Avustralya’dan çok değerli arkadaşımız, Avustralya’dan araştırmacı-yazar, grafik sanatçısı ve akademisyen Konstantinos Emmanuelle, Korno köyünden George Michael’ın hikayesini, kendi yaratmış olduğu “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” sayfası için üç bölüm halinde kaleme aldı. Biz de bu değerli arkadaşımızın bu çok ilginç yazısını okurlarımız için derleyip özetle Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle, “Tales of Cyprus”ta devamla şöyle yazıyor:
*** George’a göre Larrakeyah’da çok iş vardı ancak yeterli işçi yoktu... “Sydney’deki Kıbrıs Kulübü’ne yazarak nitelikli zanaatkarlar olup olmadığını sordum. Bana iki Kıbrıslı ile Stamatis Kotis adlı bir Yunan göndereceklerdi – Kotis nihayetinde kaynatam olacaktı. Stamatis usta bir tekne yapımcısıydı ve çok çalışkandı... O günlerde çok para kazandık. Bir keresinde arkadaşım Johnny Midler beni kucaklayıp ‘George artık ben İngiltere’ye dönüp kızkardeşlerimi evlendirebilirim’ demişti... Çok mutluydu” diyor.
*** George hala çok çalışıp yeterli para biriktirip Kıbrıs’a geri dönmeyi düşünüyordu... “Avustralya’da çok iş olmasına ve iyi para olmasına rağmen ailemi ve köyümü özlüyordum... Çaresizce evime dönmek istiyordum” diyor. George’a Avustralya’nın kuzey topraklarında başından geçen başka komik, tuhaf ya da ilginç şeyler olup olmadığını soruyorum. Gülüyor ve şöyle diyor: “Darwin’e indikten kısa süre sonra, Francis Kampı’ndaki büyük patron, biz göçmenlerin her Cumartesi öğleden sonra düzgün bir öğretmenle İngilizce ders almamızı ayarlamıştı. Öğretmenin söylediklerine dikkatini veren bir tek bendim. Diğer Kıbrıslılar sağa sola sataşıp zaman harcıyordu. Çocuklar gibi davranıyorlardı. Ben de buna sinirleniyordum. Çok şükür kampımızın yakınında yaşayan yaşlı bir İngiliz’le ahbaplık kurmuştum. Bana haftada bir beleşe İngilizce ders vermeyi önerdi. Benden hiç para almadı. Diğer Kıbrıslılar hiçbir şey bilmezken, benim İngilizcem bu adam sayesinde çok şükür epeyi ilerleyecekti...”
*** “Bir başka defa, saçım çok uzadığı için berber arıyordum. Döküntü, eski bir evde oturan bir Çinli’ye gönderilmiştim. Birkaç şiline başımı traş etti ancak kel kafamdan o kadar utanmıştım ki, bir hafta herkesten saklanmıştım...” George, arkadaşı Andreas’la birlikte başlarından geçen komik birşeyi de hatırlıyor: “Andreas’ın Darwin’deki terzi dükkanı için kumaşa ve düğmelere ihtiyacı vardı. Darwin’de zengin bir Çinli’yi görmeye gitmişti, bu adamın kumaş ve diğer terzilik malzemeleriyle dolu bir dükkanı vardı... Yerden tavana kadar yüzlerce rulo kumaş vardı, variller dolusu düğme ve diğer malzemeler vardı. Hayatımda hiç böyle bir şey görmemiştim. Andreas yalnızca ihtiyacı olanları almıştı – birkaç metre kumaş ve bir avuç düğme... “Yaptığın nedir? Daha fazlasını alsan bu Çinli nereden farkedecek, buraya baksana!’ dedim ona. Böylece aldığının on katını aldı ve Çinli de hiçbir zaman bunu farketmedi...”
*** “Başka bir gün” diye anlatıyor George, “zengin bir Çinli bizi evinde yemeğe davet etti. Büyük masada ailesiyle birlikte yemek yiyorduk. Dört ya da beş kızı vardı, hepsi de çok güzeldi... Andreas bu güzel kızlardan birinin yanına oturmuştu, ben de kızın babasının karşısında oturuyordum. Yemekten sonra bu kız Andreas’ın kucağına oturmaya karar vermişti, öpüşüp koklaşmaya başlamışlardı. Şoke olmuştum, nereye bakacağımı şaşırmıştım. Kızın babası ise gülüp onları işaret ediyordu... “Bak bunlara George, bak!” diyordu... “Evlenmeleri gerek değil mi?” Ne söyleyeceğimi bilmiyordum, “Evet, Andreas’ın evlenme zamanı geldi” dedim. Her neyse, Çinli adamın evinden ayrılınca Andreas’a “Bu Çinli kızı kaçırma, onunla evlen... Bugün bir kahve alacak paran yok oysa yarın milyoner olabilirsin” dedim. Bana kaygılı bir ifadeyle baktı ve “Ya annem Çinli bir kızla evlendiğimi duyarsa, ne diyecek?” dedi. Güldüm... “Dinle beni, ona 50 lira gönderirsen seni affeder” dedim. Her neyse Andreas annesinin ne diyeceğinden çok korkuyordu ki Çinli kızla evlenmemeye karar verdi. Çinli kız ise genç bir Çinli erkekle evlendi. Evlendiği genç de John Stubbs için çalışıyordu... Bazan onları yeni bir Chevrolet’yle kentte dolaşırken görüyorduk...”
*** “Darwin’de neden o kadar çok Çinli vardı?” diye soruyorum George’a... “Sana söyleyeyim” diyor. “İkinci Dünya Savaşı sırasında Japon uçakları bombardıman yaparken, Avustralya hükümeti herkesi tahliye ediyordu. Avustralya’daki Çinliler’i de toplayıp oltaklıklardaki bir kampa götürdüler otobüsle... Otobüslerin bir tuvalet molası verdiğini söylediler ancak Çinliler kaçıp otlaklıklarda saklandılar. Otobüsler kaçtıktan sonra Çinliler 100 mil kadar gerisin geri Darwin’e yürüdüler. Burayı terkedilmiş vaziyette buldular ve boş binaları işgal ettiler. O nedenle Darwin’de o kadar çok sayıda Çinli vardı...”
*** George’a göre Darwin’deki Çinliler büyük kumarbazdılar. “Bakara diye bir oyun oynuyorlardı. Bu, saklı bir kart üstüne bahis oynamaktı. Bazan 200 Çinli bir araya geliyor ve bu oyunu oynuyordu... Andreas kumarı seviyordu, o nedenle gidip Çinliler’le oynuyordu. Çoğu zaman Darwin’de gidip onu Çinliler’e ait kumarhaneden kurtarmak zorunda kalıyordum, sık sık parasını kumarda kaybetmiş olurdu. Çalıştığım yere telefon açıp gidip borçlarını ödememi isterdi. Kamyonla otlaklıklardan Darwin’e gitmem üç günümü alırdı. Her neyse Andreas, Darwin’de kendine bir çamaşırhane satın almayı başardı ve bunun yanısıra terzilik işini de kurdu. Çamaşırhanesinde Aborijin kadınlar çalışırken, o da yan tarafta terzilik yapardı. Eğer kumarı olmasaydı, Andreas Darwin’de çok para elde edebilirdi...”
*** Darwin’de sıkışıp kalan diğer Kıbrıslı göçmenlerin tersine George otlaklıklarda çok çalıştı ve para biriktirdi... “Kıbrıs’taki annemle babama ve kardeşlerime sık sık para gönderiyordum... Babama gönderdiğim ilk 50 liralık çeki görünce babamın sevinçten ağladığını anlattılar bana... Köylülerine ‘Hayatımda hiç bu kadar çok para görmedim’ demiş babam... Bütün gün sandaliyesinde oturup gülümsüyor ve bıyıklarını buruyormuş. Annem de ona “İlk evlendiğimizden bu yana senin bıyıklarını burduğunu hiç görmedim. Ne oldu ki sana?” demiş. Babam da “Avustralya’da bir oğlum var, bana bakıyor” demiş. Babam 1950’de vefat etti, ben Kıbrıs’tan ayrıldıktan iki sene sonra... Onu mutlu ettiğim ve benimle gurur duyduğu için memnunum...”
*** George, Elliot ve Daly Waters’de çalışırken basit bir tahta kulübede yaşıyordu, kışları soğuk, yazları sıcak olurdu bu kulübe. “Yazın içeride duramazdın. Yataklar da kampetti. Çok temel bir kalma yeriydi. Daly Waters’de çalıştığım yerde eski bir yargıç vardı, Bay Murphy idi adı. Bölgede çok mal satın almıştı. Bir lokanta ve yataklı ve duşlu bir misafirhane açmıştı, orada kalabileceğimizi söylemişti bize. Tahta kulübelerden daha iyiydi. Bir gün Bay Murphy bana bir Yunan işçisinin, bazı kadın çalışanlara yönelik uygunsuz davrandığını aktardı. Sözünü ettiği gelecekte kaynatam olacak olan Stamatis Kotis idi. Stamatis’i hizaya getirmemi, aksi halde onu hapse göndereceğini söyledi bana. Stamatis çok çalışkandı ama biraz dengesizdi...”
*** “Kızıyla nasıl tanıştınız?” diye soruyorum. “Maria’yla Haziran 1951’de tanıştım, Yunanistan’dan kızkardeşi Kadina’yla geldiğinde” diyor George. “Babasıyla birlikte çalışıyordum ve kızlarını arasın diye onu havaalanına götürmüştüm. Onu havaalanında görür görmez çok beğendim ama çok gençti, 15 yaşındaydı – benim de o günlerde evlilik planım yoktu...”
Maria Kotis 14 Eylül 1935’te Kalimnos adlı Yunan adasında doğmuştu. Stamatis ve Nikoletta (Niki) Kotis’in en büyük çocuğuydu. Babası usta bir tekne yapımcısıydı ve Mart 1950’de tek başına Avustralya’ya göç etmişti. Önce Syndey’de, sonra da Darwin ve Kuzey Toprakları’nda kalmış ve George’la Stubbs inşaat şirketinde Larrakeyah’da birlikte çalışıyordu. Stamatis de para biriktirip ailesini Avustralya’ya getirtmek istiyordu. Önce karısı Nikoletta’yı getirtmiş, ardından Maria ve Katina’yı ve sonra da diğer çocuklarını...
*** “1952’de Maria, ailesiyle birlikte Larrakeyah’da benim kaldığım binanın karşısında kalıyordu. Bir sabah kalktığımda onu dışarıda çamaşır asarken gördüm, bana el salladı ve yanına çağırdı. ‘Lütfen George’ dedi, ‘bana yardım et de buradan ayrılayım. Kimseyi tanımam, senden yardım isterim. Babam çok sert ve öfkeli bir adam ve ondan uzaklaşmalıyım. Lütfen Sydney’ye kaçmama yardım et...’ dedi. Ağlıyordu... Bir anlığına orada durdum, ne söyleyeceğimden emin değildim. Henüz 16 yaşındaydı ve babasından çok korkuyordu. ‘Seni Syndey’ye götürebilirim’ dedim ona. ‘ Yasaya aykırıdır bu. Seninle kaçarsam beni hapse atarlar...’ Tekrar ağlamaya başladı. ‘Seninle evlenirim’ dedim aniden. Şaşkınlıkla bana baktı. Neyse birbirimizi daha iyi tanıyınca, benimle evlenmeyi kabul etti...”
*** George, Maria’nın babasıyla büyük zorluklar yaşadığını anlatıyor... “Başlangıçta Maria’yı hiç sorunsuz görüyordum ancak sonra babası bizi ayırmaya çalıştı. Benim Kıbrıslı olmamdan hiç memnun değildi. Evleneceğimize dair söz verince artık yapacak bir şeyi kalmamıştı. Onun bizi ayırmasına izin vermeyecektim. Çok şükür annesi bizden yanaydı, beni gerçekten seviyordu. Bir gün Maria’ya 70 lira verdim ve kızkardeşiyle alışverişe gitmesini söyledim. ‘Babana söyleme’ dedim. Her nasılsa öğrendi ve elinden parayı almaya çalıştı...”
*** George, kaynatasıyla ilgili başka rahatsız edici haberler de duyacaktı... “Yunanistan’da bir ailesi daha olduğunu öğrenecektim. Kaynanam bana herşeyi anlattı. İnanıyor musun, o kadını bir keresinde Darwin’e getirtmiş ve eşinin ona yemek pişirmesini istemiş! Çok iyi birisi değildi. Çok şükür Darwin’den ayrıldı ve diğer ailesiyle Yunanistan’da yaşamaya gitti. Sonradan onun sefil bir şekilde ve yapayalnız Kalimnos’ta vefat ettiğini öğrendim...”
*** George Michael ve Maria Kotis, 14 Mart 1953’te evlendiler. George 29 yaşındaydı, Maria ise 16 yaşındaydı... “İngiltere Kilisesi’nde evlendik, o günlerde Darwin’de bir Rum Ortodoks Kilisesi yoktu. Mr. Stubbs düğün resepsiyonunu organize etti ve tüm yiyecek ve içkileri ödedi. İşçi kulübelerinin dışındaki avluya masalar, sandalyeler koydurttu Larrakeyah’da... Hatta kira ödemeden yeni evlerinden birinde kalmamıza izin verdi... Yalnızca elektriği ödüyorduk. O kadar iyi bir adamdı...”
*** 1953’te George kendi inşaat şirketini kurmaya karar verdi. “Ustam Bay Stubbs, hükümetle kontratını sona erdirmiş ve Avustralyalı eşiyle Syndey’de yaşamaya gitmişti. Bir süre sonra iflas ettiğini ve Sydney’de evsiz bir adam gibi dolandığını duydum. Her neyse, Darwin’de arazi satın almaya başladım, böylece bu arazilere kendi evlerimi inşa edebilecektim. Cavenagh Sokağı’nda evler inşa ettim ve bunların her birini 2 bin liraya sattım. Esplanade, Darwin’de en güzel sokaktı, orada büyük bir ev inşa ettim. Bana 1,700 liraya maloldu bu ve bir gün limuzinli bir adam gelip bu ev için bana 6 bin lira ödemeyi teklif etti. Derhal sattım. Kolay kazanılan bir paraydı bu... Ne yazık ki bu adam eve taşındıktan bir hafta sonra Darwin’i bir hortum vurdu ve bu evi de, içindeki herşeyi de yok etti. Yalnızca evin 18 sütunu ayakta kalmıştı... Rüzgar evi alıp götürmüştü...”
*** 1954 yılında George ve Maria’nın ilk oğluları Michael dünyaya geldi. “Michael dünyaya geldikten sonra çok hastalandı. Maria’nın da vücudunda lekeler belirmişti. Yerli bir doktora gittik, o da bize iklim değişikliği yapmamızı, Melburn’a gitmemizi söyledi. Böyle yaptık. Fitzroy’da küçük bir yer bulup kiraladık, Maria ve Michael derhal iyileştiler...”
*** George, zaman içerisinde kendi inşaat şirketini Melburn’da kuracaktı. “George Michael İnşaat Şirketi” olacaktı bu. “İstihdam ettiklerimin çoğu, genç Kıbrıslı göçmenlerdi. Melburn’da pek çok ev inşa ettim. Bir gün Commonwealth Bankası bana geldi ve müşterileri için ev inşa etmemi istedi. Temelde müşteriler ev kredisi almaya gidince, evlerini yapmam için benim şirketimi önerecekti banka kendilerine. Bu iyi bir anlaşmaydı ve çok iş aldım bu şekilde...”
*** 1957 yılında ikinci evlatları John dünyaya gelecekti. George ve Maria, Northcote varoşlarında büyük bir ev satın alacaktı. “O eve 4 bin 500 lira ödedim. Evin karşısında bir tram hattı olması hoşuma gittiydi... Eski tramvaylar şimdikilerden daha gürültülüydü... Nihayetinde bitişikteki evi de satın aldık çünkü geniş bir arka bahçesi vardı. Kerestelerimi ve aletlerimi o evin arkasındaki büyük bir ahırda tutuyordum... Sonra inşaat şirketimin adını T & G İnşaat Şirketi diye değiştirdim. Evimin önüne büyük bir tabella astım, bu da daha fazla müşteri çekti.”
*** 1970’li yılların başlarında George, annesi Urania’yı Kıbrıs’tan Avustralya’ya getirmek için organize oldu... “Korno’da yalnız başına dul bir kadın olarak yaşıyordu, gelip bizimle Melburn’da yaşamasını istiyordum. Geldiği zaman, evimizi gördiğinde ve Melburn’da nasıl yaşadığımıza tanık olduğunda, ‘Cennete eldim... Daha önce görmeyi hiç düşünmediğim şeyler gördüm. Yiyemeyeceğimi sandığım şeyler yedim. Burası gerçekten harika bir yer’ demişti. 85 yaşındaydı. Ancak 15 gün sonra fikrini değiştirmişti. ‘Ben köyüme dönsem daha iyi’ diyordu. ‘Burada oturuyorum ve kimseyi görmiyorum. Kilise çanlarını bile duymuyorum. Çok güzel bir yer ama gidip dua edeceğim ve başka insanları görebileceğim bir kilise yok yakınlarda...’ Ve böylece Kıbrıs’a geri döndü annem, Korno’ya... Ne yapabilirdim ki?”
*** George bir yapıcı olarak Melburn’da 57 sene çalıştı, 2014 senesine kadar ancak hiçbir zaman emekli olmadığını itiraf ediyor. “Her zaman meşgul oldum, arkadaşlarım ya da yardım isteyenlere iş yapmaya devam ettim. Komşunun duvarı üstüme çökmeseydi 2019’da, bugün hala çalışıyor olacaktım...” diyor. 2020 yılında George’un eşi Maria, kısa bir hastalık döneminden sonra vefat etti. “Bu boş evde dolanıyorum” diyor usulca, “ve onun fotoğrafını her gördüğümde ağlamaya başlıyorum...”
*** Röportajımızın sonlarına doğru George’a, hayatını ve neler başardığını bir düşünüp bana söylemesini istiyorum... Uzun süre düşünüyor yanıt vermeden ve sonra şöyle diyor: “Dinle, Wessel adasından kurtulup da boğulmakla karşı karşıya kaldığımda, Allah’a dua ediyordum, eğer beni kurtarırsa Korno dışında Ayyorgi Kilisesi’ni inşa etmeye söz vermiştim. Böylece fırtınada hayatta kaldım ve karaya çıktım. Kıbrıs’a Korno’dan papaz Papayorgo’ya çok para göndermeye başladım, diğer köylülerimize de, benim için o kiliseyi inşa etsinler diye. 12 ay içerisinde yüzlerce lira göndermiş olmalıyım. Nihayetinde 1950’de kilise yeniden inşa edildi, babam ölmeden hemen önce. Ancak bu kilise 28 Haziran 1970’e kadar takdis edilmedi. Kilisenin duvarında bir plaket vardır, üstünde adım yazılıdır. Bu kiliseyi yeniden yaptırmak en büyük başarılarımdan biridir. Diğer başarım, Maria’yla evlenmekti. Hayatımın ışığıydı ve başıma gelen en güzel şeydi...”
*** “Herhangi bir pişmanlığın var mıdır?” diyorum. Şöyle diyor: “Hiçbir pişmanlığım yoktur. Benim kaderim Kıbrıs’tan ayrılıp Darwin’e gelmekti. Uçağımız oraya inmeseydi ve oraya çakılıp kalmasaydık, Maria ile tanışamayacaktım. Avustralya bana iyi davrandı. Şikayet edemem. Tüm hayatım boyunca çalışabildim ve pek çok kişi için çok sayıda ev inşa ettim. Bugün bile bazı müşterilerimiz temasa geçip nasıl olduğumu soruyor. Bu da beni mutlu ediyor. Evet, bazı insanlar hayatta beni kandırdı veya ödünç para alıp bana geri ödemedi. Hayat inişli çıkışlıdır. Yalnızca benim için değil, herkes için böyle... Şimdi artık yaşlı ve kırılgan olmama karşın, birkaç adım atmak için mücadele etmeme karşın, şikayet edemem. Şikayetim yok...”
*** Öncelikle Bay George Michael’a hayat hikayesini yazıp Tales of Cyprus’ta yayımlamama izin verdiği için teşekkür ederim. Bu büyük bir ayrıcalıktı ve zevkti... Röportaj yaptığım en olağanüstü Kıbrıslılar’dan biriydi. Hayatı boyunca karşılaştığı pek çok zorluğa karşın, iyimser ve neşeli olmaya devam ediyor. Şu anda 99 yaşına yaklaşmasına karşın net bir belleği var ve sırt ağrılarına karşın hareket etmekte ısrar ediyor... Harika anılar ve mululuk içinde ona daha da uzun bir hayat diliyorum... George Michael’ın torunu Nikolette’e de (Niki) bu süreçteki yardım ve desteği için teşekkür ederim.
(TALES OF CYPRUS’tan Konstantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
98 yaşındaki George Michael, Avustralya'daki evinde...
George ve Maria'nın düğün günü...