Ünlü Şilili yazar Ariel Dorfman, barışa ulaşmak için iki önemli erdemden söz eder: “Zayıf olan taraf onurunda, direnişinde ve korkularını yenmede ısrar ederse, güçlü olan taraf da sahip olduğu üstünlüğüyle kasılmaktan vazgeçer, kendisine karşı çıkılmasına izin verecek kadar cesur olursa, savaşın önüne geçilebilir.”
Böyle diyor Dorfman.
Gerçekten de zayıf olan tarafın korkularını yenmeye çalışması, güçlü tarafın da kibirden uzaklaşarak zayıf tarafı anlamaya çalışması, barış için sahip olmamız gereken erdemlerin başında gelir.
Tarihin tanıklığının da gösterdiği gibi, bu erdemlerin yokluğunda barışa ulaşmak neredeyse imkansızdır.
Bitmeyen uyuşmazlıkların ve anlaşmayla noktalanmamış ateşkes ortamının hüküm sürdüğü bir savaş mekanı olan ülkemiz Kıbrıs’ta maalesef bu erdemlerden eser yok.
Oysa bunlara o kadar ihtiyacımız var ki…
1950’li yılların ikinci yarısında başlayan etnik çatışma çeşitli aşamalardan geçerek günümüzün bölünmüş Kıbrıs’ına kadar gelmişse ve hala barıştan uzak yaşıyorsak, bu, çatışma sürecinin her aşamasında zayıf tarafın korkularına yenilmesi, güçlü tarafın da kibirli olmasındandır.
1974 öncesinin zayıf tarafı Kıbrıs Türk toplumunun modern tarihi zaten bir “korku tarihidir”. 20. yüzyılın başında kapıldığı Enosis-korkusu toplum yaşamının bütün alanlarına damgasını vurdu ve geleceğe yön veren bir faktör oldu.
Kıbrıs Cumhuriyeti kurulup Enosis’in yasaklanmasına karşın Kıbrıs Türk toplumunu yönetenler Enosis-korkusunu üstlerinden atamadılar ve bu doğrultuda en küçük bir çaba bile göstermediler. Kıbrıs Rum toplumu ile birlikte yaşamayı bir tehdit olarak algılamaya devam ettiler ve istişare etme yerine adeta “kaçmayı” tercih ettiler.
Bu süreçte güçlü taraf olan Kıbrıs Rum toplumu ise, Kıbrıs Türk toplumunun korku ve endişelerini gidermesine yardımcı olmadığı gibi, kibirli tutumuyla korkuların depreşmesine yol açtı.
1974’te roller değişti. Türkiye’nin adadaki askeri varlığı sonucunda Türk tarafı güçlü taraf oldu. Kıbrıs Rum toplumu derin bir Türkiye korkusuna kapıldı. Toplumu bütünüyle kuşatan bu korku, Kıbrıs Rum toplumunun barış yapma potansiyelini sekteye uğrattı. Her çözüm girişiminin, her çözüm önerisinin arkasında “Türkiye’nin çıkarlarını” görmeye başladı ve “Kıbrıs Helenizm’inin yok olacağı” hissine kapılarak çözüm arayışlarında zor bir muhatap oldu.
Bu korku Kıbrıs Rum toplumunda öylesin derin yaşanıyor ki, Kıbrıs Türk toplumuna karşı en küçük açılımları bile yapamıyor.
Peki, güçlü taraf olan Türk tarfaı ne yaptı, ne yapıyor?
Kibirle, kendini beğenmiş bir edayla kasım kasım kasılıyor. Kıbrıs Rum toplumunun korkularını gidermesine yardımcı olmadığı gibi, bu korkuları daha da depreştiriyor.
Kıbrıs’ın barıştan yoksun olmasının arkasında bu Korku ve Kibir Diyalektiği yatıyor.
Bugün Kıbrıs’ta sıcak bir çatışma yaşanmıyorsa, bu, kimseyi yanıltmamalı. Ateşkes hattının ayırdığı insanların yaşadığı bir ülkede barıştan söz edilemez. İnsanlar “Ateş-Hattı” üstünde oturmaktadırlar ve “şiddet ve savaş ortamında” yaşamaktadırlar. Bugün sembolik şiddet ve “silahsız savaş” olarak yaşadığımız bu ortamının yarın nasıl bir biçim alacağını hiç kimse önceden kestiremez.
Korku ve Kibir Diyalektiğinin hüküm sürdüğü ülkemizde günümüz sefil, geleceğimiz ise belirsiz demektir.
Bitirirken bir hatırlatmada bulunayım. Eski Yunan’da Barış (İrini) adil düzeni temsil eden Themis’in kızı ve adaleti temsil eden Dike’nin kız kardeşiydi.
Yani barış, adil düzen ve adalet üzerine bina edildiği zaman kalıcı olabilir.