Türkiye’ye sokulmayan Kıbrıslıtürk solcuların yaşadıklarını, yıllar önce Kıbrıslırumlar da yaşamış... Onlar da “komünist” oldukları gerekçesiyle Yunanistan’a sokulmayıp sınırdışı edilmişler... Çok değerli arkadaşımız Pandelis Mina, 1963’te başından geçenleri anlattı... Kendisi de 1963 yılı Ağustos ayında “komünist” olduğu gerekçesiyle Yunanistan’a sokulmamış ve sınırdışı edilmiş. Ancak bu konuda sessiz kalmamış, döner dönmez başından geçenleri her tarafa duyurmuş, bununla mücadele etmiş ve nihayetinde öğrenimini sürdürmek üzere Atina'ya ’eri dönebilmiş...
Bu konuda başından geçenleri “Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler” başlıklı sayfamız için kaleme almasını istedik, o da bizi kırmayarak yazdı...
Son dönemde Abdullah Korkmazhan, Ali Kişmir, Ali Bizden, Okan Dağlı gibi Kıbrıslıtürk aydınlar, “güvenlik tehdidi arzettikleri” iddiasıyla Türkiye’ye sokulmayarak gerisin geri Kıbrıs’a gönderilmişlerdi... Kıbrıslıtürk yetkililer ise bu durumu “normal” karşılayarak, kendi yurttaşlarının bu şekilde muamele görmesine herhangi bir ciddi tepki koymamışlar, isteyenin TC Büyükelçiliği’ne giderek “kara liste”de olup olmadığını öğrenebileceğini ifade ettikleri “açıklamalar”da bulunmuşlardı...
Pandelis Mina, bu olayları yakından takip eden birisi olarak bizimle kendi öyküsünü paylaştı ve “güvenlik tehdidi oluşturduğu” iddiasıyla Türkiye’ye sokulmayan ve sınırdışı edilen Kıbrıslıtürk aydınlara her platformda seslerini yükseltmeleri çağrısında bulundu.
Pandelis Mina arkadaşımızın İngilizce olarak kaleme aldığı yazıyı okurlarımız için Türkçeleştirdik... Pandelis Mina şöyle yazdı:
“29 Ağustos 1963 tarihinde Mağusa’dan Pegasus gemisine binmiştim, Atina’da yüksek öğrenime gitmek üzere... 18 yaşındaydım, Mağusa/Maraş’ta liseden henüz mezun olmuştum... 31 Ağustos 1963 tarihinde ise Mağusa limanına geri dönmüştüm, bu kez Hermes gemisiyle geriye gönderilmiştim ve babamı sokaklarda bulunan bir paralı telefondan aramıştım...
Zavallı babam, “Atina nasıldır?” diye sormuştu... Ben ise “Mağusa limanındayım, lütfen bir taksi bulup gel beni al ve sana o zaman ne olduğunu izah edeceğim” dediğimde babam şoke olmuştu, çok utanıyordum, ağlıyordum ancak bu durumla savaşmakta da kararlıydım... Sınırdışı edilme öyküm ve onunla mücadelem de böyle başlamıştı işte...
Pegasus ile Hermes, yepizyeni Yunan gemileriydi, henüz denize indirilmişlerdi, hem içleri, hem de dışları birbirinin aynısıydı... Benim için trajik bir irniydi – sanki de hiç gemi değiştirmemiştim – ancak kendi kendime sürekli hatırlatmam gerekiyordu ki rüyalarımın şehrine doğru gitmiyordum – o dönem Atina için böyle hissediyordum – ancak köyüme dönüyordum, babamla yüzleşmeye... Babam benim Atina’ya gitmemi istememişti, akrabalarımızın bulunduğu Londra’ya göndermek istemişti beni fakat ben Atina’ya gitmek istemiştim ve onu hem çalışıp hem de öğrenimimi sürdüreceğim konusunda ikna etmiştim...
İlk sigaralarımı geriye dönüşte böylece satın almıştım, ilk kez sigara içiyordum hayatımda... Ve ancak 1980’li yıllarda sigarayı bırakacaktım...
Benim öyküm aslında tam bir Aziz Nesin öyküsü gibidir. Ahna köyünden bir köy çocuğu, Pileli bir kunduracının oğluydum, Maraş’ta daha liseyi bitirmeden önce, Atina’da ulusal güvenlik için tehlike oluşturmaya başlamıştım... (Ve daha sonra ortaya çıkacağı gibi, aynı zamanda “kraliyet ailesinin güvenliği için de bir tehdit” oluşturmaktaymışım...)
Önce pasaportuma “GİRİŞ” mühürü vurulmuştu Yunanistan’da ve sonra bunun üzerine çapraz çizgiler çekilerek altına da “deported as persona non grata” yani “istenmeyen şahıs olarak sınırdışı edilmiştir” diye yazılmıştı... Bu pasaport bana ileriki dönemde de sorun yaratacaktı...
Örneğin Aralık 1969’da Dover’den gerisin geri Fransa’ya sınırdışı edilecektim çünkü Britanyalılar’ı Yunanistan’dan yalnızca siyasi görüşlerim nedeniyle sınırdışı edildiğim, herhangi bir “yıkıcı faaliyetim” nedeniyle sınırdışı edilmediğim konusunda ikna edememiştim. Tüm bunları iyice anlayabilmek için insanın o dönemin “soğuk savaş” dönemi olduğunu, öylesi bir atmosferin hakim olduğunu falan hatırlaması gerekiyor...
Daha önce birkaç aylığına Paris’te bulunmuştum, bu da gerek Fransa’da, gerekse diğer Avrupa ülkelerinde kitlesel öğrenci “başkaldırılarının” (veya bazılarının dediği gibi “devrim”in) olduğu dönemden yalnızca bir yıl sonrasına rastlıyordu. Ne yazık ki bu “tarihi pasaport”, işgal altındaki Ahna’da bulunan evimizde kaldı ki orası artık “askeri bölge” olduğu için hiçbir şekilde Ahna’ya gidilemiyor...
Peki ama Yunanistan’ın ulusal güvenliğine yönelik bir “tehdit” haline nasıl gelmiştim? Sözünü ettiğim dönem, Yunanistan’ın Nazi Almanyası tarafından işgal edildiği dönemden çok daha fazla sayıda insanın öldürülmüş olduğu korkunç bir iç savaşın sona ermesinden yalnızca 14 sene sonraydı...
Yunanistan bir polis devleti olmuştu, batılı bir demokrasi kisvesi altında sahte bir demokrasiydi, binlerce siyasi tutuklu vardı ülkede. Rejimin desturu “kim bizimledir, kim bize karşıdır” şeklindeydi ve dolayısıyla bir “komünist”, “yıkıcı bir eleman”dı, bir “casus”tu vesaire vesaire...
O günlerde Yunanistan’da EDA diye bir parti vardı ki bunu “Birleşik Demokratik Sol” olarak çevirebiliriz. Bu partiyle ilgisi ya da teması olan herhangi bir kişi, yalnızca partinin gazetesi “Avgi”yi okuyor olsanız bile gizli bir “kayıt” altına alınmanıza ve ömrünüz boyunca bu kaydın sizi izlemesine yol açmaktaydı – bir “dışlanma”ya neden oluyor, kariyerinde veya başka herhangi bir alanda ilerlemesini engelliyordu... İşte bu nedenle pek çok Yunan, Almanya ve diğer ülkelere göç etmekteydi...
Yasal bir parti olan EDA, doğru veya yanlış (bana göre yanlıştı bu), o günlerde yasadışı olan KKE’nin (Yunanistan Komünist Partisi’nin), “yasal yüzü” olarak addedilmekteydi rejim tarafından ve “Avgi” gazetesi de komünist bir gazete olarak muamele görmekteydi.
Nisan 1963’te okul gezisiyle Atina’ya gitmiş olan Pandelis Mina yani ben, ömür boyu arkadaşım olacak olan Yorgos Elefteriu ile birlikte “Avgi” gazetesinin ofisini ziyaret etmiştik, insanlarla sohbet etmiş, dost olmuştuk ve hatta bu gazete bu ziyaretimizi yayınlamıştı da ki bu da bazılarını kaygılandırmıştı... Biz ise Pandelis ve Yorgos olarak hiç de kaygılı değildik. Çünkü inançlarımızı gizlemiyorduk. Bundan onur duyuyorduk ve mutluyduk...
İşte Pandelis Mina’yı yani beni Yunanistan’a yönelik “milli bir güvenlik tehdidi” haline getiren buydu... Hakkımdaki gizli “kayıtlar”, Yunan “gizli servisleri” tarafından tutuluyordu ve ister Yunanistan, ister Kıbrıs’ta yaptıklarım kayıt altına alınıyordu... Bu, Kıbrıs’ta askere gitmeme ve sonrasında da İngiltere’ye gitmeme kadar devam edecekti – bunlarda hiçbir sır yoktu ki, siyasi ve ideolojik görüşlerim ortadaydı ancak tüm bunlar korkunç biçimde çarpıtılmaktaydı...
Kısa gözaltı ve sınırdışı edilmem esnasında yetkili polis görevlisi bana Kıbrıs’a döner dönmez derhal bir gazetede bir açıklama yayınlamamı ve “Komünist Partisi”ni kınamamı (benim durumumda AKEL manasına gelecekti bu) “tavsiye” etti. Eğer böyle yapacak olursam, “herşeyin yolunda gideceği” konusunda bana güvence de vermekteydi...
Kıbrıs’a döner dönmez, bunun tam tersini yaptım. Onları kınadım ve bana yaptıklarını ortaya döktüm. Bir daktilom vardı ve bütün bün çalışarak öykümü kaleme aldım ve her tarafa gönderdim...
O günlerde Mağusa AKEL Bölge Sekreteri olan rahmetlik Mihalis Pumburis, tüm bu süreçte yanımda duracaktı... O günlerde AKEL Genel Sekreteri olan Ezekias Papayuannu da Temsilciler Meclisi’nde benim sınırdışı edilmemle ilgili bir soru soracaktı. O günlerde Dışişleri Bakanı olan Spiros Kiprianu, “bu konuya bakacağı” yönünde bir yanıt vermişti.
Yunanistan’da ise Avgi, öyküme bir tam sayfa yer vermişti – ortaya da bir fotoğrafımı koymuştu. O günlerde gazeteler henüz büyük formatta basılmaktaydı... Geçmiş ziyaretimden edindiğim dostlar da bana yardımcı oldular ve bu arkadaşlık, tüm hayatıma damga vuracaktı...
Gerek Yunanistan, gerekse Kıbrıs’ta başka gazeteler de durumumla ilgili daha kısa yazılar yazdılar. Sınırdışı edilmemle ilgili en az 50 tane haber çıktığını hesaplamıştım o günlerde...
unanistan’daki öğrenci ve gençlik örgütleri de sınırdışı edilmemi protesto eden açıklamalar yapmışlar ve derhal Atina’ya geri dönerek öğrenimime devam etmemin sağlanmasını talep etmişlerdi...
Yunanistan parlamentosundaki milletvekilleri de hükümetin bakanlarına sık sık benim durumumu sormaktaydı... Kısacası, siyasi gelişmeler ve hükümet değişikliği ardından, Atina’ya dönmeme izin verilecekti...
Atina’ya döner dönmez EDA merkez ofisinde istihdam edilecektim, onların Dış İlişkiler Bürosu’nun bir üyesi olarak. Buradaki esas görevimiz, yabancı dillerde enformasyon bültenleri üretmek ve bunları yabancı ülkelerdeki insanlara posta yoluyla göndermekti – bültenlerde siyasi tutuklular ve Yunanistan’daki durumla ilgili son durum hakkında bilgiler bulunmaktaydı.
Bir sene kadar sonra ise beni Avgi gazetesine gönderdiler, altı genç insan arasındaydım, gazeteci olarak eğitilmek üzere Avgi’ye gönderilmiştim... 21 Nisan 1967 darbesi beni o gazetede çalışırken bulacaktı...
Cunta, Avgi’yi kapatacak ve mallarına el koyacaktı. Başka bazı gazeteler de kapatılacaktı... Tüm bunlara rağmen yaptıklarımdan hiçbir zaman pişman olmadım. Direnişimle, sınırdışı edildiğim talihsizliği bir nimete dönüştürmüştüm...
Bu öyküyü Türkiye’nin kendilerini sınırdışı edip ülkeye girmelerini yasakladığı Kıbrıs’ın kuzeyinden Kıbrıslı kardeşlerimiz için paylaştım... Kendinizi sessizliğe gömmeyiniz. Sesinizin her yerde duyulmasını sağlayınız, buna Türkiye de dahildir, eminim ki orada da pek çok insan sizi destekleyecektir...”
30 Kasım 1963 tarihli gazetenin küpürü: Gazetede şöyle yazıyor: “İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Bay Panayiotopulos’un kararıyla, Kıbrıslı öğrenci Pandelis Mina’ya Atina Üniversitesi’nde öğrenim görmek için Yunanistan’a giriş izni verilmiştir. Geçtiğimiz Ağustos ayında polis Mina’yı komünist olması nedeniyle Kıbrıs’a dönmeye zorlamıştı...”
Pantelis Mina, Atina'da Akropol'de Avgi gazetesini okurken...
(Pandelis Mina’nın İngilizce olarak kaleme aldığı yazıyı Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).