KÖRLÜK hallerimiz...

Cenk Mutluyakalı

 

KÖRLÜK hallerimiz...


‘Körsünüz’ bir an...
Yani aşk gelmiş kapıya, daha ‘kim o’ diyemeden siz, dalmış içeri...
Ama sadece ‘düşsel’ değil, diyelim ki gözleriniz görmüyor, gerçekten.
Yani ‘karanlık’ önünüz, ardınız, yanınız, yirmi dört saat, dört mevsim...

* * *

Kokular yön veriyor size böyle bir durumda...
Ürperişler uyarıyor...
İncecik bir esinti sizi pencerenin yanına taşıyor...
Kekik nefesi yol gösteriyor, bodur bir saksıda, balkonda, tam da yatak sandalyenize doğru...
Uzanıyorsunuz hayallere...

* * *

Çok daha fazla dokunuyor, hissediyorsunuz...
Usul usul seğiren yüz kıvrımlarını ezberliyor, yol haritasını çıkarıyorsunuz ipeksi saçların...
Seslerle uyanıyorsunuz...

Günün her saatinin tınılarını  keşfediyorsunuz zamanla...
Çok iyi tanıyorsunuz ilk aydınlığı, bir kuş ötüşü belki...
Gece tütenlerle soluyorsunuz karanlık içinde şeb’i...

Kilise çanları, ezan sesleri, trafik uğultuları, çocuk çığlıkları akreple yelkovan gibi...

Bir pencereden denizin güzelliğini dalga sesiyle yaşıyor, sevgilinin gözlerini dudak iziyle gözlüyor, ten kokusunun ayırdına varıyorsunuz, uçsuz bir ustalıkla...

* * *

Kokular, sesler, ısılar ve tortular arasında yeniden keşfediyorsunuz hayatı...
Kendinizi içiyorsunuz kana kana...
Hiç fark etmediğiniz lezzetleri tadıyorsunuz, tininizin izinde...

* * *

Tutkulanıyorsunuz...
İçiniz içinize, yüreğiniz bedeninize sığmıyor bir türlü...

Yaşıyorsunuz...

* * *

Hem 'körlük' hallerini ister insan, hem de 'görmek'...

İkisi olmuyor ki beraber....

Ve şair der ki, “Kapalı gül goncaları gibi gözlerin...”

 

:::::::::::::::::::

Tank paletleri
 

Tank paletlerinin geride bıraktığı iz, yazın sıcağında çukurlar açar asfalta...

İlk yağmur düşünce, o çukurda biriken su, bir güvercin bekler...

...

Kadınlar siyahlarına bürünür savaşın yıldönümünde, kayıp çocukları için...
Ağıtlar yakılır Rumca, Türkçe.
Oğullar, kızlar, fotoğraflarına bakar hiç tanıma fırsatı bulamadıkları babalarının...
İçleri ağlar Rumca, Türkçe...

...
‘Hangi yarısını sevmeli yurdumun’ diye sorar Neşe...
Trompetin ‘acı’ sesine sıkışır ‘saygı’ marşı...
Yeni bebeler doğar, henüz hangi dilde konuşacağını bilmeden...


:::::::::::::::::::


H A F T A N I N   N O T C U K L A R I
 

* 16, 17 yaşında çocuklar gece yarısını geçirmeden evlerinde olmalıdır. Çünkü ‘ergen’ de olsalar o yaşta henüz ÇOCUKTURLAR. Bu tutuculuk değildir. ‘Çocuk’ olduklarını anımsatınız, gözünüzden ayırmayınız.

 

* Dilime takıldı şarkı, gitmiyor. Ne güzel anlatıyor bugünü: Herşey herkesleşiyordu...

 

* Herkes herşeyleşiyordu.

 

* Hani köşelerde biraz kelime haznesi, edebiyat, biraz da derinlik özler olduk.
Yeni dönem gazeteci-köşe yazarlarından en keyifle okuduğum, Vatan Mehmet...

 

* TEMMUZ!.. Kıbrıs’ın hüzün ayı.  15’iyle, 20’siyle... Milliyetçilik kıskacında kanadığımız, yaralandığımız, bölündüğümüz günler... Sizi kandırıyorlar ‘bayram’ diye, hangi gelenekte vardır ki acıları, terk edişleri, evlatları toprağa verişleri ‘bayram’ diye kutlamak?!

 

* En güzeli de ‘20 Temmuz Kıbrıslı Rumlar’ın da can, mal güvenliğini sağladı’ sözleri... Hele de ‘mal’ güvenliği (!) Kendi güvencemize aldık ganimeti, paylaşamadık bir türlü.

 

* Elbet bir gün, 30’lu yaşlarda bakanlarımız da olacak. ‘Biz görür müyüz’ diyorsanız, garanti veremem!

 

* Her yerde TATİL fotoğrafları, poz poz, ülke ülke... Gezginci millet olduk vesallam!.. Dünyayı gez, Kıbrıs’a gel ağla :)

 

* Yeri gelmişken bir hatırlatma: "Dünyanın en yüce tahtına da çıksanız, oturacağınız yer, yine kendi kıçınızın üstüdür."  (Bernard Shaw)

 

* Bayramda bir gece, doğduğum kentteyim :)
 

:::::::::::::::::::

KANADA'DAN MEKTUP

Hüseyin (Güven) abimiz Kanada’ya yerleşti ya, illa ki yedi böğrümüzden çatlatacak bizi... Her fırsatta şaşırdıklarını aktarıyor ya da medeniyeti...

En son bir fotoğraf gönderdi, yeni mobilya takımı geldi sandım, meğerse, sokaktaki çöp kutularıymış, belediyeye ait...

Hüseyin abi, geleceksin yine buralara, demedi deme !..

:::::::::::::::::::

 

harçlığını aydede’den koparan çocukluğum usulca
açtı yazın kapısını. yıldızları atlattıkça temmuz’un
arka bahçesinde kemalettin tuğcu’yla buluşmakta
şimdi. önce papaz’a sonra paşa’ya yem oldu bir
zamanlar portokal bahçelerini sarhoş eden sultani.

Ağustos’un alnına silah dayadı temmuz, kanatarak açtı
sonbaharın kapısını.  bir damla… bir… bir daha… sonra
çıt sesi. Küçük tanecikler dil altına yuvarlanırken söz
nara dönüstü, hıçkırık ayvaya.

Çalıkuşu’nu bitiremeden boyunlarına kurşun asan kızlar,
büyüdüler ve kolayca feda ettiler rahimlerini. Coğrafyayı
andıran kadınyüzler hüzün ki nasıl, boydanboya.
-direnmek mi, henüz değil, belki sonra!-

Çilingirdir sonbahar, kırarak açtı kışın kapısını. Rum
evlerindeki ganimetin en ıslak olanı. Şairin kazılarında
en çok rastladığı. ah! o ağlayan… ağlayan çocuk tabloları.

                                              Faize Özdemirciler / Deli Temmuz