanlar falan gelmişti ve ülkede, tek bando bizim okulda vardı…
O meşhur kolejin bandosu yoktu!
Kolej’in avlusunda bakır nefeslilere üflemek de Anafartalar Lisesi’nin sokak çocuklarına kalmıştı (!)
Biz de öyle atmıştık havamızı…
Namık Kemal Lisesi’nin de bandosu vardı öncelerde…
Şimdi hiçbir lisenin bandosu yok.
***
Kolej mezunlarının 60’ıncı Yıl etkinliği görkemli geçti.
Paylaşımlarına bakıyorum da hepsi toplumda önemli yerlere gelmiş isimler…
Siyasetten ticarete, uluslararası ilişkilerden sanayiye tanıdık simalar…
Hepsi de Türk Maarif Kolejli…
Haklı bir gururu yaşıyorlar.
Tıp doktorundan hukuk profesörüne, sanatçısından mühendisine, yatırımcısından siyasetçisine onlarca seçkin isim…
Bilgisine, görgüsüne, kapasitesine, yeteneğine saygı duyduğumuz insanlar çoğu…
Başarabiliriz demek ki…
İyi eğitimle, bilgiyle, emekle…
***
Şimdi çok daha fazla sayıda “Kolej” var.
Ama doğrusu, buralardan mezun çocukların tümü eskisi gibi su dere İngilizce konuşamıyor. Belki ben yanılıyorum, öyleyse, eğitim bilimciler beni düzeltirler.
60 yılda yenilenmeyi başarabildi mi, Kolej… Hem eğitim, hem altyapı anlamında… 40-50 yıl öncesinin eğitim anlayışı ile şimdinin çocuklarını yetiştirmeye çalışıyoruz sanırım… Bu dijital çağda… Bilginin ışık hızında çoğaldığı zamanlarda… Eğitim bilimcilerden duyuyorum kimi zaman, çocukların günlük hayatta sahip olduğu bilgiye erişim imkanları, okulların önüne geçti.
Geleneksel eğitim yaşamın gerisinde kalıyor. Yaratıcılık, eleştirel düşünme, sorgulama, araştırma, geliştirme, problem çözme… Kaldı ki eğitimdeki yeni anlayış problem çözmek de değil… O problemi önceden ön görecek nesilleri yetiştirmeyi hedefliyor yeni eğitim sistemi…
Kolejler de dahil mezun öğrencilerin bilgi ve beceri açısından yeterlikleri oldukça moral bozucudur.
Şimdiki “rantçı” kolej sınavı sistemini de tartışmamız gerekmez mi, “nostalji” yaparken…
Eğitimin içeriğini de…
Lütfen, ne olur!
:::
Bir not:
(Biz de bir buluşma yapmak istemiştik, Girne Anafartalar Lisesi bandosunda gelmiş geçmiş onlarca isim… İbrahim Belevi hocamız yönetiminde, yeniden çalalım, nostalji yapalım. Sonra anlaşıldı ki okulun depolarında hiçbir enstrüman yok. Kimse de anlamadı, nereye kaybolduklarını...)
Neyin sınırı?
İki âşık parkta oturuyorlar.
Güzel bir gün…
Olivia, yüksek sesle elindeki gazeteyi okuyor: “Ülkemiz bugün itibariyle komşusundan tamamen bağımsız bir Cumhuriyet olmuştur.”
Sevgilisi Artur pek de aldırmıyor: “Keşke ördek doğsaymışım...”
Az sonra bir muhafız geliyor ve hem parkın, hem de iki sevgilinin oturduğu bankın tam ortasına bir bant çekiyor.
- Bu ne?
- Sınır
- Neyin sınırı?
- Ülkenin
- Hangi ülkenin?
- Hangi tarafta durduğuna göre değişir.
Ülke bölünüyor (!)
Böylece kadın bir yanda kalıyor, adam diğer yanda…
***
“Parkta Güzel Bir Gün” (An Incident at the Border) harika bir politik güldürü ya da gülerken ağlama hali, bizim öykümüze çok benziyor.
Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun hem de bir parkta ilk kez sahnelediği oyun bölünmüş yurdumuza fazlaca mesaj içeriyor.
Tek farkla sanırım!
“İki sevgili gibi” olmadı bu coğrafyada insanlar…
Buna izin verilmedi…
Tarih, coğrafya, yurt ve yurttaşlık hakkı hepimizi birleştirmesi gerekirken, soydaşlık üzerinden çizilen aptalca sınırlar ülkemizi böldü, parçaladı, ayırdı.
***
İsterseniz geliniz oyunun başlığını değişelim, “Plajda Güzel Bir Gün” yapalım.
Ersin adlı genç elinde gazete okuyor:
“Burası ayrı bir devlettir ve egemen eşitliğimize, uluslararası statümüzün kabulü şarttır.”
Henüz lafı bitmeden birisi geliyor, sahile dikenli tel çekiyor.
Bir de tabela: “Yasak Bölge Girilmez.”
- Bu ne?
- Yasak bölge!
- Neyin yasağı?
- Kurtarıcının!
“Keşke ördek doğsaymışım” diyor birisi, “keşke keşke keşke” yineleyerek bir diğeri…
***
- Bir de balıklar var tabii. Kim bilir suyun altında gözlerden uzak ne işler çeviriyorlardır?
- Muhtemelen sadece yüzüyorlardır.
- Evet ama sınırın hangi tarafında?
- Ha demek balıklar için de sınır belirleyeceksiniz! Peki ya kuşlar, kuşları ne yapacaksın?
***
Her yerde hayatımızı kuşatan anlamsız sınırlar var; gün gece zihinlerimize örülüyor duvarlar, dikenli teller bilinçlerimize çekiliyor ve yurtsuzluğa, yarınsızlığa mahkûm ediliyor gençler…
Başkaldırmazsak eğer bu gerçeklik değişmeyecek…
Bu yarı/m yurdun dört bir yanı “askeri bölge” aslında…
Birinci derece, ikinci derece, üçüncü derece askeri bölge!
Uluslararası hukukla değil “güç”le korunuyor bu nizam ve o nedenle “yasaklıyız” dünyada…
***
- Bu bir bant parçası, çok da iyi bir sınır sayılmaz, değil mi?
- Bu geçici!
- Sonrasında peki?
- Bir tür parmaklık yapılır herhalde. Ya da duvar. Tepesine dikenli tel falan da kondurulur.
- Bu neden gerekli ki?
- İnsanları içeride ya da dışarıda tutabilmek için!
- Yani biz bu sabah kendimizi bir ülkeye ait zannederek uyandık, hatta hâlâ o ülkeye aitiz ama ülkenin kendisi değişti, öyle mi?
- Ben sadece emirleri uyguluyorum!
(Geçen yıldan kalma güncel bir yazı…)