Geçtiğimiz haftalarda birkaç arkadaş öğle yemeği için bir araya geldik. Kıbrıs’ın güneşli kışından yararlanarak açık havada oturuyorduk. Birden yanımıza uzun yıllar Londra’da yaşayan bir tanıdık geldi ve korona yüzünden Londra’ya dönemediğini, adaya hapsolduğunu söyledi.
“Maalesef hepimiz aynı durumdayız, önce sağlık” demeye varmadan, “bütün bunlar yalandır, korona morona yoktur, bizi aldatıyorlar” demez mi?
Doğrusu şaşırmadım. Bütün o ölümcül tehdidine rağmen pek çok insan hala korona pandemisinin birileri tarafından uydurulduğunu söylüyor. Bazıları Trump gibi, virüsün Çin laboratuvarlarında üretilip dünyaya salındığını iddia ediyor. Amaç, dünya ekonomilerini batırıp, Çin’in öne geçmesiymiş. Bazıları da elitlerin kalabalıkları kontrol altında tutmaları için bu yalanı uydurduklarını söylüyor.
Ve daha neler...
Amerikalı kurgu yazarı Dean R. Koontz 1981 yılında kaleme aldığı “The Eyes of Darkness” (Karanlığın Gözleri) adlı romanında Çin’in Wuhan şehrinde bir laboratuvarda “Wuhan 400” adlı bir virüsün üretildiğini yazar. Gerçekten de 2015 yılında Wuhan’da bir salgın merkezi kurulur.
Komplocuların gözünde “tesadüf” diye bir şey olmadığı için, romanda anlatılanlarla yıllar sonra Wuhan’da kurulan merkez arasında mutlaka paralellik vardır!
Komplocu mantıkta “tesadüf” diye bir şey olmadığından, her şey önceden planlanmıştır ve birbirine bağlıdır. Perde arkasında birileri ipleri ellerinde tutmakta ve her şeyi yönlendirmektedir.
Komplo teorileri her zaman yaygın olagelmiştir. İnsanlar ezelden beri olguların arkasında komplo aramaya yatkındırlar. “Birileri bize kötülük yapma peşindedir” saplantısıyla olayların seyrini perde arkasında ipleri ellerinde tutan gizemli kişi ve örgütlerle açıklamak, insanlık tarihi kadar eskidir.
Fakat günümüzde sosyal medya sayesinde komplo teorileri hızlı bir şekilde dolaşıma sokulabiliyor. Hatta psikologlar komploya inananların özelliklerini incelemeye aldılar. Buna göre, her şeyin ak ve kara olmasını isteyen, olmadığı zaman bundan rahatsızlık duyan, statü kaybına uğrama korkusu yaşayanlar komplolara inanmaya daha yatkındır.
Bugünlerde özellikle milliyetçilere ve aşırı sağcı popülistlere bakılırsa, bilim, siyaset ve medya “yalan” söylemektedir. Komplo teorisyenleri, aldatılmış bir kamuoyundan söz ediyor ve halkı yukarıdaki güçlü elitlerin kötülüğünden korumak için doğru bilgilendirdiklerini söylüyorlar. Aslında açıkça bilimsel bilgileri reddediyorlar.
Tarihte karşılaştığımız pek çok komplo teorisi vardır fakat sonuçları itibarıyla en korkunç olanı, anti-simitizm olmuştur.” Yahudi finans çevrelerinin” dünyaya hükmetmek için kötücül işler kotardıklarına dair geliştirilen komplo teorileri, Nazizim’le birlikte doruğa tırmandı ve insanlığı gördüğü en dehşet verici soykırım yaşandı. Hitler, başka şeyler yanında, Yahudileri büyük kötülük olarak gördüğü ve “Bolşevizm” olarak adlandırdığı komünizm için de sorumlu tutuyordu. Sovyetler Birliği için “Yahudi diktatörlüğü” veya “Moskova Yahudi hükümeti” gibi kavramlar kullanıyordu. “Yahudi Marksizminden” söz ediyordu. Bir konuşmasında “Rusya’da üstte yüzen işçiler değil, Yahudilerdir” diyordu. Bütün kötülüklerin kaynağı olarak görüp şeytanlaştırdığı Yahudiler’den dünyayı kurtarmayı “Tanrı’ya hizmet etmek” olarak anlıyordu.
Ülkemizde de komplo teorileri çok yaygındır. Eleştirel değil ama şüpheci olan –bu sorgulayıcı bir şüphecilik değil, öküz altında buzağı aramadır- Kıbrıslılar, özellikle yakın Kıbrıs tarihini komplolarla açıklamaya çok meraklıdırlar. Bu konuda sayısız örnek verilebilir...
Stephen Hawking, “bilginin en büyük düşmanı cahillik değil, bilgili olma sanısına kapılmaktır” der. Sanırım bu saptama komploya inanan Kıbrıslıları iyi anlatır...