Salgın hastalık nedeniyle devletler ve bölgeler kapılarını dışa karşı neredeyse kapatmış durumda. Hatta bunu yeterli görmeyen bazı devletler izolasyon derecesini artırma yoluna gitmişler. Tam ya da sınırlı sokağa çıkma yasağı… Hane halkının ve mümkünse her bir bireyin kendini diğerlerinden fiziki anlamda izole etmesi öngörülüyor.
Şimdi bu ‘kapanma’ kimilerinin ya çok hoşuna gitmiş ya da aceleyle herhangi somut bir veriye dayanmayan, hatta kimi anlamlarda kehanete varan değerlendirmeler yapmasına da neden oluyor.
Komplo teorileri prim yapmaya başlamış bile.
Halbuki tüm sağlık otoritelerinin üzerinde birleştiği bir konu var. Bireyin, grubun, bölgenin ve nihayetinde ülkenin diğerlerinden izole edilmesi bu salgına karşı başarılı bir mücadele verilebilmesi için kaçınılmazdır.
Şimdi etrafta ne izliyorsak işte bu önermenin sonucudur.
Herhangi bir ülkenin, bölgenin, kentin ve kasabanın ya da bir grubun ve bireyin bu önermeye ilişkin farklı tepki ve uygulamalarını eleştirebiliriz. Çoğu zaman da eleştirmeyi hak ettirecek uygulamalar ya da uygulamayı ele alma yöntemleri olmaktadır.
Örneğin Boris Johnson’un Birleşik Krallığı önceleri virüs yayılsın ve bağışıklık yaratarak etkisini yitirsin demiş. Çoğu sağlık otoritesi ise bağışıklık yaratmak adına izlenen bu yaklaşımın virüsün kontrolden çıkmasına yol açacağını ve sağlık sistemlerinin bununla baş edemeyeceğini ileri sürerek Birleşik Krallığın bu uygulamasına endişe ve şüpheyle yaklaşmıştır. Şimdi sağlık otoriteleri içinde bu grubun ezici çoğunluğu oluturduğunu izliyoruz. Zaten Birleşik Krallık da Korona Virüsü için takındığı ‘bırakınız geçsin, bırakınız bulaşsın’ yaklaşımını kısmi de olsa değiştirme yoluna gitmiştir.
Ama bu tabloyu farklı yorumlayanlar da var.
Korona Virüsü bir tür ‘değişimin tetikçisi’ görme eğiliminden bahsediyorum.
Bir virüs nedeniyle olmasa da bazı global olaylar geçmişte dünya sisteminde bazı değişikliklere yol açmıştır. Bilindiği gibi Birinci Dünya Savaşı, sadece dışarıda değil içeride de zayıf düşen kimi devletlerde değişime neden oldu. Örneğin, Rus Çarlığı devrildi yerini sosyalizm iddiasi olan yeni bir sistem aldı. Benzer şekilde Osmanlı’nın yerine modern Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.
Kapitalist dünyanın 1929 ekonomik bunalımı Batı’da refah devletinin ortaya çıkmasına yol açtı.
Ikinci Dünya Savaşı da Avrupa’nın siyasi haritasınını değiştirerek, Dünya’da iki farklı ekonomik ve siyasal sistemin ortaya çıkmasını sağladı. Örnekleri elbette çoğaltabiliriz.
Ama, global değişimlerde bir virüsün etkili olduğu hiç duyulmadı.
Ama şimdi olacağına dair iddiaları duyuyoruz……
‘Avrupa Birliği çökecek’ deniyor. Bunu ciddi bir ajitasyon izliyor: ‘Bakınız İtalya’nın, İspanya’nın haline’!
Ve devam ediliyor: ‘Ulus ötesi Avrupa artık bitti, ulus-devlet yeniden doğuyor’!
Bu da tarihte ilk kez oluyor herhalde. Korona denilen virüsün çok meziyetleri olduğunu sağlık bilimcilerden hep duyuyoruz. Ben şahsen onların söylediklerinden ikna olmuş durumdayım.
Ama kehanet tellalcılarının ‘ulus-ötesi Avrupa bitti artık, kabilenize sığının’ çağrı ve iddiaları beni hiç ikna etmiyor.
Böyle bir iddiayı ileri sürmek için ortada hangi kanıt var ki? Aceleyle büyük sözler söylemek galiba çok kolay.
Şimdi biraz gerçeğe dönelim, ayağımızı yere basarak önce gözlem yapalım. İddialarımız gözleme ve ondan elde edilmiş bir veriye dayanmıyorsa beynimiz bizi aldatıyor demektir. Olmayan şeyleri oluyormuş gibi göstermeyelim.
Avrupa Birliği, zaten Ulus-Devleti ortadan kaldırmamış, sadece onu dönüştürmeye başlamıştır… Merak etmeyin bu süreç devam edecektir, yani gidişat ulus-ötesi’dir.
Evet, AB gibi ulus-devlet üstü yapılar, ona üye devletler, bölgeler, kentler, kasabalar ve mahalleler kapıları kapatıyor.
Bunun nedeni de çok açık: Koronavirüsü yenmek için….
Bu gerçeklikten başka bir hikaye çıkarmaya çalışmak yarım kalacak bir uğraştır.
Korona virüsüne karşı her düzeyde sürdürülen ‘içe kapanma’ siyasetinin ‘güçlü’ olan devletlerde daha başarılı bir şekilde uygulanacağı ve sonuçlarının da olumlu olacağı ilk izlenim olarak ortaya çıkmaktadır. Güçlü olmaktan ne anladığımı açıklamam gerekir. Elbette ekonomik üretim ile bilim ve teknoloji alanındaki ilerleme derecesini kastediyorum. Ama bu ‘güçlü olma’ durumunun neredeyse diğerleri kadar önemli bir de öznel yönü vardır. Siyaset biliminde buna verilen isim ‘toplumsal sermaye’dir. Bu da, herhangi nitelikteki bir toplumun zor zamanlarda, gerekli şekilde organizasyon sağlayarak, sorunları çözme kapasitesini anlatmaktadır. Geçmişte yapılan bazı araştırmalarda toplumsal sermayesi güçlü olan birimlerin (ülke, bölge, kent vs) çetin sorunların üstesinden gelebildiği ve normal koşullara dönüşü hızla gerçekleştirebildiği kanıtlanmıştır.
Unutmayalım dünya’yı değiştiren insanlardır.