Hasan Yıkıcı
hasanykc@gmail.com
20.yy’a yön veren ve büyük ölçüde bu yüzyılda meydana gelen olayların kaderini belirleyen 1917 Ekim devrimi, tam 100 yıl sonra bizler için, özellikle de gözünü yeni toplumsal hareketlerin içinde açan genç kuşaklar için ne anlam ifade edebilir? Ekim Devrimi’nin 100. yılını ona methiyeler düzerek ve Bolşevikleri mitleştirerek ‘kutlamanın’ bugün için bir anlamı var mı? Kaldı ki 20.yy resmi Sovyet ve resmi komünizm tarihi de stalinizm ile harmanlanmış totaliter Bolşevik mitleri üzerinden yazıldı ve okundu. Bunun siyasal-kültürel yansımaları bugün pek çok muhalif akım içerisinde mevcut. Bugün bile sadece stalinizmin lanetinden kurtulmak için ne yazık ki olağan üstü efor sarf etmemiz gerekebiliyor. Kaldı ki açıkça ifade etmek gerekirse, stalinizm örtüsünü kaldırsak bile 1917’den sonra gelişen ve açığa çıkan Bolşevik anlayış da iktidar zehirlenmesinin dışında bir miras bırakmadığının farkına varabiliriz. Dolayısıyla tarihe dair kutsayıcı bir bakış açısı beraberinde mitleri, dogmaları ve efsaneleri yeniden ve yeni biçimleriyle şekillendirmeyi getirecektir. Fakat öte yandan tarihteki olaylara müzelik bir gezinti gibi, nostaljik bir içerikte yaklaşmak da insanın ruhunu okşayacak veya onu dehşete düşürecek duygulanımlar uyandırmanın ötesine geçmeyecektir.
Peki, 1917 Ekim devrimi gibi kendi akışını değiştiremeyen fakat tarihin akışını değiştiren büyük bir olay 100 yıl sonra bizler için ne anlam ifade edebilir? Bunun için tarihi biraz kaşımak lazım.
*
“Bütün iktidar Sovyetlere!” 1917 Ekim devriminin sadece temel sloganlarından biri değil aynı zamanda politik ve stratejik olarak Ekim devriminin yönü, yeni bir toplumsal düzenin parolası idi. Sovyetler, yani işçilerin ve emekçi halkın oluşturacağı öz yönetim konseyleri! 1917 Ekim’inde Petrograd işçileri ve Kronstadt bahriyelileri Çarlık Rusyası’nın son duvarlarını da alaşağı ederken, aynı zamanda söz, yetki, karar ve iktidar mekanizmalarını kendi oluşturacakları öz yönetim organları yani Sovyetler ile gerçekleştirecekleri düşünü kurmakta ve bunun coşkusunu yaşamaktaydı. Bolşevikler 1917’den önce izledikleri taktik ve stratejileriyle hem halkın güvenini kazandılar hem de devrimin kaderine yön vererek muzaffer olmasını sağladılar. Fakat 1917’nin coşkusu ve yeni bir toplum yaratma düşü, çok kısa süre içerisinde yerini işçiler ve köylüler içerisinde hayal kırıklığına ve karamsarlığa, Bolşevik iktidar içerisinde ise devrimin ruhundan ve taleplerinden yabancılaşmaya, kendi içinde yozlaşmaya ve gittikçe otoriterleşmeye bırakacaktı. 1920’lere gelindiğinde Bolşeviklerin Ekim devriminin temel potansiyelinden yabancılaştığını ve onun yerine gittikçe bürokratikleşen ve merkezileşen bir iktidar mekanizmasının inşa edildiği görürüz. Devrim’in ardından patlak veren iç savaştan çıkıldığında Bolşevikler sadece iç savaşı değil, devrimi yaratanları ve onun yaratıcı potansiyelini de bastıracaklardı. 1921 Kronstadt ayaklanması bunun sadece en bariz örneği değil, aynı zamanda ileride yaşanacakların da trajik bir habercisidir.
İşçiler grevde!
1921 yılına gelindiğinde Sovyetler iç savaştan çıkmıştı fakat iç savaş boyunca uygulanan merkezi ve katı politikalar hala devam etmekteydi. ‘Savaş Komünizmi’ olarak tanımlanan ve 1918 yılında uygulamaya konulan bu politikaların temel dayanak noktalarını iç savaştaki Kızıl Ordu’ya yiyecek sağlamak amacıyla köylülerin fazla ürünlerine zorla el koymak, çalışma hayatının ve emeğin askeri disipline göre yeniden organizasyonu, grevlerin yasaklanması ve iktidar mekanizmalarının gittikçe merkezleşmesi-otoriterleşmesi olarak sıralayabiliriz. Tüm bu politikalar günün sonunda bir yandan Ekim Devrimi’nin temel sloganlarından uzaklaşmaya diğer yandan da gerek köylülük içinde gerekse de demir disiplin ile yönetilen işçi sınıfı içerisinde huzursuzluklara ve Bolşevik iktidarın sorgulanmasına yol açtı.
Köylülüğün ürünlerine zorla el koymalar pek çok noktada iç savaştan bağımsız olarak Bolşeviklere karşı küçük direnişlere neden oldu. Özellikle Troçki’nin savunduğu “emeğin militarizasyonu” ise fabrikalarda işçi deneyimi ve yönetiminin Bolşevik iktidar tarafından atanan tek adam demir disiplinine bıraktı. Tarihçi Paul Avrich Kronstadt 1921 isimli kitabında bu durumu şöyle örnekliyordu: “Üstelik işçilere bu acı ilacı yutturmaya kalkışan, güvenlerini kazanmış ve kendileri adına iktidar eden bir hükümetti. 1920-1921 kışında, ekonomik ve sosyal karışıklığın kritik bir noktaya ulaştığı bir zamanda, işten atılma ve tayınını kaybetme tehditlerinin bile artık huzursuzluk mırıltılarını bastıramaması şaşırtıcı değildir. İş yerindeki toplantılarda konuşmacıların sanayinin militarizasyon ve bürokratizasyonunu şiddetle suçlamaları, Bolşevik memur ve görevlilerinin konfor ve ayrıcalıklarından eleştirerek söz etmeleri, dinleyicilerin öfkeli bağırışmalarıyla onaylanıyordu.”*
Tüm bu koşullar sadece köylerdeki irili ufaklı direnişleri değil aynı zamanda özellikle Moskova ve Petrograd’ta yaşanan huzursuzluğun işçi sınıfı içerisinde eyleme dökülmesine de neden oldu. İlk ciddi olay Moskova’da işçilerin kendiliğinden fabrika toplantıları yaparak Savaş Komünizmine son verilmesi, emeğin militarizasyonu yerine “özgür emek” sisteminin konması taleplerini yükseltmeye başlamalarıydı. Bu toplantılar Beyaz Ruslar’ın veya karşı devrimci odakların değil, bizzat devrimi yaratan kitleler içerisinde gerçekleşmesi Bolşevikleri oldukça rahatsız etmekteydi. Toplantıları yatıştırmak için Bolşevik iktidar fabrikalara ekipler gönderiyor fakat işçileri ikna edemiyorlardı. Kısa süre içerisinde toplantılar grevlere dönüştü. Bolşevikler bu kez karşılarına iş sınıfını almıştı. Moskova’daki grevler sokak çatışmalarına dönüştüğünde grev dalgası Ekim devriminin diğer bir kalesi olan Petrograd’a sıçramıştı.
23 Şubat günü şehrin en büyük metal üreten fabrikası olan Trubochny fabrikasında toplanan işçiler, yiyecek tayınlarının arttırılması, ayrıcalıklı tayın sistemine son verilmesi ve kışlık giyeceklerin dağıtılmasını talep eden bir bildirge yayınlar. Ertesi gün ise 24 Şubat’ta işçiler iş bırakarak büyük bir kitle mitingi yapmak için yürüyüşe geçer. Yürüyüş sırasında kendilerine katılan işçilerle birlikte 2000 kişiyi aşkın bir kalabalık ortaya çıkar. Bolşevik Partisi’nin Petrograd Başkanı Zinovyev, subay okulu öğrencilerinden oluşan askeri birliği işçilerin üzerine sevk eder ve olaylar bastırılır.
Bolşevikler olayları ‘karşı devrimci tezgâh’ olarak yaftaladı. Grevlerin patlak verdiği fabrikaları ya kapattılar ya da lokavt ilan ettiler. Şehirde baskı ve disiplini arttırdılar. Fakat olayların yatışmasına değil daha da yayılmasına neden oldular. Grev dalgası küçük fabrikalardan 6000 kişilik dev Putilov fabrikasına kadar ulaştı. Kısa süre sonra şehir tam bir askeri üsse dönüştürüldü. Sokaklarda çatışmalar patlak verdi, Rusya genelinde sayıları 5000’i bulan Menşevikler tutuklandı, özellikle grevlerin patlak verdiği Petrograd’da pek çok anarşist ve muhalif devrimci içeri alındı. Olaylar ve grevler Mart başında durulmaya ve fabrikalar yavaş yavaş işlemeye başlar. Fakat Bolşevik iktidarı için olayların seyri artık yeni bir boyut kazanır.
Yeniden “Bütün İktidar Sovyetlere”
Petrograd grevleri kendiliğinden başladığı gibi zaman içerisinde kendiliğinden (Bolşevik iktidarın baskısıyla) sona erdi, söndü. Grevlerin herhangi bir stratejisi veya ayaklanmacı bir amacı yoktu. Grevcilerin iktidarı ele geçirme gibi bir niyetleri olmadığı gibi, Bolşeviklerin iddia ettikleri gibi karşı devrimci bir güdülenme ile de hareket etmemişlerdi. Fakat Petrograd’ta ateşlenen fitil, kentin yaklaşık 20 mil batısındaki bahriyelilerin-denizcilerin kenti Kronstadt’da alevler halinde yükselecekti.
1917 Ekim devriminde belirleyici bir rol oynayan ve devrimin başarılı olmasındaki rolü yadsınamaz olan Kronstadt bu kez 1921’in Mart ayında Bolşevik iktidara karşı ayaklandı. İç savaş süresince Bolşeviklere destek vermekten geri durmayan Kronstadt bahriyelileri, 1918 yılının başından itibaren Bolşevik yönetimin keyfi ve bürokratik uygulamalarını eleştirmeye başladı. Artık devrimin ihanete uğradığına inanan denizcilerin bu inancı, Brest-Litovsk anlaşmasıyla daha da güçlendi. Anlaşmayı Alman emperyalizmine teslim olmak ve dünya devriminden vazgeçmek olarak yorumlayan denizcilerin saflarında sol komünistler, anarşistler ve Ekim devrimine sadık çeşitli gruplar da vardı. Bu gruplar ve denizciler ilk olarak 1918’de bir ayaklanma çağrısı yaptılar. Fakat bu çağrı pek çok devrimcinin tutuklanmasından başka bir sonuç verdi. Bunun ardından ise Petrograt donanma üssünde bir kitle mitingi yapılarak denizciler Brest- Litovsk barışını tanımama ve Bolşevik iktidar tekeline karşı mücadele etme kararı aldı. Denizciler ayrıca anarşist ve muhalif sosyalistlerin baskı altına alınmasını kınayarak çeşitli sol partilerin Sovyetlerde daha geniş ölçüde temsil edilebilmesi için özgür seçimlerin yapılması çağrısında bulundular.
Kendiliğinden gelişen bu hareket ve huzursuzluklar, Bolşevik iktidarın girişimleri ve askeri birliklerin bahriyelileri hizaya sokması ile yatıştırıldı. Fakat 1918’de yaşananlar 1921 yılının haberciliğini yapıyordu. 1920 yılına gelindiğinde Kronstadt’daki Bolşevik üyeleri bile donanmada yükselen muhalefetten etkilenmiş ve partiden istifa etmeye başlamışlardı. 1921 yılının başında 5000 Baltık Bahriyelisi Komünist Parti’yi terk etti. Ağustos 1920 ile Mart 1921 arasında Kronstadt parti örgütü 4000 üyesinin yarısını kaybetti.
Açlık, Bolşevik iktidarın gittikçe bürokratikleşmesi ve otoriterleşmesi, devrime sadık muhaliflerin özgürlüklerinin gittikçe kısıtlanması ve iktidarın Kronstadt’da donanmayı yeniden yapılandırmaya kalkışması 1921 Mart’ındaki ayaklanmanın alt yapısını oluşturan temel etkenlerdi. 26 Şubat’ta Kronstadt’daki Petropavlovsk ve Sevastopol gemilerinin mürettebatı acil bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı Kronstadt isyanının temel ilkelerinin kabul edilmesiyle sona erdi. O dönemki tüm Rusya halkının huzursuzluğunu dile getiren bu ilkeler aynı zamanda Ekim devriminin ruhuna da sadık olunduğunun bir göstergesi idi. Kronstadt isyanının 15 ilkesi şöyledir:
- Şimdiki Sovyetlerin işçi ve köylülerin ifadesini yansıtmadığı ve ifade etmediği göz önüne alarak, Sovyetlerin gizli oyla yeniden seçimini örgütlemek kaçınılmazdır. Köylü ve işçi yığınlarının dürüstçe bilgilendirilmesi için özgür bir seçim kampanyası sürdürülmelidir.
- İşçiler ve köylüler, anarşistler ve sol sosyalistler için basın ve ifade özgürlüğü.
- Köylü örgütleri ve işçi sendikaları için toplantı özgürlüğü.
- 10 Mart 1921’den önce Petersburg ve Kronstadt bahriyelileri, kızıl askerleri ve işçileri genel toplantısı çağrısı.
- Çeşitli halk hareketleri sonucunda tutuklanmış bütün bahriyeli, kızıl asker, köylüler ve işçilerle, sosyalist siyasi tutukluların serbest bırakılması.
- Tutukluların ve toplama kamplarına tıkılmış insanların durumun incelemekle görevli bir komisyonun oluşturulması.
- Bundan böyle hiçbir parti ideolojik propaganda yapma imtiyazına sahip olmamalıdır. Hiçbir parti bu propaganda için hükümetten sübvansiyon alamamalıdır. Biz her şehirde devlet tarafından finanse edilen eğitim ve kültür komisyonlarının seçimini öneriyoruz.
- Bütün askeri önlemlerin derhal kaldırılması.
- Çok ağır işlerde çalışanlar dışında, bütün çalışanlara eşit miktarda günlük yiyecek dağıtılması.
- Bütün maden ocaklarında ve fabrikalarda komünist muhafızların ve bütün askeri birimlerdeki sürgünlerin sona ermesi. Başka yere atamaların askerler tarafından belirlenmesi, aynı şekilde muhafızların askerlerce seçimi.
- Köylülerin kendi öz topraklarında hareket ve başka ücretli çalıştırmaksızın işlerini yaptığı sürece hayvan yetiştirme hakkı.
- Bütün askeri birimleri ve askeri okullardaki bütün yoldaşları bizimle dayanışmaya çağırıyoruz.
- Bu kararların basında yayınlanmasını istiyoruz.
- Bu yayını kontrol etmek için gezginci bir grup oluşturuyoruz.
- Evde çalışmanın serbest bırakılmasını istiyoruz.
Tarihe Petropavlovsk kararları olarak geçen bu ilkeler oy birliği ile kabul edilir. Bundan sonra olaylar hızla gelişir. 1 Mart’ta Kronstandt’daki Çapa Meydanı’nda büyük bir gösteri yapılır. Mitinge Bolşevikleri temsilen Kuzmin ve Kalinin katılır. Her ikisi de durumu kurtarmak ve yatıştırmak için oradaydı. Kalinin’in konuşmasına kalabalık izin vermez. Kuzmin ise konuşmak için çıktığı kürsüden öfkeli kalabalığa şu sözlerle seslenir: “İşçiler, davaya ihanet edenleri daima kurşuna dizerler ve gelecekte de böyle yapmaya devam edeceklerdir.” Bunun üzerine konuşması kesilen Kuzmin, son olarak Petropavlovsk kararlarını karşı devrimci olarak ilan ederek, bu hareketin ezileceğini haykırır. Kuzmin de Kalinin de mitingin olduğu alandan uzaklaştırılır.
Ertesi gün 2 Mart’ta yine gergin bir havada Kronstandt Sovyeti’nin yeni seçimini düzenlemek için bir toplantı yapılır. Toplantıda Bolşeviklerin Krosntandt’daki başkaldırıyı ezmek için silahlı birlikleri harekete geçirdiği söylentileri ile daha da huzursuzlaşır. Bunun üzerine yeni bir seçim yapılmaz fakat ‘Geçici İhtilalci Komite’ olarak isimlendirilen, ayaklanmanın koordinasyon merkezi oluşturulur. Artık Kronstandt için geri dönüş diye bir şey söz konusu değildi. Kısa süre içerisinde tüm şehir isyancılar tarafından ele geçirilir. 3 Mart’ta yayınlanan İzvestiia Vremennogo Revoliutsionnogo Komiteta Marrosov, Krasnoarmeitsvi Rabohikk gor Kronshtadta (Kornstandt Şehri İşçi, Asker ve Bahriyelilerinin Geçici İhtilalci Komitesi’nden Haberler) isimli gazete şu sütunlarla çıkar: “Yoldaşlar ve vatandaşlar, Geçici Komite tek bir damla kanın dökülmemesinde kararlıdır. Geçici İhtilalci Komite’nin görevi, dostça ve elbirliğiyle şehirlerde ve müstahkem mevkilerde organizasyonu ve yeni Sovyet seçimlerinin adil bir şekilde yapılma koşullarını sağlamaktır. VE BÖYLECE YOLDAŞLAR, BÜTÜN EMEKÇİ HALKIN REFAHINI GÜVENCE ALTINA ALAN YENİ VE SALAM BİR SOSYALİST YAPI, DÜZEN, SÜKÜNET VE SEBATKARLIKLA SAĞLANMIŞ OLACAKTIR.” Aynı gün şehirdeki üç Bolşevik yetkilisi tutuklanır. Kronstadt isyancıları ile Bolşevik hükümet artık karşı karşıyadır.
İsyancı İzvestiia gazetesi daha sonraki bir sayısında “Bütün iktidar Sovyetlere, partilere değil” diye başlık atacak, Petropavlovsk radyosu ise 6 Mart’ta “Bizim davamız emekçi temsilcilerinin özgürce seçildiği Sovyet iktidarıdır, parti iktidarı değil” diye açıklama yapacaktı. Kronstandt ayaklanması açık bir şekilde tek parti diktatörlüğü ile halkın emekçi iktidarı arasındaki çatışmanın doruk noktasıydı. Ekim Devrimi’nin ruhunu ifade eden “Bütün iktidar Sovyetlere” sloganı, 1921 yılında Kronstandt’da “Bütün iktidar Sovyetlere, partilere değil” sloganıyla yeniden nefes buldu. Fakat trajik bir sonla beraber.
Bolşevik’lerin ‘zaferi’
Bolşeviklerin zaman kaybetme lüksü yoktu. Kronstandt şehrinin etrafı buzlarla kaplıydı ve Mart ayında olunmasından dolayı kısa süre içinde buzlar erimeye yüz tutacaktı. 5 Mart günü Troçki bir ültimatom yayınlayarak isyancıların derhal ve koşulsuz teslim olmasını emretti. 7 Mart günü Bolşevik iktidar ilk saldırısını düzenledi. Şehir önce top ateşine, ardından 8 Mart sabahı ise Kızıl birliklerin ilerlemesiyle karşı karşıya kaldı. Bu ilk çatışmada Kızıl Ordu beş yüz ölü ve iki bine yakın yaralı verdi. Murray Bookchin’in** anlatımına göre, yer yer buzların kırılmasıyla pek çok Kızıl Ordu askeri denize düşerek buzlar altında can verdi.
İkinci saldırı 10 Mart günü gerçekleşti. Ve o saldırı da Krosntandt isyancıları tarafından geri püskürtüldü.
Buzların erimeye başladığını fark eden Bolşevik komutan Tukhaçevski, korkunç bir ordu oluşturarak 16 Mart günü son saldırının komutunu verir. Uçaklar, ağır silahlar, en becerikli subaylar, askeri öğrenciler ve Çekacılar’dan oluşan toplan 50.000 kişilik ordu, 15.000 nüfuzlu Kronstandt’a son saldırısını düzenler. 18 Mart günü, -tarihin cilvesi, Paris Komünü’nün 50. Yıl dönümüne denk gelen bir tarihte- Bolşevikler Kronstandt isyanını bastırır. Kızıl Ordu hiçbir isyancıyı tutsak almadı, ele geçirilenler hemen idam edildi.
Ve devrimden eser kalmaz
Kronstandt ayaklanması Komünist Parti’nin 10. Kongresi’ne denk gelir. Ayaklanmanın bastırılmasının ardından, Kronstandt isyancılarının demokratikleşme ve öz yönetim odaklı taleplerinin kabul edilmesi bir yana, Bolşevikler daha da otoriter bir yol izleyerek parti içindeki tüm muhalefeti yasakladılar. Ülke içinde ise sol-sosyalist ve anarşist muhalefete yönelik inanılmaz bir baskı ve tutuklama operasyonu başlattılar. Tarih 1921 Mayıs’ını gösterdiğinde ülkede her türlü yasal muhalefet yasaklanmıştı. Böylece Kronstandt ayaklanması ile son kez tarih sahnesine çıkan Ekim devriminin potansiyeli Sovyet Rusya için bir daha geri gelmemek üzere bizzat devrimi yapanlar tarafından buzlu sularda boğuldu. Bu tarihsel kıyımda daha sonra bizzat iktidar mekanizmalarından dışlanacak ve Sovyet bürokrasisine-tek ülkede sosyalizm pratiğine karşı amansız bir mücadeleye girecek olan Troçki’nin de rolü oldukça güçlü bir şekilde vardır. Bolşevikler önce devrimin tabanını ortadan kaldırdı, ardından ise bizzat kendi kendilerini yok ettiler. 1924’de parti içinde başlayan iktidar kavgası, 1938 Moskova duruşmaları Kronstandt ayaklanmasının bastırılmasıyla ayrı düşünülemez. Bolşevikler günün sonunda kendi kendini yiyen bir canavara dönüşürken, Ekim devriminin bütün özgürleştirici potansiyelini de ortadan kaldırırlar. Ne gariptir Troçki yıllar sonra Stalinizmi yenmenin ve Sovyetlerin gerçek anlamda komünist bir rejime dönüşmesini işçi sınıfının yeni bir ayaklanmasıyla gerçekleşebileceğini yazar. Fakat Kronstandt’da tam da bu potansiyeli ortadan kaldıran kişilerden biri de Troçki’nin ta kendisiydi. Kronstandt’lıları karşı-devrimci olarak suçlayan Troçki yıllar sonra kendisi iktidarı eline geçirenler tarafından karşı-devrimci diye suçlanacaktı. Günün sonunda devrim kendisini yaratanları teker teker yedi.
1917-2017
Ekim devrimi 100 yıl sonra bugün bizler için ne anlam ifade edebilir? Belki de bunun için ayrı bir makale yazılabilir. Fakat fazla uzatmadan Kronstandt ayaklanmasını yakından takip eden, Bolşeviklere ilk başlarda güvenen fakat sonra hayal kırıklığına uğrayan Emma Goldman’in ‘Değerlerin yeniden değerlendirilmesi’ başlıklı makalesinden bir alıntı ile bu yazıyı bitirelim:
“Rus Devrimi’nin Devrim’e katılan insani ve toplumsal değerleri bütünüyle görmezden gelirken, sadece kurumları ve koşulları değiştirmeye kalkışmış olması, onun aynı anda hem büyük başarısızlığı hem de büyük trajedisidir. Daha da kötüsü, Komünist Devlet o çılgın iktidar tutkusu içinde, Devrimin yıkmaya geldiği bütün fikirleri ve kavramları, güçlendirmeye ve derinleştirmeye bile çalıştı. En kötü anti-sosyal niteliklerin hepsini destekledi ve teşvik etti ve çoktan uyanmış olan yeni devrimci değerler kavramını sistematik bir şekilde yok etti. Komünist Devlet, adalet ve eşitlik duygusunu, özgürlük ve insanca kardeşlik aşkını –toplumun gerçek dirilişinin temellerini- kökünden kurtarana kadar baskı altına aldı. (...) Temel değerlerin bu korkunç çarpıtılması kendi içinde yıkım tohumlarını doğurdu. Devrimin sadece politik iktidarı güvence altına alma aracı olduğu anlayışıyla birlikte, nedeniyle bütün devrimci değerlerin Sosyalist Devletin ihtiyaçlarına tabii kılınması kaçınılmazdı; aslında bütün devrimci değerler yeni kazanılmış devlet iktidarının güvenliğinin arttırılması için kullanıldı. (...)
Etik değerlerin bu çarpıtılması çok geçmeden Komünist Parti’nin her şeye egemen sloganında billurlaştı: Amaç bütün araçları haklı çıkartır.... Bu slogan yalan, hile, ikiyüzlülük, ihanet ve açık-gizli cinayet takip etti. (...)
Devrimi ilerletmek için kullanılan araçlar, ruhu ve gidişatıyla ulaşılacak hedeflerle aynı olmadığı sürece hiçbir devrim bir özgürleşme momenti olarak başarıya ulaşamaz. Devrim var olanın inkârıdır, içerdiği bin bir esaretle insanın insana karşı acımasızlığına karşı şiddetli bir protestodur. Karmaşık bir adaletsizlik, baskı ve günah sisteminin cehalet ve gaddarlıkla üzerine kurduğu hakim değerlerin yok edicisidir. İnsanın insanla, insanın toplumlu temel ilişkilerinin dönüşümüne eşlik eden yeni değerlerin habercisidir.”***
Kaynakça:
Paul Avrich, Kronstandt 1921 (Versus Yayınları, 2006).
Murray Bookchin, 1905’ten 1917’ye Rus Devrimleri (3. Cilt) Devrimci Halk Hareketleri Tarihi (Dipnot Yayınları, 2017).
Robert Graham, Anarşizm (Versus Yayınları, 2007).
*Kronstndt ayaklanmasıyla ilgili geniş çaplı bir çalışma için Paul Avrich’in Kronstandt 1921 isimli çalışması konuyla ilgili temel eserlerdendir. Ayrıca İda Mett’in Kronstandt isimli kitabı da mutlaka okunması gereken kitaplar arasındadır. Bunun dışında Troçki-Lenin mektupları ve makalelerinden oluşan ayrıca Vigtor Serge’nin de yazılarının bulunduğu Kronstantd isimli kitap da Bolşevikler’in gözünden ayaklanmanın nasıl algılandığının güzel bir örneğini sunmaktadır. Murray Bookchin’in üç ciltlik Devrimci Halk Hareketleri kitabının ikinci cildinde ayaklanmaya yer verilmiştir. Editörlüğünü Robert Graham’ın yaptığı Anarşizm kitabında da konuya değinilmiştir. Devrimci Komite’nin yayın organı İzvesita’nın sayılarını şu linkte bulabilirsiniz: https://www.marxists.org/history/ussr/events/kronstadt/izvestia/index.htm.