Bazı günler derslerden o kadar yorgun oluyorum ki kanepeye yığılıyorum eve gelince. Bir TV dizisi izlemek iyi geliyor. Bu diziler sonlanırken seni merakta bırakan birkaç konuyla haftaya da izlemeni garantilemeye çalışıyorlar. Geçen gün Lefkoşa’nın güneyindeki uluslararası film festivalinde oldukça karanlık ve hayattaki sonsuz kötülüklere dair “Godless” adlı bir Bulgar filmi izledikten sonra eve döndüm ve bir hafta önceki merakımdan ötürü bu dizilerden birini açtım. Sanki günümü kötülüğe adamışım. Kötülük üstüne kötülük. Dayanamayıp kapattım ve bir daha izlememe kararı aldım. Zaten haftada iki gün Üniversite’de Türkiye ve Kıbrıslı Türk medyasıyla ilgili bir ders yapıyorum ve öğrencilere sunmak için gazete manşetlerini, gündemdeki konuları tarıyorum. Hayat düşmanlık, komplo, adaletsizlik ve kötülük üzerine kurulmuş sanki. Herkes birbirinin kuyusunu kazmakla meşgul. Bir yandan da bunun ayyuka çıktığı sosyal medya var. Oralarda da çeşitli meydan muhabereleri devam ediyor.
Dünyayı saran bu umutsuzluk hali en çok da bu kötülük gündeminden. Her yanı adaletsizlik ve kötülük kaplamış; Yalan, kıskançlık, komplo, imha taktikleri, intikam duygusu filan gündemi dolduran. Hayatın böyle olduğuna inandırılmak istiyoruz sanki.
Beyaz Şov’a telefon edip gözlemekte olduğu zulmü anlatan ve “Çocuklar Ölmesin” diyen Ayşe Öğretmen’in kucağında bebeğiyle birlikte hapse girdiği bu günlerde kötülük üzerine düşündüm en çok. İyilik ve masumiyet cezalandırılır. İyiler kaybetmeye mahkûmdur. İyilikten yana olursanız fena halde tehlike içindesinizdir.
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki adaletten, iyilikten yana olmak sizi marjinalleştiriyor. Sizin için üzülen, kampanyalar yapan, sizi kahramanlaştıran insanlar da oluyor kuşkusuz. İmza veriyorlar, sosyal medyada sizin için iyi şeyler yazıyorlar bir süre. Sonra yeni bir kötülük çıkıyor ve gündemden düşüyorsunuz.
Bütün bunların da sonu gelecek, bu kötülük çağı da geçecektir diye avutmak istiyorum kendimi. Dünya tarihi bundan çok daha karanlık dönemlere tanık olmuş.
Kötülüğü izlemekten bunca yorgun düşmüşken şimdi Kıbrıs’ın kuzeyi ve Türkiye’de yeni seçim dönemleri başlıyor. Gelmekte olan bu yıkıcı enerjiye nasıl katlanacağımı bilemiyorum. Böylesi dönemler bir dönüşüm umudu da barındırır kuşkusuz. Ne olursa olsun kıran kırana bir savaş ve yararlar alma zamanı var eşikte.
En kötüsü insanın bir ekranın önünde kendini kapkaranlık bir dünyada yapayalnız hissetmesi. O yüzden bazı kurtarılmış bölgelere, güzel insanlarla kötülüğe bulaşmamış zamanları paylaşmaya ihtiyacımız var.
Her şeye rağmen güzelliğe ve iyiliğe dair bir üretim içinde olmak, bizi yapmak istedikleri insanlar olmamak için direnmek bir gün dünyaya ve bize bir ödül getirebilecektir.
Hayata koyabileceğimiz katkı her şeye rağmen iyiliğimizi ve adalet duygumuzu korumak, hiçbir şey yapamıyorsak kendimizi göstermek “İşte böyle bir insan olmak da mümkün bu dünyada” mesajını vermek.
Kötülüğe teslim olmuş bir Türkiye’de bebeğiyle birlikte başı dimdik demir parmaklıklara doğru yürüyen Ayşe Öğretmen karşısında gözlerimizin dolmasının bir nedeni de bu.
Pek çoğumuz yorgunuz biliyorum. Hayat geçiyor ve zulmün bizden çaldığı zamanlar, mahkûm edildiğimiz karanlıklar isyanımızı çoğaltıyor.
Kıbrıs Sorunuyla doğup Kıbrıs Sorunuyla ölen nice arkadaşlarımız var. Hepsi de güzel günler göreceklerini ummuşlardı.
Buna inanmış olmak bile bir şeydir hayatta… Kötülük çağına teslim olmamak da bir erdemdir ve gelecek elbet ödüllendirir bunu.