Türkiye’den kaynaklı, ekonomideki krizle bizim ülkemizdeki gelişmeleri olumlu-olumsuz yazmak tabii ki mümkün ama buradaki gelişmelerden önce Türkiye’de söylenen bazı sözleri okuyunca gülünmesi zor hallere güler oldum.
Türkiye’de ana muhalefet! CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bakın ne demiş;
“Faiz üç kart artıyorsa, şirketler konkordato ödeyemiyorsa, insanlar borçları nedeniyle kendini yakıyorsa o ülkede kriz vardır. Türkiye'de bir ekonomik kriz var" dedi.
Kılıçdaroğlu bir ekonomik krizin farkına varmış ve halka ekonomik krizin var olduğunu ispatlamaya çalışıyor.
Bununla da kalmamış Kılıçdaroğlu ve “Vatandaş henüz krizi tam hissetmedi, kışın geldiğinde doğalgaz faturasını gördüğünde hissedilecek” diye de eklemiş.
***
Yani bu kadarı da fazla… Döviz kuru almış başını gitmiş, vatandaşın cebindeki para yarı yarıya azalmış, esnafı da, çiftçisi de, iş insanı da, kamu görevlisi de perişan ama Kılıçdaroğlu “Türkiye’de ekonomik kriz var ama vatandaş bunu daha hissetmedi” de diyebiliyor…
***
Aslında belki de haklı!.. Türkiye’nin başkanı “kriz yok, bize oynanan oyunlar var” derken belki de birilerinin “kriz var” demesi gerek. Artık Türkiye’de halkın doğrudan ulaşacağı, izleyeceği, duyacağı, okuyacağı TV kanalları, gazeteler olmadığı için henüz daha farkındalık yaratmaya çalışıyor olabilir ana muhalefet başkanı ama Türkiye insanının da bu krizi izin verin de bir yerden duymasına, okumasına gerek yok herhalde…
Çünkü kriz cebinde… Hissetmemesi için Aziz Nesin’in dediğinden olması gerekir.
***
Hissediyor, görüyor, yaşıyor ama genelleme yapmadan söylemek gerekir ki milliyetçi, şoven duygular Türkiye halklarının ekonomik krizi görmesini engelliyor… Görüyor aslında ama özellikle Erdoğan tarafından ortaya atılan söylemler, milli duyguları okşayan laflar, “gireceğiz, ezeceğiz, yok edeceğiz” sözleri o ekonomik krizin geri plana itilmesine yetiyor.
Hatta dış mihrakların Türkiye’de ekonomik kriz yarattığına, askerin güçlenmesiyle o dış mihraklara derslerinin verileceğine, ekonomik krizin aşılacağına da inanır.
Saraydaki oda sayısı, harcanan paralar, alınan saray uçaklar, yazlıklar, kışlıklar, potin kutuları içindeki paraların hepsi sahibinin hakkıdır. Helal olsun ona o varlıklar… Sonuna kadar alın terinin karşılığıdır!
***
Ha bizdeki durum mu! N’olsun vallahi!
Beklemedeyiz… Gönderirse birkaç kuruş birkaç delik kaparız belki… Belki yarım kalan yolların yapımı da tekrar başlar…
İroni olsun diye söylemiyorum… Gerçek bu. Ama bir gerçek daha var; Gerçekten de elimizden gelen bir şey yok. Ne kullandığımız parayı kontrol edebiliyoruz, ne de uluslararası piyasalarla veya ticari merkezlerle bir işbirliğine girebiliyoruz…
Ama ne yapılabilir? Biraz üretim… Olabilecek kadar… İç pazara yetecek kadar olabilir mi, belki olmaz ama ambarın bir köşeciğinde birazcık yer kaplasa ne kadar güzel olurdu!..
hoşça kal
Dost, candan, fedakar bir anne ayrıldı aramızdan geçtiğimiz gün… O cenazenin ardından kaldırım taşları arasında yükselen çiçek… Bir can daha yitirirken, camide onu sonsuzluğa uğurlarken çöken omuzlar, yitirilen umutlar cami çıkışındaki kaldırımın çatlaklarında kendine yer bulup boynunu güne uzatmış çiçeğin görüntüsünde yeniden doğuşu anımsıyor insan… Birilerini uğurlarken birileri de katılır aramıza… İnsanı, çiçeği, böceği ve dahaları… Umut hiç tükenmez, hayat hiç bitmez… Handan öğretmen oğluna, ailesine, dostlarına “hoş çakalın” derken hayatın devamlılığına bir virgül ekliyordu… O ‘hoş çakal’ gününe kadar okulda öğrettiği harfler, kelimeler, dört işlem, masallar, hikâyeler hep onun bu hayatta verdiklerine eklenmiş birer değer olarak devam edecek. Belki de o kaldırım üzerindeki çiçek bunun habercisiydi, belki de bir hatırlatmaydı. Güzel uyu Handan öğretmen…
İnsan 1
İnsan kolay unutur… Ben de 74 savaşı içinde bir süre İngiliz üslerinde çadırlarda kaldığımı unutmuşum bir filmde esir kamplarını görene kadar… Daha doğrusu unutma değil tabii, sürekli kafanızın içinde olamazlar ama benzer görüntüler görünce aklınıza düşüveriyor işte… O günlerden geçenler için özellikle şimdilerde kapı açılmaya çalışılırken “sen kampını kaldır”, “o barikatını kaldırsın” mazeretleri sinir bozucu olduğu kadar gülünç de geliyor.
İnsan 2
Ekim ayının içindeyiz artık ama sıcaklıklar neredeyse yaz sıcakları olmaya devam ediyor… Kıbrıs’ın avantajı hâlâ çeşmelerimizi açtığımızda borulardan akan sıcak sularla yıkanabiliyor, yorganlar hâlâ dolaplardan çıkmazken denize girenler de henüz bitmiş değil. Bazen arıyor insan soğuğu, tenine vuran serin havayı ama öyle olunca da “of sıcaklar daha gelemedi” yakınmasını da yapıyor hemen… İnsanlık işte; Böyle bir şey.
Her zaman yapamadığım şeyi yapıyorum, onun nasıl yapılacağını öğrenmem için.
PABLO PİCASSO