Tufan Erhürman
tufaner@yahoo.com
Bir savaş alanındayım. Kılıçların sesleri kulaklarımı tırmalıyor. Japon kılıç sanatını bilenlere bakılırsa, bu kılıçları üretenler de, onları kullananlar da ustalıktan nasibini almamış. Onlara öğrenci demek bile iltifat babındadır.
Calvino, “Kılıç ve Yapraklar” isimli denemesinde, Dr. Suzuki’nin Zen Budizm üzerine yazılmış kitaplarından yararlanarak, kusursuz (usta) Samuray’ın, dikkatini asla hasmın kılıcına, kendi kılıcına, vurmaya veya kendini savunmaya vermediğini, yalnızca nefsini yok etmekle meşgul olduğunu, kılıçla değil, kılıçsızlıkla galip gelindiğini bildiğini anlatır (Italo Calvino, Kum Koleksiyonu, çev. Kemal Atakay, İstanbul, YKY, 2008, s. 180).
Oysa benim bulunduğum savaş alanında nefsini yok etmekle değil, onu ululamakla iştigal edenler gırla. Dikkatler, kılıcı en öldürücü noktaya vurmaya yönelmiş; savunma bile ikinci planda. Kılıcının yeterince keskin olmadığını, vurduğunda öldürmediğini, olsa olsa yaraladığını düşünenler mola alarak saha dışına çıkıp daha keskin kılıçlar arıyorlar kendilerine.
Kılıç üreticilerinin de savaşçılardan çok farkı yok. Onlar da gecelerini gündüzlerine katıp, bir darbede hasmı yok edecek, savaş alanından silip süpürecek, neye dokunursa onu ortasından ikiye ayıracak o en keskin kılıcı üretmeye adamışlar yaşamlarını. Böyle bir kılıcı üretecek kişinin “usta”lığının tescilleneceğinden eminler. Oysa Calvino’nun aktardığı Zen meselinde ustalığın ölçütü çok başka bir şey. Şöyle aktarır Calvino o meseli:
“Büyük bir kılıç yapımcısının öğrencisi, ustasını geçtiğini iddia ediyormuş. Kılıçlarının ne kadar keskin olduğunu sınamak için, bir kılıcı bir dereye daldırmış. Akıntının sürüklediği ölü yapraklar, kılıcın keskin ağzına değince, ikiye bölünüyormuş. Usta, kendi yaptığı bir kılıcı dereye daldırmış. Yapraklar, kılıcın keskin ağzına bana mısın demeden akıp gidiyormuş” (Calvino, s. 180).
Usta’nın kılıcının keskin olmadığını imlemez bu mesel. Ustanın kılıcı da keskindir, hem de öğrencininkinden bile daha keskindir muhtemelen ama o kılıç, yaprakları kesmemektedir. Belki yaprakları kesmek gibi nafile bir amaç için yapılmadığından, belki de Calvino’nun Tokyo Ulusal Müzesi’ni gezerken edindiğini söylediği ilk izlenimde olduğu gibi, amacı saldırmak ya da kendini savunmak değil, düşmanları korkutmak, onlara dehşet verici bir imgeyi kabul ettirmek olduğundan (Calvino, s. 179) .
Kılıç üretiminde ustalık en öldürücü kılıcı yapmakta değil kısacası. Ustalık en korkutucu kılıcı yapmakta. Kılıç kullanımında ise ustalık hasmı değil, kendi nefsini öldürmekte.
Oysa bizim savaş alanında işler hiç de böyle yürümemekte. Dediğim gibi, kılıç üreticileri ustalaşmak için en öldürücü, hatta hiç gerek yokken yaprakları bile bir dokunuşta ikiye ayırabilen silahları üretmeye çalışırken, kılıç kuşanan nefsini beslemek için didinip durmakta, devirdiği her cesedi bir madalya gibi göğsüne takıp, madalyaları artırarak “usta”laşmaya gayret etmektedir.
Bu durumda ustalık taslayanlar hakiki manada usta olmadıklarından, onlardan öğrendikleriyle onları geçmeye çalışanlar da Japon savaş sanatı açısından çırak (ya da öğrenci) sayılmayacaklardır elbette.
Ustaların ve çırakların bulunmadığı bir yerde bir sanatın ya da zanaatın bihakkın icra edildiğini iddia etmek herhalde mümkün değildir. Bu şartlar altında, içinde olduğum o alanda yapılana “savaş” değil, “kör dövüşü” demek daha doğru olabilir. Kör dövüşü, TDK’nın sözlüğünde, “aynı şeyi gerçekleştirecek kimselerin birbirinden habersiz ve birbirini engelleyecek biçimdeki düzensiz çabaları” olarak tanımlanıyor. İlk bakışta, “birbirinden habersiz olma” şartının bizim alanda geçerli olmadığı düşünülebilir ancak birbirinden haberdar olmak da sanırım oralarda birilerinin bulunduğunu bilmekten çok daha fazla bir mana ifade ediyor. Böyle düşündüğümüz zaman, bence kör dövüşü tanımlaması bizim alana cuk oturuyor.
Kılıç sesleri kulaklarımı, etraftaki kan kokusu burnumu, görmek zorunda kaldıklarım gözlerimi, elime uzanan eller tenimi, dilimden dökülmesine mani olamadığım sözler dilimi tırmalıyor. Beş duyumun beşi bir yerde iflas etmiş durumda. Ama hiç hazzetmediğim savaşı bile sanat ya da zanaat derecesine tırmandıracak bu kör dövüşü en şedit biçimde devam ediyor. Kendini usta sananlar usta başı, öğrenci sananlar usta olmak için her gün biraz daha keskinleşen kılıçlarıyla ve her gün biraz daha şişkinleşen egolarıyla birbirlerine saldırmaya devam ediyorlar. Ve galibiyetin kılıçla değil ancak kılıçsızlıkla kazanılabileceğini öğrenenler alana inmedikçe, bu kör dövüşünün bitmeyeceği artık açık biçimde görülebiliyor.