Ksero madenlerinden Avustralya’ya uzanan bir öykü... (1)

Sevgül Uludağ

KIBRIS’TAN HATIRALAR...

Çok değerli arkadaşımız, akademisyen-araştırmacı yazar ve grafik sanatçısı Konstantinos Emmanuelle, Ksero madeninden bir öykü paylaştı, “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” sayfasında... Biz de bu öyküyü okurlarımız için derleyip Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle şöyle yazıyor:

***  Haralambos (Harry) Theodossi, Mirtu’da (şimdiki adı Çamlıbel – S.U.) 29 Nisan 1926 senesinde dünyaya gelmişti. Babası Nikolas ve annesi Harita’nın üç çocuğu daha vardı. Bunlar 1924’te dünyaya gelen Petros, 1928’de doğan Kostas ve 1930’da doğan Marulla idi. Mirtu, Omorfo’nun 14 mil uzağında küçük bir dağ köyü idi...

***  Haralambos henüz altı yaşındayken aile Karavostasi’ye (Gemikonağı) taşınmıştı – bu, Ksero köyüne bitişik küçük bir limana sahip köyceğizdi. Karavostasi limanı hem yerel balıkçılar, hem de CMC gibi büyük maden şirketleri tarafından kullanılmaktaydı. CMC yani Amerikalı sahipleri bulunan Kıbrıs Madencilik Şirketi, o günlerde bakır ve asbest ihracatı yapmaktaydı buradan...

***  Haralambos’a göre maden şirketi için çalışan kadınlar ve erkeklerin pek az hakları vardı. Örneğin çalışma koşullarına ilişkin kurallar yoktu, çalışacakları saatler için de kurallar yoktu. Tıbbi bakım konusunda son derece sınırlı koşullar vardı, iş güvenliği ise neredeyse hiç duyulmamıştı...

***  Ksero kenti, doğrudan doğruya CMC tarafından işçilerini konuk etmek üzere inşa edilmişti. Buradaki evler, işçiler tarafından ayda sekiz şiline kiralanmaktaydı ve görünümleri neredeyse birbirinin aynıydı... Tuğladan yapılmış, beyaz alçıyla sıvanmış, dik çatıları kiremitle kaplı evciklerdi bunlar. Zengin bir Amerikan maden şirketi tarafından yapılmış olmasına karşın Ksero’da modern olanaklar yoktu. Bu bağlamda, 1930’lu yılların Kıbrıs’ındaki başka köy ya da kentlerden bir farkı yoktu. Köyde elektrik ve gaz yoktu, evlerde su yoktu. Bu evlerde yaşayanlar, sularını kasabanın çeşitli noktalarına konmuş çeşmelerden tenekelerle taşımak zorundaydı.

***  Ancak köyde ana yol üzerinde kamuya açık bir tuvalet bulunmaktaydı... Haralambos bu tuvalete gittiğini hatırlıyor – tuvalet, haftada bir kez bir gece bekçisi tarafından boşaltılmaktaydı...

****  Elektrik olmadığı için insanlar yiyeceklerini ancak birkaç gün saklayabiliyordu. Böylece et ve balık gibi şeylerin taze alınması gerekmekteydi. Çoğu insan tavuk, tavşan ve keçi besliyordu ve eski gaz tenekelerinde ya da saksılarda sebze yetiştiriyordu... Aileler arasında yiyecek değiş tokuşu yapılıyordu, ayrıca eşecikleri üzerinde seyahat eden satıcılar da evleri gezerek öte beri ve gıda ürünleri satmaktaydılar... Ksero’nun 1930’lu yıllardaki nüfusunun iki ile üç bin arasında olduğu tahmin edilmekteydi...

***  Karavostasi’de (Gemikonağı’nda) hayat her zaman sıkıcı ve boğucu değildi. Haralambos, iskelenin karşısında yaşıyordu ve her zaman sokakta oynayacak çok sayıda arkadaşı vardı. Babasıyla ve arkadaşlarıyla balığa gitmeyi seviyordu, hemen her gün yüzüyordu, çoğu gün de suda saatler boyu kalıyordu...

***  1937 yılında Haralmbos’un babası onu Poli’ye, bir yapıcının yanına çırak olarak gönderdi. “Ustam, bizim köylü bir adamdı” diye anlatıyor. “Babam onu tanıyordu ve çırak olmamı onunla konuşup anlaşmışlardı. Onbir yaşındaydım. Ustamla ve eşiyle birlikte aynı odada, fica doldurulmuş bir çiltenin üstünde yattığımı hatırlıyorum. Çıraklığımın ilk senesinde yalnızca tuğlalar için harç karıştırmama izin verilmekteydi. Benim işim, o harcı hazırlamaktı...”

***  Haralambos Poli’de bir sene boyunca kalmış sonra da Karavostasi’ye dönerek babasına balık tutmakta yardımcı olmaya başlamıştı. 1939 senesinde bir gün, babasıyla birlikte balığa çıkmıştı ki İtalyan savaş uçakları, limanda bulunan bir Amerikan maden gemisine saldırmışlardı. Çok şükür insanlardan can kaybı olmamış ancak ölü balıklar suyun üstüne çıkmıştı... Ertesi gece Haralambos ile ailesi, dışarıda uyumuştu... Haralambos’un İkinci Dünya Savaşı’na ilişkin ilk deneyimi böyleydi...

***  Haralambos, Kıbrıs Gönüllüler Ordusu’na 1942 senesinde katılmıştı, kardeşi Petros’tan sonra... Ancak iki kardeş farklı kamplarda oldukları için hiç buluşamayacaklardı...

***  “O günlerde çok büyük fukaralık ve zorluklar vardı” diye anlatıyor Haralambos... “O nedenle İngiliz Ordusu’na bağlı Kıbrıs Birliği’ne katılmaya karar vermiştim. Lefkoşa’da orduya yazılmaya gittiğimde önce geri çevrilmiştim çünkü yaşım çok küçüktü. Henüz 16 yaşındaydım. Böylece doğduğum köy olan Mirtu’ya giderek Muhtar’ı ziyaret ettim. Muhtar yoktu ancak oğlu Kipru vardı... Kipru ile sınıf arkadaşıydım. Her neyse ondan bana bir doğum kağıdı vermesini ancak doğum tarihimi 1924 olarak göstermesini istedim. Böylece sahte bir doğum belgesi alarak asker kayıt bürosuna gittim yeniden Lefkoşa’da – böylece 18 yaşımda olduğumu görünce, askere kaydolmamı kabul etmişlerdi...”

***  Haralambos, görünüşünün de kendisini 16 yaşından büyük gösterdiğine inanıyor... “Esmer tenliydim, bitler nedeniyle kafam traş edilmişti, böylece benim en az 18 yaşında olduğuma inanmışlardı” diye anlatıyor. Bir kez kaydı kabul edilince, Haralambos Leymosun’da Polemidya askeri barakalarına gönderilmiş, burada İngiliz Silahlı Kuvvetleri’nin bir askeri gibi giydirilmişti. Polemidya’dan ise Lefke yakınlarındaki Mavromuni’ye gönderilmişti... “Burada barakalarda kalıyor ve kampetlerde uyuyorduk” diye anlatıyor. “Herhalde birkaç bin kişi kadar vardık. Karavostasi’den (Gemikonağı) ve Potamo tu Gambu’dan (Yedidalga) ve de Ksero’dan başka gençler de vardı. Pek çok sınıf arkadaşım vardı... Bizleri Hintli askerlerle birlikte kamplara koydular, onlarla sözde çatışmalara girişiyorduk... Onlara Gurka deniliyordu ve hatırladığım kadarıyla bizden daha kısa boyluydular... Birbirimize karşı boş kovanlarla ateş etmekteydik. Bize komuta eden tüm subaylar İngilizler’di... Kıbrıslı gençler, okulda bize öğrettikleri kadarıyla biraz İngilizce biliyordu...”

***  Haralambos, Mavromuni kampından haftada bir kez ayrılıp kirli çamaşırlarını annesi yıkasın diye köyüne gidiyordu... “Annem gömleklerimi ütülüyordu da... Beni üniforma içinde görünce seviniyordu... En azından oğlunun artık giyecek ayakkabısı vardı ve oğlunun iyi beslendiğini görerek seviniyordu... Hatırlıyorum da o günlerde haftada 10 şilin ödeniyorduk ki o döneme göre bu bir servetti... Haftada bir de bir şişe bira, 50 tane sigara veriyorlardı bize ve biraz da çikolata... Cepheye gidenlere ise bira yerine birer şişe rom veriliyordu...”

***  Kısa süre sonra Haralambos, Mavromuni’den Lefkoşa’da Yerolakko’ya (şimdiki adı Alayköy – S.U.) gönderilmişti... “Yerolakko, düşman saldırısına karşı sürekli alarmda olan bir başka kumpanyaya dahildi. Çok yoğun eğitim vardı... Dereyi, ipten yapılmış merdivenlerle, ellerimizi kullanarak geçiyorduk. Bazı günler on mil kadar yürütülüyorduk. Çok yorucuydu... Bir gün kamptaki bir ilan tahtasına bakarken, terfi alanlar arasında kendi adımı görmek süpriz olmuştu bana... Haralambos Nikolas Psaras – Onbaşı, diye yazıyordu...”

***  Haralambos, Yeri’ye transfer edilmiş ve burada benzin depolarına bakmakla görevlendirilmişti... “Çevrede benzin çalacak çok sahida hırsız vardı... O günlerde benzin almak için kupon gerekiyordu” diye anlatıyor... Sonra da Mağusa’da Karaol kampına gönderilmiştim... Bir sene Kıbrıs’ta görev yapmıştım böylece, sonra da Trablus’a, sonra da Zgharta’ya gönderilmiştik. Tommy yarı otomatik silahlar verilmişti bize...”

***  13 Ekim 1943’te İtalyan hükümeti eski ortağı Almanya’ya karşı savaş ilan etmişti. Lübnan’da Haralambos, Trablus’taki Katırcılar Birliği’ne Onbaşı olarak gönderilmişti... “İki tane ambulans görevi gören katırdan sorumluydum... Bunlar iki iri katırdı, onları yürütüp eksersiz yaptırıyordum hayvanlara...”

***  Haralambos, sonraları Fransa’da pek çok Kıbrıslı katırcının Almanlar tarafından tutuklanarak Toplama Kampları’na gönderildiğini keşfedecekti... “Onbaşı olarak bir grup katırcıdan sorumluydum ve onlara nasıl yürümeleri gerektiğini öğretiyordum. Sanırım piyade eğitimi almış tek Kıbrıslıydım kendi birliğimde... Adamların çoğu sol ile sağ ayaklarını ayırt edemiyordu... Tam bir komediydi... İngilizce olarak onlara komut vermek tamamen anlamsızdı... Özellikle de Baf’ın ücra köşelerinden gelmiş olan katırcılara – çünkü tek kelime dahi İngilizce anlamıyorlardı... Onlara “sarmısak” dediğimde sol ayağınızı atın, “soğan” dediğimde sağ ayağınızı atın diyordum... Böylece organize bir birlik olarak nasıl yürümeleri gerektiğini öğretmiştim onlara...”

***  Haralambos, orduya katılan çoğu Kıbrıslı’dan daha iyi İngilizce konuşup anlayabiliyordu... “Yalnızca ilkokul beşinci sınıfa kada okula gittiğim halde, İngilizcem fena değildi. Çünkü öğretmenlerimiz bize haftada bir, bir saat İngilizce alıştırmıştı... Ben hızlı öğrenen ve iyi bir hafızası olan bir öğrenciydim...” Savaş esnasında Haralambos İtalyanca ve Arapça öğrenmeyi de başaracaktı... Birkaç ay içerisinde Haralambos’un bağlı olduğu birlik, trenle İskenderiye’ye götürülmüş, oradan da gemiyle İtalya’ya taşınmışlardı... “Bize, faşistlerle savaşacağımız söylenmişti. Ankona’ya ve sonra da Bolonya’ya gittik. Orada herhalde 600 kadar Kıbrıslı vardı... Sekizinci Ordu’nun parçasıydı, o da General Montgomery’nin komutasındaydı... Çavuş rütbesinden itibaren daha üst rütbeler hep İngilizler’di. İngilizler’e Rumca nasıl söveceklerini öğrettik, onlar da bize İngilizce sövmeyi alıştırdılar. İrlandalı subaylar çok eğlenceliydi...”

***  Haralambos, Bolonya’da cepede üç ay geçirecekti... “Ön cephede savaşmakta olan daha çok İngiliz ve Polonyalı askerlere katırlarla malzeme taşımaktaydık. Ben, katırlardan oluşan ambulanstan sorumluydum... Bir gün üstüm olan bir subay bana gidip bazı yaralıları almamı emretmişti. Yaralıların Alman olduğunu öğrenince, “Onları orada bırakalım, onlar düşman yaralılardır” demiştim. Subay öfkeyle dönüp bana bağırmıştı, “Be p...ç, git çabuk onları al yoksa hemen şimdi seni buracıkta vururum ha!” diye... Ben de bana emredileni yerine getirmiştim...”

***  Haralambos’a göre Almanlar birkaç kez Bolonya’yı ele geçirmiş ancak her defasında kenti Müttefik Kuvvetler’e kaybetmişlerdi. Bir noktada bombardıman o kadar yoğundu ki, Haralambos bir İtalyan ailenin yanına sığınmıştı. Hiç kimse bir hafta boyunca evden ayrılamamıştı... Bir başka sefer, bir başka bombardımanda Haralambos neredeyse öldürülüyordu... “Büyük bir çukura atladım, şarapnel parçaları bana isabet etmesin diye... Bombardıman durunca, çukurdan çıktım, bir de baktım ki her tarafta yüzlerce ölü beden yatıyor... Parçalanmışlardı... Çok korkunçtu...”

***  Zaman zaman Haralambos ile diğer Kıbrıslı askerler, düşmandan saklanabilmek için büyük saman yığınlarının içine gizleniyordu... “Samanların arasında taze meyva buluyorduk yemek için çünkü İtalyan çiftçiler, bu samanları yaz aylarında meyva ve sebzelerini serin tutmak için kullanmaktaydı... Bu sürekli yediğimiz bolibif ve teneke kutudaki fasulyeye kıyasla, güzel bir değişiklik oluyordu...”

***  Haralambos, Bolonya’da dokuz ay boyunca kalacaktı... Korkup korkmadığını sordum ona, derin bir nefes alıp yanıt verdi. “Hayır! Genç çocuklardık, macera arıyorduk. Herşeyin nasıl da kötüleşebileceğini bilmiyorduk. Korkusuzduk. Silahlarımız vardı... Bazan yerlileri itip kakıyor ve bize şarap ve salam vermelerini istiyorduk... Bir İtalyan çiftçi vardı, bize ekmek vermeyi reddetmişti – biz de geceleyin gidip kümesini açmış ve tavuklarını çalmıştık. Bazılarımız ateş yaktı ve o tavukları pişirip yedik. O kadar lezzetliydiler ki... Bizim için durum buydu... Bir başka seferinde bir domuz vurduk ve kampa getirdik, burada Kıbrıslı aşçı bunu pişirdi ve çok lezzetli bir yemek çıkardı. Şarabı içtik, sarhoş olduk ve şarkı söylemeye başladık, derhal Almanlar’la savaşmak üzere ön cepheye gönderilmeyi talep etmekteydik. Korkusuzduk. İtalya’ya ilk gittiğimizde, hem İtalyanlar’la, hem de Almanlar’la savaşıyorduk. Ancak sonraları İtalyanlar taraf değiştirecekti... Almanlar’ın sürekli bombardımanlarını hatırlıyorum... Çevremde patlayan bombaları sayıyordum... Arka arkaya yedi bomba atıyorlardı, tüm gün, tüm gece boyunca devam ediyordu bu...”

***  Savaşın sonunda Haralambos bir sene daha İtalya’da kaldı... “Pek çok İtalyan’la tanışmıştım, bana kendilerinden biriymişim gibi davranıyorlardı. Onların da çok fakir olduklarını hatırlıyorum. Haralambos demeye dilleri dönmediği için bana Karlos diyorlardı... Bazan başka askerlerin potinlerini ya da çizmelerini ve sabunlarını çalıyor ve bunları, fakir İtalyan halkına veriyordum. Eğer onları ziyaret edememişsem, mutlaka bir aile bireylerini bana gönderiyorlardı... Dikkatimi çeken bir de İtalyan kızı vardı. Adı Kontalina Formayora idi. Benimle aynı yaştaydı... Forli’de, yani Bolonya’nın 46 mil uzağındayken oluyordu bu... Bu genç kızla epeyi bir zaman geçirmiştik...”

***  Çaldığı şeyleri İtalya’nın fakir fukara ahalisine dağıtmanın yanısıra, İngiliz ordusuna ait mağazalardan çaldığı pek çok şeyi de satıyordu Haralambos... “Birkaçımız karaborsayla ilgiliydik” diye anlatıyor... “Ben battaniya ve lastik çalıyordum, değeri olan herşeyi, iki mil kadar kampın dışına gidiyor ve satın almak isteyen kimse, onlara satıyordum bunları...”

***  Bir keresinde Kahire’de kendisini öldürmekle tehdit eden bir müşteriyle karşılaşmıştı Haralambos... “Bu Arap müşteri, ona bir gün önce sattığım lastiklerin yanlış ölçüde olduğunu söyleyerek parasını geri istemişti. Onun yalan söylediğini biliyordum. Ona sattığım lastikler mükemmeldi. Ona ertesi günü daha güzel lastikler getireceğimi söyledim ama bunu duymak bile istemiyordu. Parasını geri vermezsem beni öldüreceğini söyleyerek beni tehdit ediyordu. Tabancasını çıkarıp bana doğru yürümeye başlamıştı. Korkmuştum. “Bu adam beni öldürecek” diye düşünerek geri geri gitmeye başlamış ve ona konuşarak onu yatıştırmaya çalışıyordum. Arkamda asmalar olduğunu farketmiştim. Bana yaklaşınca onu yere savurdum, yere düşerken silahını ateşledi. Kurşun vınlayarak yanımdan geçti. Asmalara doğru koştum, burada bir kamyonda arkadaşlarım bekleyecekti beni. Fakat silah sesini duyunca korkmuşlar ve kaçmışlardı. Karanlıkta ordu kampına dönmek için üç mil boyunca tek başıma koşmaktan başka seçeneğim yoktu. Şanslıydım ki hayattaydım...”

***  Haralambos ve birliği nihayetinde İtalya’dan ayrılarak Mısır’ın başkenti Kahire’ye gönderilmişlerdi, burada da bir yıl kalacaklar ve sonra Kıbrıs’a döneceklerdi... “İkinci Dünya Savaşı ardından İngiliz Ordusu’nda yedi sene daha ödenekli olarak kalma şansım vardı. Bana herhangi bir İngiliz Sömürgesi’nde hizmet verebileceğim sözü de verilmişti. Bu çok iyi bir teklifti. Orduda kallmak ve Güney Afrika’ya giderek orada hizmet etmek istiyordum. Ancak AKEL üyesi bazı solcular bana gelerek eğer İngilizler’e yedi sene daha hizmet etmek üzere anlaşma imzalayacaksam beni öldüreceklerini söylemişlerdi. Korkup o sözleşmeyi imzalamamıştım...”

 


Haralambos, Karavostasi sahilinde...


Yanulla 16 yaşında Ksero'dayken...

(TALES OF CYPRUS’ta Konstantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

 

(Devam edecek)