Malum, “kötülüğün bayağılığı” (banality of evil) kavramını Hannah Arendt dolaşıma soktu. Avrupalı Yahudileri gaz kamaralarında yok eden Nazi subayı Adolf Eichmann üzerine önce röportaj olarak hazırladığı ve daha sonra kitaplaştırdığı çalışmasına seçtiği başlık “Eichmann Kudüs’te: Kötülüğün Bayağılığı Üstüne bir Rapor” olmuştur.
Kitap yoğun tartışmalara ve özellikle Yahudilerin büyük tepkilerine yol açtı. Nedeni de, Hannah Arendt’in Eichmann’ın “canavar” olmadığını söylemesidir.
Bütün Yahudi kuruluşları ayağa kalkarak, milyonlarca Yahudi’yi yok eden sapık bir anti-simit için nasıl “canavar değildir” diyebilirsin diye Hannah Arendt’e yüklendiler ve ona hayatı zehir ettiler.
Oysa Arendt, İkinci Dünya Savaş’ından sonra Arjantin’e kaçan ama İsrail devletinin yaptığı bir operasyonla Kudüs’e getirilip orada yargılanan Eichmann için “canavar” sözcüğünden çok daha ağır bir tanımlama yapmıştı. Onun “düşünmeyi unutan biri” olduğunu söylemişti ve insanların düşünmeyi unuttukları zaman ortaya çıkan kötülüğe “bayağılığın kötülüğü” demeyi uygun görmüştü.
Hannah Arendt, bu sonuca Kudüs’te Eichmann davasını izlerken varmıştı. Eichmann’ın duruşma esnasında hakimlerin sorularına büyük bir soğukkanlılıkla yanıt verirken sürekli olarak “ben görevimi yaptım”, “bana verilen emirleri yerine getirdim”, “görev bilinci ve sorumluluğu içinde hareket ettim” türünden yanıtlar vermesi, Hannah Arendt’i şok etmişti.
Neredeyse, “Kantçı” sayılabilecek bir ahlak anlayışıyla “görevini yerine getiren” ve tarihin gördüğü en büyük canavarlıklara imza atan bu adamın yaptıklarına “kötülüğün bayağılığı” demesi, yapılan kötülüğü hafife almasından değildi.
Tam tersine, kötülüklerin en büyüğünün insanların özgürce düşünmekten vaz geçtiklerinde, sözde yüce amaçlar uğruna kör bir biat ve itaat içine girdiklerinde ortaya çıktığına dikkat çekmek istemişti.
Kuşkusuz, bütün kötülükler düşüncesizlikten doğmaz. Üzerinde etraflıca “düşünülmüş” kötülükler de vardır. Garezin, kıskançlığın, nefretin ve hıncın tetiklediği kötülüklerdir bunlar.
Mesela, Shakespeare’in Othello adlı oyununda gördüğümüz kurnaz İago’nun yaptığı kötülükler gibi...
Othello’nun yaveri yapılmadığı için gözünü hınç bürüyen İago, intikam ateşiyle yanarken düşünüp taşınıyor, şeytanca ince ayar planlar yapıyor. Othello’ya yapacağı kötülüğü bir kuyumcunun sergilediği titizlik gibi titiz bir işçilikle hazırlıyor. Her şeyi ince eleyip sık dokuyor ve sonunda ortaya korkunç bir trajedi çıkıyor.
İago’nunki bayağı, sıradan kötülüktür...
Düşünün, eğer içinde yaşadığınız ortamda bir yandan biat ve itaatin yarattığı “kötülüğün bayağılığı”, diğer yandan da garezin, kıskançlığın ve hıncın ürettiği bayağı kötülük kol gezerse, halimiz ne olur?
Memleketin hali gibi olur...
Hatta, dünyanın hali gibi...
2021’de daha iyi bir memleket, daha iyi bir dünya dileğiyle...