Tuğberk Kaya
Yüksek lisans eğitimi aldığım Stratejik İnovasyon’un birinci kuralı mevcut durumun analizini yapmaktır…
Çevremizde, iş yerlerinde ve üyesi olduğumuz derneklerde gözlemler yapınca ister istemez şaşırtıcı sonuçlar ortaya çıkıyor...
Tarih boyunca başından bin bir türlü trajedi geçen halkımızın, bu doğrultuda kronikleşmiş bazı hastalıkları oluşmuştur;
1. ÖĞRENİLMİŞ (KAZANILMIŞ) ÇARESİZLİK
Literatürde ‘Learned helplessness’ olarak bilinen bu terim, ne yaparsak yapalım kaderimizin değişmeyeceğine inanılan bir durumdur. Kazanılmış çaresizlik yaşanan ülkelerde depresyon ve intihar oranı yüksek olmakla beraber, mevcut durumu düzeltme gailesi minimaldır. Etrafınıza bakarsanız, mevcut statükodan memnun olmamasına rağmen ‘bizden bir cacık olmaz, boşver’ diyen sesler duymanız sürpriz olmayacaktır.
2. KARŞIYDIK, KARŞIYIZ, KARŞI OLACAĞIZ TUTUMU
Sorunlar karşısında savunmacı aklayacı bir pozisyonda durmak yerine sorgulayarak eleştirel ve değişimci davranmak, tabii ki daha iyiye gitmemiz için önemli bir duruştur.
Lakin her hangi bir durumda eleştirel ve değişimci davranmayı sadece körü körüne eleştiri olarak algılayan ve gözü kapalı eleştiri boyutuna bağlı kalan, mesai saatinin değişmesinden, akıllı sayaç takılmasına kadar herşeye karşı çıkan, eski, mevcut ve yeni gelecek olan düşünce, metod ve uygulamalara karşı olmaktadırlar.
Amaçları üzüm yemek olmayıp, bağcıyı dövmek olan bu kesim, yapılan her öneriye, düşünceye, projeye karşıdır. Karşı olmaları geçmişten gelmektedir, mevcut duruma karşı oldukları garanti olduğu gibi, ilerde de halef ve selef her öneriye karşı olacaklardır.
3. BAŞTA OLMAZSAM YOKUM EGOSU
Kendilerini insan üstü yeteneklerle süper kahraman konumunda gören bu kesim, kendilerinin görev almadığı hiçbir ortamda başarıya ulaşılmasını istemez. İlk 11’de değilse takımının kazanmamasını yeğler, örgütünün/derneğinin başarısının kurumsal olmasından ziyade kendine bağlı ve kendi olduğu durumlarda olmasını istediğinden çemberin içinde olmadığı zamanlarda hiçbir katılım/destek/öneri göstermemektedir.
Kendisi her zaman en iyiyi yapan bu kişilere göre kurtarıcı sadece kendileridir, onlar için gaile toplumsal değil, kişiseldir. İdeolojiden ziyade feodal bağlılıkları olan bu kişiler yönetimde oldukları zaman en önde koştukları yarışın, yönetimden ayrıldıkları zaman kaybedilmesini istemektedirler...
Özetle kollektif çalışma, paylaşım, ortak akıl onlara göre önemsiz birer söylemdir...
4. YANSITMA
Söylediğimi yap, yaptığımı yapma sözüne bire bir uyan bu grup, aslında nevi şahsına münhasır davranışlar göstermektedir. Örneğin, özel okula giden çocuğunu özel derse göndermekte bir sakınca görmeyen bir aile, komşusunun özel okula gitmesine rağmen özel ders alan çocuğunu küçük görüp, alay edebilmektedir...
Başkalarının davranışlarına, özel hayatlarına burnunu sokmakta bir çekince görmeyen bu kesim, cesur bir şekilde kendi hayatında bire bir uyguladığı davranışları başkasının yanlışları olarak aktarmaktadır...
5. DEDİKODU
Namık Kemal’ın Kıbrıs sürgününden döndükten sonra şikayet ettiği ne sivrisineklere ne de dedikoduya bir çare bulunamamıştır. Sivrisinek ısırığı birkaç günde geçse de, her duyduğuna inanan, başkasının ne söylediğini kendi düşüncesinden daha önemli olan (dogma) bir kesim için dedikodunun etkisi trajik boyuttadır.
Gerçekle hiçbir alakası olmayan konular, bilimsel olarak kanıtlanmışcasına anlatılmakta, dedikodu yoluyla elde edilen yalan yanlış bilgiler sanki belgelere dayanılmış gibi aksedilmektedir. Bir birimizi çekememizin, daha da önemlisi ülkedeki sevgisizliğin büyük faktörlerinden biri kanımca dedikodu yapmanın bu denli yaygın bir teamül haline gelmesidir...