Korkutan Okumak

Okumak da yazmak da bir serüvendir.

 

Yılmaz Akgünlü
yakgunlu@yahoo.com

Pırlantadan alınmayan vergi, kitaptan alınıyordu; çünkü pırlanta alandan değil, kitap okuyanlardan korkuluyordu. (Emile Zola)

Okumakla ilgili incelenecek çok konu var. Neleri okumak, nasıl okumak? Her okumanın, her okuyanın gerçekten doğru bir tutuma sahip olup olmadığı. Okumakla kazanılan ya da kaybedilen şeyler. Bir propaganda ve hükmetme aracı olarak düşüncelerin okutulması. Metinlerin türleri, gerçek metinler, sahte metinler… Okumak sonsuzluk kadar büyük…

Eğitim süremiz boyunca okullarda harfleri ve cümleleri nasıl tanıyıp anlamlandıracağımız öğretilir ve buna okuma yazmayı öğrenmek denir. Bu okumanın ilk adımıdır, ancak daha sonrası konusunda pek bir eğitim almayız. Oysa okumak bundan daha öte bir anlama sahiptir. Okuduklarımızı nasıl daha iyi anlayacağımız ve bir bütün olarak okuma sanatı çoğunlukla kendi kendimize geliştirmek zorunda olduğumuz bir sanattır. Çoğu insan bunu bir sanat olarak görmediğinden olsa gerek bir süre sonra ya okumaktan sıkılır ya da okuduklarını yeterince anlamamaya ya da yanlış anlamaya başlar. Yüzeysel ve kolay anlaşılır kitaplar okurlar arasında popüler olurken emek isteyerek okunması gerekenler ise bir kenara atılır.

Okumak mutlaka bir öğrenme sürecini beraberinde getirmez. Hatta çoğu zaman yorumlayıp sindirmeden kendimizi okuduklarımızla doldurmak bizi yaşamı öğrenmekten alıkoyabilir. Konfiçyüs’ün “düşünmeden öğrenmek faydasız, öğrenmeden düşünmek tehlikelidir” sözünü ciddiye alacak olursak, bilgi edinme ve bilgiye dayalı olarak tutarlı ve üretken düşünmenin anlamı üzerinde daha çok kafa yorabiliriz belki de. Birçok yazar için okumak ve yazmak yaşamın en büyüleyici uğraşı olmuştur. Mesela Borges, ben yaşamadım okudum demiştir. Okumayı yaşamın karşısında bir yere koymak değildir Borges’in buradaki amacı, okumanın daha geniş bir anlamda, hissederek, düşünerek, fark ederek yaşamak olduğunu vurgulamak olsa gerek yaptığı. Sığ anlamıyla okumak sözcüklerin zihin aynamızda belirmesi, cümlelerin bir kez de içimizden seslendirilmesidir. İçinde çok az gerçek emek ve çalışma vardır. Oysa gerçekten okuyan okuduklarıyla amansız bir savaşa girer. Onlarla tanışır, arkadaş olur, bazen şiddetli kavgalar eder ve onu terk eder. Bazense ona aşık olur ve aklından çıkaramaz. Benim için Tao Te Ching böyle bir kitaptır mesela. Bu kadim eserde geçen her sözcük beni büyülemiştir. Bazen bir cümlenin anlamını uzun süre anlayamamışımdır. Büyük bir mutsuzluğu canın gibi sev demiştir Lao Tzu. İnsanı şok eden bu söz ne demek istemektedir? Belki de yıllarca tam anlayamadığınız bir cümleyi yaşadığınız bir olay ya da deneyim sonucunda ansızın kavrayıverirsiniz. O zaman anlarsınız Lao Tzu’nun sözcüklerindeki ışığı, nasıl bir bilgelikle bu sözü söyleyiverdiğini korkmadan.

Okumak, yani gerçek anlamıyla okumak o metni sizin bizzat kendi düşünce dünyanızda yazmanız demektir. Okur aynı zamanda bir yazardır da. Metin okur tarafından kendi gerçeklerine göre anlamlandırılır. Yorumlanmamış bir metin okunmuş değildir. Tabii ki burada herkesçe aynı şekilde anlaşılabilecek, yüzeysel konularda yazılmış metinlerden bahsetmiyorum, onlara bir metin bile denemez, sadece nesnel bilgilerin aktarılmasıdır. Gerçek bir metin ise bizi yaşamın sırlarına doğru çıkaran tehlikeli bir kapıdır. Bu kapıdan geçip bu sırları keşfetmeye cesaretiniz varsa okumak sizi son derece uyaran, meydan okuyan, zorlayan kimi zaman sarsıp yıkan bir eyleme dönüşür. Düşünce dünyamızın açılması, yaşamı olduğu gibi, bütün kötülük, eksiklik ve güzellikleriyle kavramanın yolu okurken kazandığımız fikirler sayesinde olur.

Okuduğumuz her ürün farklı bir yapıya sahiptir. Genellikle her konuda olduğu gibi yazı sanatında da düz yazı ve şiir gibi iki temel tür ayırt ederiz. Gerçi her şiir gibi görünen eser şiir değil, her düz yazıda düz yazı değildir. Bazıları düz yazıyla da anlaşılabilecek birkaç cümleyi yan yana değil de alt alta yazarak şiir yazdıklarını sanırlar. Bazı düz yazılarda şiirsel bir derinlikten yoksundurlar ve izlenim ve fikirlerin çoğunlukla kendilerinden önce gelen yazılara çok benzer bir tarzda aktarılmasıdırlar. Düz yazı aklımıza, şiir ise duygularımıza hitap eder anlayışı vardır. Böyle bir ayırım ne kadar sağlıklıdır tartışılır. İyi bir yazı ister şiir olsun ister düzyazı zihnimizin bütünlüğüne hitap etmelidir. Düşünceyle duygu birbirinden ayrıldıkları ölçüde değerlerini kaybedeceklerine göre, duygusuz bir düzyazı da, düşüncesiz zayıf bir şiir de yeterli estetik tada sahip olmayabilir. Şiir çok kolay anlaşılır düşüncelerden oluşursa, çok anlamlılığın ve belirsizliğin gizemini taşımazsa sönükleşir. Düzyazı da benzer şekilde, aşırı ölçüde mantıklı ve bilimsel olmaya çalışırsa canlılığını kaybeder. Bilimsel bir yazının da duygu ve canlılık içeren bir üslupla yazılabileceğine inanıyorum.

Okumak da yazmak da bir serüvendir. Yazar yeni ve değişik bir yol kat etmişse, okurun bilmediği alemlere yolculuk etmişse ve izlenimlerini yeterince etkili bir biçimde aktarabilirse eseri okunmaya değer olur. Eğer herkesin bildiği yollarda gezinip herkesin bildiği şeyleri yazarsanız eseriniz okuyucuya pek bir şey katmaz. Yazar içsel anlamda da dışsal anlamda da yeni ve özgün şeyler yaşamış olabilir, bunları hakiki halleriyle kendini ortaya koyarak yazarsa onun eseri gerçek bir eserdir ve okurun kalbinde hak ettiği yeri alır. Bir yazarın eserinin yaşadığı tek yer okurda yaptığı değişikliktir. Okurun daha okurken bile iç görülerinin açılmasını, neşelenmesini, yaşama sevindi duymasını sağlamışsa, ona yaşama heyecanı ve sevinç verebilmişse bu eserin canlılığına bir kanıttır.

Bedensel besinler kadar, zihinsel ve ruhsal besinlere de gereksiniriz. Okumak bize bu zihinsel ve ruhsal besini sağlar, elbette müzik, resim ya da sinema gibi sanatlarda bu besini sağlama konusunda çok etkilidirler. Okumak besini almak ise, düşünmek ve yazmak ise bu düşünce besinlerinin sindirilmesidir. Okuma sanatı da burada devreye giriyor. Neyin nasıl okunacağını bilmek kadar okuduklarımızı nasıl okuyacağımız ve nasıl sindireceğimizi de öğrenmemiz gereken şeylerdir.

Hiç besin almazsanız mideniz belki bir süre rahat eder, ancak gıdasızlıktan hasta olursunuz. Zihinsel ve ruhsal anlamda da besin almamak zihin ve ruh sağlığımızı bozar. Nasıl mide açken ürettiği asitle kendi kendini bozarsa, zihinsel besini olamayan bir zihin de kaygı, anlamsızlık, depresyon gibi zihinsel temelli sorunlar yaşamaya başlar. Bu nedenle okumak bir lüks değil ciddi bir ihtiyaçtır. Ancak doğru besinlerin alınması gerekir. Önümüze çıkan her kitap besleyici değildir. Kimisi fast food gibi geçici olarak doyursa da temelde zararlıdır.

Shunryu Suzuki’nin dediği gibi, bazı kitaplar ilaç gibidir bazıları da yemek. İlaç gibi olanları kısa kısa ve az okumalıyız. Romanlar ya da bazı bilgilendirici kitaplar yemek gibi olabilirler. Ancak buradaki temel nokta, kişinin okuduklarının zihninde karmaşaya yol açmayacak oranda olması gerektiğidir. Bu nedenle okuduklarımızı yavaş ve dikkatli bir şekilde okumalıyız. Anlayamadığımız ya da zihnimizin huzurunu bozan düşünceler dikkatlice incelenmelidir. Belki de çok büyük değer taşıyorlardır da iyice sindirilmeleri gerekir. Hazımsızlık yapmalarının nedeni iyice çiğnenmeden yutulmuş olmalarıdırlar. Okumak rastgele bir etkinlik değildir, son derece güçlü bir eylemdir ve okuduğunuz çoğu şey zihninize girip orada bir süre yaşam sürer. Çünkü biz insanlar izlenimlerle beslenen varlıklarız, karşılaştığımız her şey su, hava, yemek, müzik ya da düşünceler bize çarpan, etkileyen, bizim dinamik bir biçimde etkileşim kurduğumuz uyarıcılardır. Onlar bizi biçimlendirir, biz de onları üretebiliriz.

Okumak dünyamızı betimleyen düşünceler oluşturabileceği gibi, iyi bir kitap düşüncelerin ötesindeki bir uyanıklığı da teşvik edebilir, yaşamın özüne dokunma hissimizi ortaya çıkarabilir. Yaşadığımız anlar, yaşamımızın bütünlüğü sözcüklerden oluşmaz. Sözcükler, kendimizi kendimize anlattığımız şeyler, bulanık bir sis gibi çevremizi sarıp bizi gerçeğin algısından mahrum bırakabilirler. Gerçeklik, onun hakkında yaptığımız yorumdan ötede her anımızın özgün tadı olarak sarsılmaz biçimde ordadır. O güven ve neşedir, anlam ve mutluluktur. Onunla sözcükler olmadan doğrudan doğruya karşılaşmak gerekir.

İyi bir kitap beni çalışma moduna sokan kitaptır demiş Emerson. Okuduğumuz şeylerin bizi nasıl etkilediği konusunda gözlemci olmalıyız. Okuduklarımız zihnimizi esnetip, merakımızı arttırıyor mu? Yoksa bizim yaşamsal enerjimizi ve özgüvenimizi mi azaltıyor? Bizi saçma sapan inançlar ve saplantılı düşüncelere mi maruz bırakıyor? Ya da önümüzdeki ufukları genişletip sorgulama ve öğrenme heyecanımızı mı kışkırtıyor? Her dönem insanların bazı duygularını kullanarak ilgilerini çekmeye ve düşünce dünyamızı yönetmeye çalışan kitaplar olmuştur. Uzaylılar ya da ufolarla ilgili kitaplar, ya da ucuz aşk romanları gibi kitaplar sağlıklı bir şekilde düşünme alışkanlığı kazanmamış bireylerin zihnini yeni batıl inançlar ya da yaşamla ilgili birçok kalıp ve önyargıyla doldurabilmektedir. Son dönemlere olumlu düşünmeyi öğretmeye çalışan kitaplar çoğalmıştır. Son derece yüzeysel yaklaşımlar, süslenip püslenip pop kültürünün felsefesini oluşturmaya çalışmaktadır. Bu pop felsefeler bazı doğrular içerseler de önerdikleri reçetelerin ağrı kesici almaktan farkı yoktur. Sorunların kaynağı çözülmeden olumlu düşünme kişiyi sadece uyuşturur.

Nihai anlamda kişi ne okursa okusun, onu kendi zihnine yansıtır. Ve okuyan zihnin bu hareketi, okunan şeyin içeriğinden daha da önemlidir. Okuduklarımız bizi harekete geçirip üretken olmamızı sağlayabilirse onlardan doğru şekilde yararlanmış oluruz.

Okumak çağları ve mekanları aşar yok eder. Normalde çevremiz, toplum son derece sınırlı fikirlerle sarılıdır. Bizi asla kasabamızın ötesine götüremezler. Bizi yeni ve hakiki bir insan yapmaya bu fikirler yetmez. Ne babamızdan ne komşumuzdan duyamayacağımız bazı düşüncelere, bilgilere okuyarak ulaşabiliriz ancak. Kitaplar okurla yazar arasındaki mahrem bir köprüdür. Bu köprüden sadece biz geçebiliriz. Bu köprüden geçtiğimizde artık yazarın ömür boyu nice emek ve çabalarla kazandıklarının anlamını kavrayabilir ve sadece onun pasif bir tanığı olmaktan öte onun karşısında bir birey olarak durarak kendi derinliğimizi ona sunabiliriz, ona meydan okur ve sonra kendi yolumuza devam ederiz. Her okur, her yazar birbirlerine bir şeyler katarak sonsuzluğa kanat açarlar.

Dergiler Haberleri