İnsan ne kadar kötü bir eğitimden geçerse geçsin, ne kadar berbat bir ortamda büyürse büyüsün kendini yeniden yaratabilir diye düşündüm bugün. Yolda belde bazı anne babaları izlerken çocuklarını delirtmek üzere bir proje yapmışlar diye düşünüyor insan. Yaşken eğilen dallarımın çok acıdığını hissederim çoğu zaman. Geçmişe gidince bazı şeyleri havsalam almaz. Çocuklara çok kötü davranılan bir dünya bu… Güçsüz olan, aciz olan herkese kötü davranılan bir dünya demek daha doğru…
Çocukların aklı ermez, onlar anlamaz sanılır oysa çocuklar anlanması gerekenden fazlasını anlarlar. Kötü enerjiyi, ikiyüzlülüğü hemen algılarlar. Seslerin tınısı bile çok şey anlatır onlara…
Bütün toplumsal olaylar, savaşlar, darbeler, yıkımlar en çok da çocuklara zarar verir. Güçsüz ve savunmasız olanları yaralar en çok…
Kaçmak en güzeli diye karar vermiş olmalıyım çocukken… Kapıyı çekip arkasında gizlenmek… Bu sonradan da hayatımın bir alışkanlığı, bir pratiği haline geldi. Kendi kabuğuma çekilmeye çalıştım kötülüğü hissedince… Kendime güvenli alanlar yaratmaya çalıştım. Kötülüğün hüküm sürmesine izin vermek değildi bu… Kötülük yapmadan kötülükle nasıl baş edilebilir; bu dünyadan bunca kötülüğü def etmenin, haksızlıkla savaşmanın barışçıl yolları var mı diye düşündüm. Kötülükle savaşmanın yolu karşı bir kötülük yapmak olarak görülüyor çünkü… Kötülüğün beni de kıskacına almayı başardığı, aşırı kırılgan kalbimin karardığı zamanlar da olmadı değil. Çaresizlik, kalp kırıklığı insanın saçmalamasına neden olabiliyor bazen… Yine de kendini yeniden yaratabilmek projesi başarısı ne oranda olursa olsun orada durdu hep.
Bazen afallıyor insan yıllar öncesine dair kötülük hikâyelerini işitince. Hiç haberim bile olmamış mesela birilerinin zalimce yargılarından, kötücül dedikodulardan… Tam da öyle değil aslında… Bir his, bir sezgi olarak var olmuş bu… Bazı insanların bakışlarıyla gelip kalbimden vurmuş, içime bir dehşet ürpermesi olarak yerleşmiş; ya da birden işitilen bir söz bir hikâyenin ipucunu vermiş.
Dedikoduyla baş etmenin en etkili yolunun saydamlık olduğu sonucuna varmıştım yıllar önce. Sen her şeyi anlatırsan, yaşadıklarını hatalarıyla birlikte gururla taşırsan dedikoducuların susacağını düşünüyorsun. Pek de öyle olmuyor tabii. Mesele sana duyulan bir öfke ve nefret olunca gerçeğin karartılması giriyor devreye. Amaç sana zarar vermek, böylece üzerinde bir iktidar kurmak oluyor.
İnsanın içinde filizlenen kötülüğü anlamaya çalıştım hep. Sakin, mutlu bir ruh neden kötülük yapsın? Kötülüğü yapan mutsuzdur aslında. Önemli bir neden kıskançlıktır. Kıskançlık iktidar tutkusu kadar insanın kendisine adaletsizlik yapıldığını düşünmesiyle de ilgilidir. İnsani bir duygudur bu… Kıskançlık duymak değildir mesele. Kaçınılmazdır çoğu zaman; duyarsın çünkü… Kıskançlığın bir intikam projesine, bir iktidar savaşına dönüşmesidir kötü olan.
Kimi insanlar kıskançtırlar ama bunu kendi içlerinde yaşarlar sadece… İçin için kemiren bir duygu olarak. Çok da kötü bir şey değildir bu… Adalet duygusu ile ilgilidir. Hayat adil davranmaz çünkü ve insan isyan edebilir buna...
Belki de bütün mesele hayatın bir yarışma kulvarı gibi sunulması, başarı ve mutluluğun başkalarından üstünlük olarak tanımlanmasıdır. Böyle olunca diğerlerini ezip geçme, komplolar kurarak alt etme geçerli yöntemler haline geliyor.
Bize sunulan bu dünyayı, bazı algılama biçimlerini tartışılmaz gerçeklikler olarak kabul etmemiz istenir. Bunu sarsacak en etkili soruları çocuklar sorarlar. “Neden?” der çocuk ve donup kalırsınız. Daha önce doğal kabul ettiğiniz bir durum üzerine düşünmeye başlarsınız.
Çocukluğunu koruyan, masumiyete sahip çıkan insanlardır dünyanın gerçek umudu…
Çocuk kalabilmiş insanları çok severim bu yüzden… Dünyaya en çok onlar karşı durabilirler. Kırılgan insanlardır temiz kalpleri taşıyabilenler.
Güçlü görünen pek çok insan aslında perdenin ardından megafonla konuşan Oz Büyücüsü gibidir. Çevreye saldıkları korku yanıltıcıdır. Kötüler güçlü olanlar değil, güçlü taklidi yapanlardır çoğu zaman. Mucizeleri güzel kalpler gerçekleştirebilir ancak… Çocukluk kalplerinizi özenle koruyun.