Avrupa Parlamentosu Mayıs’ta yapılacak seçim için resmi kampanya sürecini başlattı.
Avrupa Birliği’nin 28 üye ülkesinin vatandaşları, 22-25 Mayıs tarihleri arasında, parlamentodaki 776 sandalyenin yeni üyelerini belirleyecek.
Bu seçimin sonuçlarının, öncekilerine göre farklı olacağı düşünülüyor.
Çünkü Avrupalıların, Avrupa Birliği kurumlarına olan güvenlerinde önemli oranda bir düşüş yaşanıyor.
Güvensizliğin başlıca nedeni ise ekonomik sıkıntılar.
Son dönemde birçok Avrupa Birliği üye ülkesi ciddi bir mali krizle boğuşuyor.
AB genelinde yaklaşık 25 milyon işsiz var.
Birlik, krizin aşılabilmesi için oldukça katı mali politikaları devreye koydu.
Ancak bu katı mali politikalar nedeniyle, ekonomik sıkıntı içinde olan ülkelerin vatandaşlarının kemerleri daha da sıkıldı.
Kemer sıkma politikaları, AB’nin Almanya gibi önde gelen ekonomilerine yönelik öfkeyi de artırdı.
Bu öfke sokağa, ‘milliyetçiliğin yükselmesi’ olarak yansıyor.
İnsanlar, kendilerini ezdiğini düşündükleri Avrupa kimliğine karşı kendi milli kimliklerini ön plana çıkarmaya çalışıyorlar.
Dolayısıyla da milliyetçi partiler güçlerini artırmaya başladılar.
Krizden nasibini fazlasıyla alan Yunanistan, bunun çok çarpıcı bir örneği.
Yunanistan’daki ırkçı parti Altın Şafak’ın son dönemde geldiği nokta, bu anlamda oldukça düşündürücü.
Parti, Mayıs 2009’da yani krizden önce yapılan genel seçimlerde sadece % 0.46 oranında oy almış, oysa krizin ardından, Mayıs 2012’de yapılan seçimlerde oy oranını % 7’e çıkarmış, 300 sandalyeli parlamentoda 21 sandalye kazanmış.
Düşünsenize bir siyasi parti oylarını 3 yılda yüzde 7 yüz oranında artırıyor.
Vukuat listesi oldukça kabarık olan bu siyasi parti marifetleri arasına Eylül ayında bir de cinayet ekleyince, Yunan hükümeti harekete geçti, parti başkanı ve bazı milletvekilleri ‘kriminal suç örgütü kurma’ suçundan tutuklandı, partinin yasaklanması gündemde.
***
Krizin vurduğu ülkelerde sağ uçlara doğru kayış ortada.
Peki ekonomik olarak durumu kötü olmayan ülkelerde gözlemlenmekte olan sağa kayışı nasıl açıklamak lazım o zaman?
Çok basit; ekonomik sıkıntı nedeniyle işsizler ordusuna katılmakta olan AB vatandaşları, ekonomisi daha iyi olan AB ülkelerine göçüyor. Birlik içerisinde serbest dolaşım, serbest yerleşim ve çalışma hakkı olan AB vatandaşları, bu haklarını kullanarak daha zengin ülkelere gidip orada çalışmaya başlıyorlar.
Bu ülkelerin ırkçı partileri ise, ekonomik hayata yani bölüşülmekte olan ekmeğe ortak olan göçmenlere karşı halkı kışkırtıyor.
Bu ülkelerde son zamanlarda milliyetçiliğin yükselen bir değer haline gelmesinin ana sebeplerinden biri işte bu; göçmenler!
***
Başa dönecek olursak, popülaritesi her geçen gün yükselmekte olan ulusalcı/milliyetçi siyasal partilerin Mayıs ayında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ne yapacakları merakla beklenir hale geldi.
Kızgın olan AB vatandaşlarının tepkisinin seçim sonucuna iki farklı şekilde yansımasından endişe ediliyor.
Önemli bir kısmı ya sandığa gitmeyecek, ya da sandığa giderek tepki oyu kullanacak, yani aşırı uçtaki ulusalcı partilere oy verecek.
Bu, güç dengelerini tamamen değiştirebilecek nitelikte bir protesto yöntemi.
Avrupa Birliği’nin meclisi olan Avrupa Parlamentosu’ndaki güç dengelerinin ulusalcı partiler lehine değişmesi de, birliğe yön verecek politikaların gittikçe sağa doğru kayması demek olacak.
Parlamento, böylesi bir denge kayması ihtimalinden rahatsız.
Ve milletvekilleri, bu ihtimalin önüne geçebilmek adına ciddi bir farkındalık yaratma çalışması yürütüyor.
Bu farkındalık yaratma faaliyetlerinin esas hedefi, vatandaşların AB kurumlarına karşı yeniden güven kazanmasını sağlamak.
Parlamento içerisindeki 7 farklı siyasi grup, güven tesisi adına kendi ideolojik duruşu doğrultusunda argümanlar geliştiriyor.
Ama bütün bu sorunların temelinde ekonomi yattığından, argümanların büyük çoğunluğu da ekonomi üzerinden şekilleniyor.
Avrupalı parlamenterlerin önümüzdeki 7 buçuk aylık süreçte vatandaşların güven sorununu aşıp aşamayacaklarını hep birlikte göreceğiz.
Eğer bu başarılamazsa, sonuçları uzun vadede tüm Avrupa için can yakıcı olacak.